Bununla beraber kısa vadeli bellekte tutulması istenen şeyler için “yedi adet sınırı” söz konusu. Herhangi bir tek sözcüklü liste yedi taneyi geçtikten sonra akılda tutulması zorlaşır ve geri çağırmada hatalar artar. Bu nedenle telefon numaraları ve araç plakaları en fazla yedi harf veya rakamdan oluşur. Bu kapasite bellek egzersizleri ile biraz daha artırılabilir. Kapasite zorlandıkça yanılgı olasılığı da yükselir.
Nasıl dikkat ettiğimiz şey dikkat ettiğimizi düşündüğümüzden farklı olunca dikkate bağlı yanılgılar ortaya çıkıyorsa, hatırladığımızı düşündüğümüz şey ile hatırladığımız farklı olduğunda da bellek yanılgıları ortaya çıkar. Evrimsel süreçte beynin gelişimi bir şeyi algıladığımızda, bununla ilgili her şeyi en küçük ayrıntısına kadar kaydetmek yerine gördüğümüz duyduğumuz veya kokladığımız şeylerden anlam çıkarmaya yatkın olacak şekilde gerçekleşmiştir. Aksinin gerçekleşmesi mantığa aykırı bir enerji ve kaynak israfı olurdu. Sonuç olarak, beyin algıladığımız şeylerin hepsini bellekte depolamak yerine gördüğümüz ya da duyduğumuz şeyleri bildiklerimizle ilişkilendirip tamamlama ya da hatırlamada oldukça ustadır.
İnsanlar görmeyi bekledikleri şeyi gördükleri gibi, hatırlamayı bekledikleri şeyleri de bekledikleri gibi hatırlarlar. Bellekte depolananlar gerçekliğin tam bir kopyası değil, yeniden yaratılmış halidir. Hatıralarımızı kayıtlı bir CD gibi tamamen aslına birebir uyan şekilde yeniden oynatamayız. Her seferinde bir anıyı çağırırız. Hatırladığımız detaylar ile neyi hatırlamamız gerektiğine dair beklentilerimizi birleştiririz. Beyin burada anılarımıza daha da akıcılık kazandıracak olan bir nevi “yeniden yapılandırma” için ipuçları temin eder. Çoğu durumda bu ipuçları işimize yarar ve kısıtlı bilgiden yola çıkarak kısa sürede hikâyenin tamamını yazarız.
Bu hikâye hiçbir zaman gerçeğin birebir aynısı değildir ancak ufak sapmalar hikâyenin aslı bakımından bir sorun teşkil etmez. Bununla beraber, bu ilişkilendirmeler bazen gerçekten sapan, aynı hikâye gibi görünen farklı ve yanıltıcı bir hikâyeye de yol açabilir. Böyle bir durumda yanılgı oranı belleğe duyulan güven ile aynı ölçüde artar. Bazen bir anıyı tekrar çağırdığımızda, başkasının başına gelen bir olayın kaydını kendi başımıza gelmiş gibi hatırlamamız bile mümkündür. Bunun nedeni başka birinin hikayesini kendinize mal edip bunu sanki siz yaşamışsınız gibi kendi deneyimleriniz arasına katmış olmanızdır.
Beynin kesin olarak görülen ve duyulanları tam olarak kaydettiğini sanırız, ancak bu kayıtta önemli eksiklikler vardır. Hatırladığımız şeylere de çoğunlukla ilave anlamlar yükleriz. Böylece farklı bir çıkarıma ulaşmak kolaylaşır. Bir liranın üzerindeki resmi zihninizde canlandırmaya ve çizmeye çalışın. Sürekli kullandığınız, defalarca gördüğünüz paranın resmini çizerken bazı hatalar yapmanız kaçınılmazdır. Çiziminizde Atatürk’ün yüzü ters tarafa bakabilir, tarihi yanlış yere koyabilir ya da tarih koymayı tamamen ihmal edebilirsiniz. Oysa yıllardır bozuk para görüyorsunuz ve büyük bir ihtimalle çizimi yapmadan önce bir liranın neye benzediğini kesin bir doğrulukla bildiğinizi sanıyordunuz. Gerçekte siz bir lirayı diğer bozukluklardan ayıracak kadar biliyorsunuz, aslında ihtiyacınız olan bilgi de sadece bu kadar.
Hatırladıklarımızın doğru ve kesin olduğunu sandığımızdan olup bitenlerin doğrusu ile sonradan anılarımıza eklediklerimizi kolayca ayırt etmemiz mümkün değildir. Bu tip yanılgılar “kaynak-bellek aksaması” ya da “gerçekliği izleme hataları” olarak da adlandırılabilir. Bunlar normal bilişin yan ürünleri olan gerçek ve hayali deneyimler arasındaki karışıklıklardan kaynaklanabileceği gibi çoğunlukla halüsinasyonlara yol açan bazı nöropsikiyatrik hastalıklarda da sıklıkla görülebilir. İlginç olan sağlıklı bir beyinde de bunların ortaya çıkabilmesidir. Anısının kaynağını unutan biri, belleğinde çok canlı bir anıyı kendi yaşamış sanabilir. Kaynak-bellek aksaklıkları istemeden yapılan pek çok “istemsiz intihal” olayında da etkili olmuştur. Bunun nedeni insanların aslında başkalarından öğrendikleri fikirlerin kendi fikirleri olduğunu sanmasıdır. Sahte anılar yaratarak geçmişi değerlendirilip tarihi yeniden yazmak da mümkündür. Fikirlerimiz değiştiğinde anılarımız da onunla beraber değişir. Anılardaki bir olayda ne yaşadığımızı ve öğrendiğinizi hatırlamak yerine bunu nasıl yaşadığınızı ve öğrendiğinizi hatırlarsanız hatırladıklarınızın gerçekliğine güvenme ihtimaliniz artacaktır.
İnsan beyninin uzun süreli bellek alanı olan hipokampus üç yaşımıza gelene kadar tam olarak gelişimini tamamlamadığından hayatımızın ilk iki veya üç yılına ait anılarımızı tam büyük ölçüde hatırlayamayız. Bu döneme ait anlatılan anıların çoğu sahtedir ya da gerçekle ilgisi yoktur. Rahimde olduğu dönemi ve doğumunu hatırladığını söyleyenler ya da bunun üzerine yapılan tartışmalar da gerçeği yansıtmamaktadır.
Yorum Yazın