onedio
Görüş Bildir
article/comments
article/share
Haberler
Görece Bir Nebze Arka Planda Kalmış Fakat Okunması Gereken 28 Türk Edebi Eser

Görece Bir Nebze Arka Planda Kalmış Fakat Okunması Gereken 28 Türk Edebi Eser

Altay Şengür
05.05.2015 - 10:12 Son Güncelleme: 17.05.2015 - 13:46

Bazı kitaplar vardır hani, hak ettiği değeri görmediğini düşünürsünüz. Okudukça hayranlığınız artar fakat birkaç kişi ile oturup kritiğini yapmak istediğinizde karşı taraf bilmez o kitabı, okumadım der. Tamamen kişisel olarak (!) beğendiğim fakat çevremdekilerin pek de bilgi sahibi olmadıkları kitapları hazırladım sizler için. Her ne kadar çok tercih edilmeseler dahi benim için her birisinin bendeki yeri, bana kattıkları birikim çok ayrı.. 

Not: İçerikte sizlerin fazlaca bildiği kitaplar da çıkabilir. Fakat benim için hak ettiği değeri göremeyen kitaplar bunlar..

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

1. Yusuf Atılgan - Aylak Adam

1. Yusuf Atılgan - Aylak Adam

Her şeye 'karşı' duran, 'karşı' çıkan, 'karşı' olan bir adam.. Aylak Adam... Bir adı bile yok. 'C' diyor Yusuf Atılgan kısaca. İnsan her şeye bunca 'karşı'yken kendine de 'karşı' olmadan nasıl sürdürebilir bir 'karşı' yaşamı/ C., sıradanlığa, tekdüzeliğe, alışılmışın kolaycılığına hiç mi hiç katlanamıyor. Hem farklıyı, hem doğru olanı arıyor. Çabasının boşuna olduğunun da farkında üstelik. Zor bir karakter, zor bir yaşam, yalın bir roman.

2. Yaşar Kemal - Tek Kanatlı Bir Kuş

2. Yaşar Kemal - Tek Kanatlı Bir Kuş

Edebiyatımızın çınarı, büyük usta Yaşar Kemal'in Tek Kanatlı Bir Kuş kitabı, toplumda bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan korkunun destansı bir romanı. 

Halkının neden terk ettiği bilinmeyen, gizemli karanlık bir kasaba, bu kasabaya atandığı halde gidemeyen bir posta müdürü, yalnızlığın timsali bir istasyon şefi, 'Alamancı' bir genç kadın...Ve bütün fantastikliğine karşın son derece gerçekçi gelen bir dünya... Metafor mu? Alegori mi yoksa?

Şaşırtıcı ve çok katmanlı olay akışı, kişilerinin zenginliği ve derinliği, zaman zaman bir röportaj keskinliği kazanan masalsı diliyle tam bir Yaşar Kemal romanı.

Tek Kanatlı Bir Kuş'da toplumda bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan korkuyu anlatan Yaşar Kemal, kitabın ana teması korku ile ilgili 'Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok korktum. Roman yazdığım zaman içimde bir korku istemezdim. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım. Kayseri'de askerlik yaptığım kasabanın üzerinde büyük bir taş vardı ve bütün kasaba bu taşın üzerlerine düşeceğinden korkuyor, taşı üzerilerine düşmesin diye demir zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz o zaman çekin gidin derdim. Seneler senesi bu korkuyu yazmak istedim' diyor.

Romanının başkahramanları olan Posta Müdürü Remzi Bey ve karısı Melek Hanım'ın çileli yolculuğundan ve o dönem için şartları çok daha ağır olan postacılık mesleğinden bahseden Yaşar Kemal, 'O dönemde Anadolu'da postacıdan daha önemli bir kişi yoktu. Özellikle benim için postacı çok önemliydi. O zaman bana mektuplar geliyordu. Bu mektupları benden önce jandarmalar okuyordu. Bazen makale yazar gazeteye göndermek isterdim. Bu makaleler bazen gider, bazen de gitmezdi' diye ekliyor. 

Yaşar Kemal'in 1960'ların sonunda yazdığı ve şimdi yayımlamaya karar verdiği Tek Kanatlı Bir Kuş romanı, okuru 1960'lı yılların Anadolusu'na götüren tarihi bir belge olmanın yanı sıra büyük ustanın edebiyatında önemli bir dönemi de gözler önüne seriyor.

3. Sait Faik Abasıyanık - Medarı Maişet Motoru

3. Sait Faik Abasıyanık - Medarı Maişet Motoru

Medarı Maişet Motoru Sait Faik'in kaleminden bir ilk romandır. Henüz Yeni Mecmua'da tefrika edildiği sırada (1940-41) dönemin baskıcı siyasi ortamında sakıncalı bulunup roman olarak yayımcı bulmakta zorlanacak ve Sait Faik'in annesinin maddi desteğiyle Ahmet İhsan Basımevi'nden 1944'te yayımlanacaktır. Ancak dağıtılmaya başlanmışken bakanlar kurulu kararıyla toplatılan roman, kimi paragrafları çıkarılarak Birtakım İnsanlar adıyla 1952 yılında okuyucusuna kavuşur.

İş Bankası Kültür Yayınları olarak Medarı Maişet Motoru üzerinde yıllardır süren sansürü kaldırıyor ve 'tehlikeli' bulunarak çıkarılan kısımları koyu harflerle vererek yapıtı eksiksiz bir şekilde sunuyoruz.

4. Sait Faik Abasıyanık - Semaver

4. Sait Faik Abasıyanık - Semaver

'Sait Faik, Burgaz çalılıklarından çekti bir kızılcık dalı kopardı, kalem gibi yonttu, ucunu yaşama batırdı ve yazmaya koyuldu.

Türk hikayeciliği Ömer Seyfettin'den sonra Memduh Şevket Esendal, Fahri Celalettin gibi ustaların sürdürdüğü bir türdü. Sabahattin Ali, Refik Halit'in memleket hikayeciliğine diyalektik bir görüş katmış ve bu yeniliği ile 1940'ların tek ismi olmuştu. Sait Faik ise onların yapmadığı bir şeyi yaptı. Bir konuyu değil, yaşamın bir parçasını işliyordu. Bir tez savunmuyor, bir yaşantıyı yansıtıyordu. İnsan sevgisi dolu, doğa sevgisi dolu bir yüreği vardı. Neye baksa bu sevgi ile ısınıyor, ışıklanıyordu. Biz ancak o el attıktan sonradır ki, en önemsiz görünen insanların ve şeylerin zevkine eriştik.'

Haldun Taner, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, 1983.

5. A. Nihal Atsız - Ruh Adam

5. A. Nihal Atsız - Ruh Adam

'Ruh Adam', Türk edebiyatında pek alışılmamış çeşitte bir romandır. Müellifin tarihî romanlarını okumuş olanlar, tarihî bir roman gibi başlayan bu eserin öyle olmadığını görecek, sayfalar ilerledikçe kendilerini aşırı bir sembolizmin içinde bulacaklardır. Bir tarih çeşnisinin de yer aldığı roman, yaşamanın gayesini yalnızca askerlikte bulan bir subayın hayatıdır. Tabiatüstü olaylarla anlatılan bir hayat hikâyesinin, dikkatle bakıldığı zaman, gerçeklerin sembollerle çerçevelenmiş ifadesinden başka bir şey olmadığı görülecektir.

'Ruh Adam', kendi nefsi ile mücadele eden bir insanın macerasıdır. Edebî-ruhî tahlilini yapanlar, eserin hakikaten bir roman mı, yoksa yaşanmış bir hayat mı olduğunu kestirmekte hayli tereddüde düşeceklerdir.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

6. Orhan Pamuk - Kafamda Bir Tuhaflık

6. Orhan Pamuk - Kafamda Bir Tuhaflık

Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikayesi hem de modern bir destan.

Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlüt ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor.

1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlüt, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu'dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez.

Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.

7. İhsan Oktay Anar - Puslu Kıtalar Atlası

7. İhsan Oktay Anar - Puslu Kıtalar Atlası

Karanlığın, yılankavi sokakların, demkeşlerin, paranın hüküm sürdüğü Galata'nın, karın deşip boğaz kesen, husye burup göz çıkartan hikâyelerin, zagon üzerine öttürenlerin, bahtsızların, yolcuların, rüya görenlerin, maceracıların şehrindeyiz. Uzun İhsan Efendi'nin yedi iklimde, dört bucakta, yeraltında ve yerüstünde gezinen dünya atlasında...

İhsan Oktay Anar'ın unutulmayan ilk romanı Puslu Kıtalar Atlası, bu defa İlban Ertem'in masalsı çizgileriyle çizgi roman olarak karşımızda. Beş yıl süren, kolay anlatılamayacak bir emek, tutkuyla dolu bir sadakat, civa gibi bir sayfadan diğerine akıp giden ustalık... İlban Ertem, Türkçe edebiyatta eşi benzeri olmayan bir uyarlamayla magnum opus'unu gün yüzüne çıkarıyor.

Oyunbaz ve zifiri... Büyük bir “resimli roman”.

8. Sabahattin Ali - Sırça Köşk

8. Sabahattin Ali - Sırça Köşk

'Niçin hep acı şeyler yazayım? Dostlar, yufka yürekli dostlar bundan hoşlanmıyorlar. 'Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin?' diyorlar. 'Hep açlardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan; bir kaşık toprak, bir bakraç su için birbirlerini öldürenlerden; cezaevlerinde ruhları kemirile kemirile eriyip gidenlerden; doktor bulamayanlardan; hakkını alamayanlardan başka yazacak şeyler, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu?'

9. Oğuz Atay - Tutunamayanlar

9. Oğuz Atay - Tutunamayanlar

'Tutunamayanlar', Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Berna Moran, Oğuz Atay'ın bu ilk romanını 'hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı' olarak niteler. Moran'a göre 'Oğuz Atay'ın mizah gücü ve duyarlılığı ve kullandığı teknik incelikler, Tutunamayanlar'ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.' Küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan Atay, 'saldırısı tutunanların anlamayacağı, reddedeceği türden bir romanla yapar.'

10. Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi

10. Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi

“Hayatımın en mutlu ânıymış, bilmiyordum.”

Nobel ödüllü büyük yazarımız Orhan Pamuk'un harikulade aşk romanı bu sözlerle başlıyor...

1975'te bir bahar günü başlayıp günümüze kadar gelen, İstanbullu zengin çocuğu Kemal ile uzak ve yoksul akrabası Füsun'un hikâyesi: Hızı, hareketi, olaylarının ve kahramanlarının zenginliği, mizah duygusu ve insan ruhunun derinliklerindeki fırtınaları hissettirme gücüyle,Masumiyet Müzesi, elinizden bırakamayacağınız ve yeniden okuyacağınız kitaplardan biri olacak.

Masumiyet Müzesi'ni okurken yalnız aşk hakkında değil, evlilik, arkadaşlık, cinsellik, tutku, aile ve mutluluk hakkındaki bütün düşüncelerinizin derinden etkilendiğini ve kitabın rengârenk dünyasından hiç ayrılmak istemediğinizi göreceksiniz.

Romanı yazdıktan dört yıl sonra, 2012'de, Pamuk romanıyla aynı adlı müzeyi Çukurcuma'da açtı. Şimdiye dek on binlerce ziyaretçinin gezdiği müze için ünlü sanat tarihçisi Simon Schama,Financial Timesgazetesine yazdığı yazıda, “Dünyadaki en güçlü, en güzel, en insanî ve en etkileyici çağdaş sanat eseri,” diye yazdı. “Aynı zamanda hem şiir hem karamizah gibi; hem zarif ve şefkatle dolu, hem de kutu kutu, vitrin vitrin, estetik olarak muhteşem.”

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

11. Vedat Türkali - Bitti Bitti Bitmedi

11. Vedat Türkali - Bitti Bitti Bitmedi

(...) Ustalıklı roman akışının yanı sıra kullanılan tarihsel veriler, Vedat Türkali'nin kitabına Ermeni sorunu konusunda gerçekten değerli bir belge niteliği kazandırmış. Soykırımın canlı tanığı Dede'nin siyasal örgütlenmeler üzerine anlattıkları da son derece önemli. Genelde azınlıklar, özelde ise Ermeni, Rum ve Kürt kırımları konusunda TKP'nin, hatta genelde Türk solunun tavrı, bazı istisnalar dışında, pek de tutarlı olmadığından, bu tarihi yaşamış bir Ermeni şahsiyetin bu konudaki değerlendirmelerine keşke daha geniş yer verilebilmiş olsaydı. (...) Her halükârda kitap, 1915'in 100. Yıldönümü'nde bu konuda yayımlanan ve yayımlanması beklenen birçok eser arasında önemli bir yer tutacak.

- Doğan Özgüden

(...) Bildiğim kadarıyla, hassas ve örselenmiş ruhları müzikle tedaviye başlamak iyi bir yöntem. Siz de, sözcüklerin ve yazının müziğiyle benzer bir şey yapıyorsunuz. Sanatın ve sanatçının böylesi bir derman olma, tabiplik görevi de var herhalde.Hastalığıyla yüzleşmeye zorlananlarda, ilk başlarda, büyük öfke patlamaları da ortaya çıkabiliyor. Siz böylesi patlamalara da yüreğinizi siper etmektesiniz kuşkusuz. Bu da henüz insani aşamaya geçememiş sınıflı toplumlardaki (gerçek) aydın-Sanatçı'nın kara yazgısı olmalı. Bir “psikiyatri seansı” gibi algılanmalı yazdıklarınız (...)

- Haluk Gerger

12. Zülfü Livaneli - Son Ada

12. Zülfü Livaneli - Son Ada

'Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir.'

-Yaşar Kemal-

Son Ada'nın adsız anlatıcısı, adını kendisinin koyduğu bu yeri 'son sığınak, son insani köşe' olarak niteliyor. Anlattığı, nerdeyse bir ütopya: 'Herkes elinden geldiği kadarını, içinden geldiği kadarını yapıyordu.' Ancak bu durum uzun sürmez: Ülkenin darbeci başkanının emekliliğini huzur içinde geçirmek için adaya yerleşmesi, bu cennet adada yaşayanların huzurunu kaçıracaktır.

Başkan, Son Ada'yı her tür 'anarşi'den kurtarmaya kararlıdır. Adanın halinden hoşnut toplumunu 'çoğunluğun oyları neyi işaret ediyorsa onu yaparak' oluşturduğu 'kurul'lar eliyle yönetmeye, adanın ağaçlıklı yolunu 'park ve bahçe geleneklerine göre düzenlenmiş' bir hale getirerek başlar. Görünüşte her şey demokratik geleneklere uygundur.

Ütopya tam bir distopyaya dönüşürken, başta martılar, bu gidişe başkaldıranlar da vardır...

'Livaneli'nin bu benzersiz yaratıcı romanında, insan yapısı otoriteyle karşı karşıya... Yazar bizi dünyamız üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor. Mutlaka okunmalı.'

-Prof. Lenore Martin, Harvard Üniversitesi-

13. A. Nihal Atsız - Bozkurtların Ölümü

13. A. Nihal Atsız - Bozkurtların Ölümü

'… bir roman yazmak üzereyim. Hem de öyle bir roman ki hayatın bizzat kendisini aksettirecek. İçinde hem romantizme, hem de realizme yer olmakla beraber bizzat hayatın akışından ayrılmayacağım ve buna olduğu kadar tarihe de sadık kalacağım. Bir roman ki size 1300 yıl öncesini yaşatacak ve birbiri ardınca sahneye çıkan kahramanlar günümüze kadar gelecek. Bir roman ki içinde yalnız bir tek kahraman bulunmayacak. İçindeki her şahıs, tıpkı hayatta olduğu gibi başlıbaşına bir kahraman olacak.' Hüseyin Nihâl ATSIZ, sağlam tarih bilgisi, Türkçeye hâkimiyeti ve sağlam tekniğiyle edebiyatımıza kazandırdığı, tarihî roman türünün en güzel örneği olan 'Bozkurtların Ölümü' ve 'Bozkurtlar Diriliyor' öylesine etkili olmuştur ki, romandaki kişi isimleri çocuklara ad olarak konulmuş, eski Türk diline ait birçok kelime de dillere yerleşmiş, daha yazarının sağlığında edebiyatımızın klâsikleri arasına girmiştir. Bozkurtların Ölümü ve devamı olarak sonradan kaleme alınan Bazkurtlar Diriliyor, her Türk gencinin mutlaka okuması gereken, edebiyatımızın temel eserleri arasında önemli bir yere sahiptir.

14. Orhan Pamuk - Benim Adım Kırmızı

14. Orhan Pamuk - Benim Adım Kırmızı

Orhan Pamuk'un 'en renkli ve en iyimser romanım' dediği Benim Adım Kırmızı 1591 yılında İstanbul'da karlı dokuz kış gününde geçiyor. İki küçük oğlu birbirleriyle sürekli çatışan güzel Şeküre, dört yıldır savaştan dönmeyen kocasının yerine kendine yeni bir koca, sevgili aramaya başlayınca, o sırada babasının tek tek eve çağırdığı saray nakkaşlarını saklandığı yerden seyreder. Eve gelen usta nakkaşlar, babasının denetimi altında Osmanlı Padişahı'nın gizlice yaptırttığı bir kitap için Frenk etkisi taşıyan tehlikeli resimler yapmaktadırlar.Aralarından biri öldürülünce, Şeküre'ye aşık, teyzesinin oğlu Kara devreye girer. İstanbul'da bir vaizin etrafında toplanmış, tekkelere karşı bir çevrenin baskıları, pahalılık ve korku hüküm sürerken, geceleri bir kahvede toplanan nakkaşlar ve hattatlar sivri dilli bir meddahın anlattığı hikayelerle eğlenirler. Herkesin kendi sesiyle konuştuğu ölülerin eşyaların dillendiği, ölüm, sanat, aşk, evlilik ve mutluluk üzerine bu kitap, aynı zamanda eski resim sanatının unutulmuş güzelliklerine bir ağıt.

15. Yaşar Kemal - Yılanı Öldürseler

15. Yaşar Kemal - Yılanı Öldürseler

Hasan aile onuru uğruna akrabaları ve köylülerin baskısıyla annesini öldürmek zorunda kalır. Dokuz yaşında işlediği bu cinayeti hiçbir zaman aklı almayacak, kabullenmeyecek ve anlamlandıramayacaktır. Toplumsal cinnetin bir çocuğu katil olmaya sürüklemesinin romanı Yılanı Öldürseler kurban kavramına odaklanır. 'Zengin yaratısı, Yaşar Kemal'i herkese seslenen zaman ötesi büyük klasiklere yaklaştırmaktadır.' Michel I. Makarius, Jeune Afrique, (Fransa) 'Yılanı Öldürseler'deki derinlik hem ekonomik ve toplumsal yanları gösterilerek işlenen temanın anlamsal yoğunluk taşıması, hem de roman kişilerinin karakteristik özelliklerinin başarıyla işlenmesinden kaynaklanır.' Feridun Andaç, Yazınsal Gerçekliğin Boyutları 'Yaşar Kemal'in sanatı, kimi yerlerde acı, kimi yerde şiirsel dokunuşlarla keskin, haşin, kontrollü, sertçe boyanmış.' The Listener 'Şiddetli, yaratıcı enerjinin sürüklediği, özlü bir kısa roman.' World Literature Today, (A.B.D)

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

16. Leyla Erbil - Karanlığın Günü

16. Leyla Erbil - Karanlığın Günü

   '1959'da okuduğum ilk kitabı Hallaç'tan bu yana Erbil'in yazarlığına hayranım. Türkçemize, pek az yazara nasip olan bir devrimci üslup ve görkemli imgelem getirdi. Yapıtlarının bazılarında James Joyce'a benzer biçimler, Faulkner'ı andıran biçem öğeleri vardı. Camus gibi, başkaldırıyı bir tür yaratıcı sanat düzeyine çıkardı. Marx'tan ve Freud'dan esintiler, Beckett'ten sesler getirdi. Ama, hiçbirini taklit etmedi. Leyla Erbil, yaratıcı serüveninde daima özgün kaldı. Türk öykü ve romanının olağanüstü bir özgünüdür o. 

   Adındaki harflerle başlayan terimler ne berrak tanımlıyor yazar kimliğini: L - Lirik E - Etik, estetik, efsane, evrensel Y - Yenilik, yürek, yanardağ L - Lâv A - Aşk, akıl, adalet, ahlak, anıt E - Efsunlu, erdemli, ebemkuşağı R - Rengarenk, ruhi B - Bireysel, bağımsız, bilinçli, bilge, büyüleyici İ - İçli, idealist, insan L - Liyakatli, her övgüye lâyık Leyla Erbil, edebiyatımızın tahtındadır, başımızın tacıdır. O, ‘Tuhaf Bir Kadın'... ‘Karanlığın Günü'nü aydınlattı. En güzel ‘Mektup Aşkları'nı yazdı. ‘Eski Sevgili'leri yeniden aşık etti. ‘Gecede' ve gündüzde okurlarını yüceltti. Kötülükleri ve haksızlıkları ‘Hallaç' pamuğu gibi attı. Kendini dev sanan nice yazarlar, onun yanında ‘Cüce' kaldı. Aklımızdan ve kalbimizden uçurduğu ‘Zihin Kuşları' için minnettarız ona...' 

Talât Sait Halman

17. Peyami Safa - Yalnızız

17. Peyami Safa - Yalnızız

Peyami'nin kendisine has bir roman tekniği kullanarak cemiyet hakkındaki orijinal tasavvurlarını bir ütopya yazarı vasıtasıyla aksettirdiği romanıdır. Geride kalan yarım asırda kendisine en çok atıf yapılan edebî ütopya haline gelen “Simeranya” bu eserde ortaya konmuştur. Bir evin içerisinde yaşayan fakat yaşayışları arasında alaka kurulamayan fertler üzerinden toplumun bölünmüşlüğünün resmi… Ruhunu arayan bir duyarlılığın hikâyesi...

18. Hakan Günday - Kinyas ve Kayra

18. Hakan Günday - Kinyas ve Kayra

'Hiç uykum yok. Hiç uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum. Ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var. Annemi düşünüyorum. Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. Sağ omuzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine attığım çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir Japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. Sol dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. Bileklerimdeki otuz dört dikiş. Medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandisit ameliyatımın izi. Ve sırtımı kaplayan, Tanrı'nın yüzü. Bilmiyorum... Hızlı yaşadım. Ama genç ölmekten çok, hızlı yaşlandım! Ama hayattayım.

Kayra, bir gün bana 'Mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun' demişti.'

19. Hasan Ali Toptaş - Ölü Zaman Gezginleri

19. Hasan Ali Toptaş - Ölü Zaman Gezginleri

'Zaman ellerimdi de, bütün varlığımla onu izliyordum sanki. Parmak uçlarımdan başlayarak yavaş yavaş kendime doğru ilerliyordum hatta ve dirseklerime yaklaşırken de ansızın yoruluyordum. Masadan masaya sürüklenirken bir değişim geçirip yaşlandığımı da o zaman anladım işte ve bundan bir kez daha emin olmak istercesine yüzümü kaldırıp korkuyla karşı masaya baktım. Hala orada, gözlerimi buraya dikmiş oturuyordum.'

20. Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü

20. Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şiiri sembolist bir ifade üzerine kurulmuştur. Aynı anlatım tarzı romanlarına da zaman zaman sirayet eder. 'Saatleri Ayarlama Ensitüsü' toplumumuzun bu değişme süreci içindeki durumunu, fertten yola çıkarak topluma varan bir teknikle anlatıyor.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

21. Hakan Günday - Azil

21. Hakan Günday - Azil

Teknoloji, insanların davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkilerini, asla geri dönülmeyecek bir biçimde değiştiriyor. Söz konusu değişim, insanlığın amacından sapmasına ve doğadışı, adsız bir türün yeşermesine neden oluyor.

İnsanlığın bin çabayla iki bin yılda yarattığı asgari ahlak, elli yılda televizyon tarafından çiğneniyor.Ve on yıldır da internet tarafından yutuluyor. 

Bireyin yalnızlığı, toplum dışına çıkmasıyla sonuçlanıyor.Toplum dışına itilen (ya da bunu kendi tercih eden) birey, kendi doğrularını yaratıp onlarla yaşamaya başlıyor. Zamanla toplum ile birey arasında genişleyen ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeni oluveriyor.

Hakan Günday 'Azil'de içinde yaşadığımız toplumsal yapıya yönelen eleştirisini, modern insanın 'hiç'leşme sorunsalını, gerçek, hayal, kâbus arasındaki geçişler ile zaman ve mekân geçişlerini, yer yer sertleşen ifadelerle öyle ustalıkla aktarıyor ki, okuyucuyu adeta tokatlıyor.

Yazdıklarıyla uçları zorlayan genç yazar Hakan Günday her ne kadar yeraltı edebiyatı yapmadığını söylese de, insanı rahatsız ve tedirgin edici, hem sisteme karşı olan hem de sistemle iç içe geçen karakterlerine ustalıkla can veriyor. Günday, ana karakteri Asil'in psişik özelliğine ve dünya algısına uygun bir dili de büyük bir beceriyle kullanıyor.Roman boyunca çok sayıda felsefi tanımlama ve tespit, ana karakterin üslubuyla sıralanıyor.

22. İhsan Oktay Anar - Amat

22. İhsan Oktay Anar - Amat

Kıyıda ise üç direkli, iki güverteli ve 58 toplu bir kalyon, o karanlıkta usturmaçalarını puta edip iskeleye palamar vermişti. Yelkenlerin sarılı olduğu serenler hisa edilmiş ve tez zamanda yola çıkacağını ilân için mizana direğine mavi bayrak çekilmişti. Esrarengiz adam, kalabalığı yarıp elinden tuttuğu İsrâfil'le iskeleden gemiye doğru yürümeye başladı. Kalyonun dikmesinin palangalarına asılan ve tıraka tutan gemicilere vardiyan, 'Yisa, sizi gidi sütü bozuk sünepeler! Yisa beraber! Varda ruhsuzlar! Varda! Bre aman! Laşka! Laşka!' diye feryat ediyor ve hurçların, sandıkların ve fıçıların ambarlara usûlünce istifine nezaret ediyordu. Güneşin doğmasına 7 saat kala esrarengiz adam, sürme iskeleden kalyonun çukur güvertesine çıkmak istedi. Fakat eline ne kadar asılırsa asılsın Eşek İsrâfil yerinden bir türlü kımıldamıyordu. O karanlıkta eline son bir kez daha asılıp 'Gel yâ mübarek!' diye nida eyledi. Bunun üzerine çocuk her nedense inat etmekten vazgeçti. Ne var ki, sürme iskelenin kayganlığından dolayı düşmemek için midir, İsrâfil'in kuşağına 40-50 yaşlarında, iri yapılı, sırma işlemeli siyah kaput giymiş biri yapışmıştı. İşte bu adam kuşağı bırakıp küpeşteye tutundu ve güverteye ayak bastı. Bunun ilâhî düzenin bozulması demek olduğunu hiç kimse bilmeyecekti.

23. Barış Bıçakçı - Bizim Büyük Çaresizliğimiz

23. Barış Bıçakçı - Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Sıkı bir dostluk... Aslında hikâye onların hikâyesi, Ender'in ve Çetin'in... Günün birinde hayatlarına bir genç kız girer. Şimdi düşünme, hatırlama ve kendini didikleme zamanıdır. 

'Nihal'e başından beri olduğumuzdan farklı göründük. Böyle gerekmişti. Koruyucu, kollayıcı, soğukkanlı, ne yap­ması gerektiğini bilen, Nihal düzgün yürüsün, üniversiteyi uzatmadan bitirsin, yaşadığı felaketten makul adımlarla uzaklaşsın diye asfalt döşeyen iki orta yaşlı, deneyimli er­kek. Biri göbekli, diğeri kel.'

Barış Bıçakçı, bu çağa özgü lâf kalabalığından; dil, duygu, düşünce kirliliğinden paçalarına tek damla çamur bulaştır­madan çıkabilen, şaşırtıcı bir içışığı cömertçe yayan bir ya­zar. Nefes alır gibi, su içer gibi yazıyor.

24. Fakir Baykurt - Kaplumbağalar

24. Fakir Baykurt - Kaplumbağalar

Tozak köyü şu koca yeryüzünde, kıyıda köşede kalmış bin yamalı bir yoksul yorganı, alabildiğine kurak, bakımsız, unutulmuş. Ahalisi desen günümüz köylüsü: Hâlâ devletten medet uman, 'Hökümetimiz en iyisini bilir' diyen, cahil, kaba saba ama bir o kadar çalışkan, sahici ve vicdanlı. Köyün Eğitmen Rıza'sı, Muhtar Battal'ı ve akıllı delisi Kır Abbas'ı gün olur akıl yürütür, el ele verir, köylüyü de peşine takıp bir bağ kurar, hem de taşlı bir tarlada, bin bir emekle, özveriyle ve gece gündüz çalışarak. Tam ağızları üzümlerle tatlandı, yürekleri umutla doldu derken, hiç ummadıkları bir anda hükümetin tokadını yerler... ama ne tokat! Bir anda, bürokrasinin çarkında bir çapak olup çıkarlar. Hak hukuk ararlar aramasına ama neyin hakkı, neyin hukuku?

Mazimizde yer etmiş ama bugün hala varlığını sürdüren sorunlara değinen, yalın ama zengin bir dille yazılmış, özgün ve aydınlık bir edebiyat eseri olan Kaplumbağalar, yaratıcı ülkemiz köylüsünün olduğu kadar, onun bürokrasi karşısındaki çaresizliğinin ve cehaletinin de hikayesini anlatıyor. 

25. Refik Halid Karay - Memleket Hikayeleri

25. Refik Halid Karay - Memleket Hikayeleri

Memleket Hikâyeleri Türk edebiyatında Anadolunun en hakiki hikâyeleridir. Anadolu Memleket Hikâyelerinde bütün gerçek varlığı ve iç dünyasıyla karşımıza getirilmiştir.

Nihad Sami Banarlı

Geniş ününü mizah ve siyasal yergi yazılarıyla sağlayan Refik Halidin mizah yazıları gibi hikâyeleri de edebiyatımızın bu alanında bir aşama olmuştur. O zamana kadar İstanbul sınırları dışına çıkamayan Türk hikâyesini Anadoluya yöneltmekle hikâyeciliğimize yeni bir ufuk açmış, yeni bir soluk getirmiştir.  Cevdet Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman

Refik Halidin anlattığı olaylar bütünüyle yaşadığı dönemin olaylarıdır. Memleket Hikâyeleri ile Gurbet Hikâyelerinde canlandırılan kişilerin çoğu adeta canlıdır. Bütün bu yönleriyle Halide Edip onun yalnız Türk edebiyatının değil, Rus ve Amerikan edebiyatlarından sonra, hikâyecilikte cihan ölçüsünde ön planda bir yer işgal edebilecek bir hikâyecimiz olduğunu belirtir.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

26. Alim Şerif Onaran - Binbir Gece Masalları

26. Alim Şerif Onaran - Binbir Gece Masalları

Yüzlerce yıl boyunca, Çin'den Kuzey Afrika'ya uzanan ve Çin, Çin Hindi, Hindistan, İran, Irak, Türkiye, Suriye ve Mısır'ı kapsayan bir alanda anlatılan Binbir Gece Masalları, ilk kez Antoine Galland tarafından düzenlenip Fransızcaya çevrilerek (1704-17, 12 cilt) dünyaya tanıtıldı. Bugüne kadar belli başlı bütün dillere çevrilen bu masallar, Galland'dan çok daha öncesinden başlayarak, edebiyattan müziğe, sinemadan baleye kadar bütün alanlarda pek çok sanatçıyı derinliğine etkiledi, defalarca işlendi, yeniden yorumlandı, taklit edildi. 

Binbir Gece Masalları, sadece insanların düşgücünü ateşlemekle kalmadı; bilinen en eski örneğini oluşturduğu 'çerçeve öykü' tekniğiyle de, hem geçmişte hem de günümüzde, dünya edebiyatını en çok etkileyen kitapların başındaki yerini korudu. 

Alim Şerif Onaran (1921-2000), Binbir Gece Masalları' nı ilk kez tam metin halinde dilimize kazandırdı. Orhan Pamuk, gözden geçirilmiş bu yeni basım için bir sunuş yazdı. Size kalan sadece 'Açıl susam açıl!' demek...

27. Erhan Bener - Böcek

27. Erhan Bener - Böcek

Böcek, Erhan Bener'in hümanizmini en çarpıcı biçimde sergilediği bir başyapıtıdır. Bir işkenceci polisin yaşam serüvenini büyük bir başarıyla sergileyen roman, Ümit Elçi tarafından 1994 yılında sinemaya uyarlandı ve film, Antalya Altın Portakal yarışmasında En İyi Film (1995) ödülünü kazandı.

28. İrfan Yalçın - Pansiyon Huzur

28. İrfan Yalçın - Pansiyon Huzur

Her kesimden insanın yaşadığı, kendine özgü hareketli bir bölge olan Beyoğlu'nun kenar mahallesinde harap bir binayı kiralayıp pansiyon haline getiren bir kadının hayat öyküsüdür bu roman. Basit bir evin odalarında, açlık ve sefaletle yaşamlarını sürdürmeye çalışan pansiyon sahibi ve kiracılarının başından geçen olaylar her yönüyle toplumumuzu yansıtmaktadır.Toplumun bir dünya görüşünün ürünü olan romanın her sayfasında Türk toplumunun dertlerini, kırgınlık ve kızgınlıklarını bulacaksınız.Milliyet Yayınları 1974 Yarışması İkincisi olan Pansiyon Huzur, İrfan Yalçın'ın ilk romanıdır.

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
Reklam
https://jellybon.com https://www.tahminmatik.com
Tüm içerikleri
right-dark
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
90
23
14
4
3
3
2
Yorumlar Aşağıda
Reklam