Kaptan Ailesinin Sahnesinde: "Bir Günümüz Efsanesi / Ferhat ile Şirin"
Efendim, bugünkü yazımda değişik bir konsept deniyor olacağım. Bugünkü konuklarım başarılı oyuncular Orçun Kaptan ve Damla Cercisoğlu Kaptan. Onlar aynı zamanda karı koca ve çok başarılı işlere imza atacağına adım gibi emin olduğum yepyeni bir tiyatroyu yani Eserekli Tiyatro’yu kurdular ve ilk oyunları Bir Günümüz Efsanesi / Ferhat ile Şirin’i 6 Mart’ta Şişli Tiyatrosu’nda sahneleyecekler. Normalde soruları ben sorarım ve konuklarım cevaplar ama bugün bir değişiklik yapmak istiyorum ve konuklarımın birbirlerine soru sorup cevaplamalarını arzu ettim. Çok da keyifli bir dialog oldu. Ee hadi buyrun o zaman röportaja…
DAMLA: Bir oyuncuda olması gereken en önemli beş özellik nedir ve sende var mı?

ORÇUN: Sabır, gelişime açık olmak, bol okuyup izlemek, algıların sürekli açık olması, gündemi takip edip yakalamak… Hepsi bende var. Zaten bende olanları saydım 😊
DAMLA: Yeni bir tiyatro kurmuşsunuz adı da Eserekli. Neden Eserekli ve bu zamanda Don Kişotluk değil mi? Neden kendi tiyatron?
ORÇUN: Evet beraber kurduk. İsim ararken sadece bu oyun değil bir sonraki oyunları da düşünmek lazımdı. Belli bir üsluba uygun kendimize has bir tarzımız olmalıydı. İkimiz de git gel akıllı olduğumuz için bizim ne yapacağımız belli olmaz diye düşündük. Acaba tiyatro git gel mi koysak derken Damla’dan eserekli fikri çıktı. Elbette Don Kişotluk yapıyoruz. Ama her devirde bir don Kişot çıkmasa halimiz nice olurdu? 😊
25 yıllık tiyatro hayatımda birçok tiyatroda çalıştım. Ustam Ferhan Şensoy. Ustamdan öğrendiklerim, diğer tiyatrolardaki tecrübelerimi harmanladığımda kendi tiyatromuzu kurmanın zamanı geldi de geçti bile diye düşündüm. Kendi kalemime tarzıma uygun olabilecek tek tiyatro da kendi tiyatromdu.
DAMLA: Bir tiyatro kalıcı olabilmek için ne yapmalı? Sizinkinin türü ne ve ne tip oyunlar yapacaksınız?
ORÇUN: Ustam “kendi üslubu olmayan tiyatro yok olmaya mahkumdur” derdi. Bizim de kalıcı olmak için kendi üslubumuzu oturtmamız gerekiyor. Amacımız bir repertuar tiyatrosuna evrilmek. İçinde yine üslubumuza uygun dram oyunu da çocuk oyunu da ekleyebiliriz. İllaki bir kabare ekleyeceğiz. Tarzımızı geleneksel Türk tiyatrosu alt yapılı, epik, absürt olarak özetleyebilirim.
DAMLA: Beş yıl sonra kendini nerede görüyorsun?
ORÇUN: Daha çok yazmış, üretmiş, kabare formatını oturtmuş, öğrenci yetiştirmiş, sahneye taşımış olarak görmek istiyorum..
DAMLA: İlk oyun “Bir Günümüz Efsanesi”. Neden bu oyun? Sen yazmışsın. Nasıl bir süreçti?
ORÇUN: Geçtiğimiz yaz kendi oyunumuzu yapmaya karar verince araştırmaya, okumaya başladım. Başlangıç olarak iki veya üç kişilik bir oyun yapmaya karar verdik. Belki onlarca iki yüze yakın oyunu okudum, inceledim. Genelde ilişki komedileri vardı ama harika fikirmiş diyebileceğim bir oyun bulamadım. Derdi olan, bir şeyler de anlatan, gündeme de atıfta bulunan bir oyun olsun istiyordum. Tanıdığım, beni de iyi tanıyan dostlarımla, abilerimle bu derdimi paylaşınca “senin kalemin var, yazdığın oyunlar da var, neden kendin yazmıyorsun?” fikirlerini duydukça oturup yazmaya karar verdim. Zaten kafamda kabare için bir eski aşıklar Eşinle beraber ın skeci vardı. İçlerinden Ferhat ile Şirin’i seçerek oyunlaştırdım. Ferhat ile Şirin 1538’den günümüze ışınlansa ne olur fikriyle yola çıktım.
DAMLA: Eşinle beraber çalışmak hatta meslektaş olmak neden iyi neden kötü?

ORÇUN: Neden iyi çünkü süreci ve zorluklarını çok iyi biliyor. Üstelik bana ve tarzıma da hâkim olduğu için dert anlatmak zorunda kalmıyorum. Neden kötü? Damla çok titiz ve mükemmeliyetçi. Yazma aşaması bittikten sonra o kadar detaycı olmuyorum galiba. Nasılsa hallederiz rahatlığı var bende.
DAMLA: Peki ikinci oyun hatta üçüncü, dördüncü oyun planınız var mı?
ORÇUN: Elbette var. Hadi bunu çıkaralım kervan yolda düzülür diye yola çıkmadık. Zaten bu oyunun bile sonunu “to be continued” olarak bitirmeyi düşündük. Eğer seyirciden olumlu geri dönüş olursa devamını yaparız diyerek. Onun dışında okuduğum bir kitaptan bir oyun uyarlama çalışmam var. Damla’nın bir tek kişilik oyun hayali var, araştırıyor. Durmak yok yola devam…
DAMLA: Türkiye’de tiyatronun geldiği son noktayı nasıl buluyorsun? Ya ufak oyunlar, küçük kadrolar ya da dev prodüksiyonlar. Arası yok?
ORÇUN: Sanatçı doğası gereği muhaliftir düsturuyla yetiştim ben. Fakat bu otosansürle maalesef hayata geçemiyor. Televizyonda ve sinemada veya dijital platformlarda komediyi, duymak görmek istediklerini bulamayan seyirci tiyatroya lütuf gösteriyor. Fakat içinde bulunulan ekonomik koşullar ya çok zengin ya da çok fakir bir kitle yarattı. Tiyatroya gitmek isteyen seyirciye bilet fiyatlarını makul tutarak oyun izletmenin tek yolu dekordan, kadrodan fedakarlık etmek oldu maalesef. Zira sahne kiraları, dekor nakliyesi, turnede kalınacak otel, yenecek yemek vs. derken maliyetler uçmuş durumda. Bir de 2000- 5000 tl bilet verebilecek veya bakın verdim diyebilecek bir kitle var. O kitle zaten bizim ulaşmak istediğimiz kitle değil. Onların bir derdi yok, benim var..
DAMLA: Popülerlik tiyatro açısından ne kadar önemli? Şöhretin artısı veya dezavantajı var mı?
ORÇUN: Tiyatro seyircisi oyun iyi mi değil mi? İyi oynanmış mı oynanmamış mı ile ilgileniyor bence. Kimin oynadığı afişte “gel gel” yapıyor olabilir ama uzun vadede hiçbir katkısı olduğunu düşünmüyorum. Ama afişte gördüğü oyuncuyu tanıyorsa “bu oynuyorsa bu oyun komiktir” diye bilet alıyor olabilir. Zira parası çok değerli ve boşa gitsin istemiyor. Ama son dönemde görüyoruz ki artık bu da yetmiyor. Seyirci oyun bir başlasın, sosyal medyada bir videolarını, yorumları göreyim, biraz oynasın ondan sonra giderim diye düşünüyor. Kimin oynadığı bence önemsizleşti.
DAMLA: Ödüller ve dağıtım şekilleri ile ilgili ne düşünüyorsun? Bir oyun ödül aldığı zaman illaki patlıyor. Sence faydası var mı?

ORÇUN: Afişe konan ödüllere seyirci itibar ediyordu. Fakat son yıllarda çok prestijli ödül törenleri olduğu kadar ne olduğunu, kimin düzenlediğini, neye göre niye ödül verildiğini bilmediğimiz organizasyonlar da var. Yirmi yıldır tiyatroda oynamamış adama yılın en iyi tiyatro erkek ödülü verildiğini biliyorum. Yahut “bu yıl on ikinci düzenlenen bilmem ne ödülleri” diye duyduğum, gördüğüm ama her ay düzenlenen dolayısıyla on ikincisinin on ikinci aya denk geldiğini bildiğim törenler de var. Bunu ben görüyorsam seyirci de görüyor ve anlıyor hangi ödül ne demek.
ORÇUN: Sorulacak bütün soruları sordun ama benim de merak ettiklerim var. İyi bir yönetmen ve özellikle müzikal alanında uzman olduğunu biliyorum. Bir gün bu tiyatroda müzikal koymak ister misin? Yoksa üsluba uymak beni kısıtlar mı dersin? Yahut bu üslupta da koyarım ne var mı dersin?
DAMLA: Ben canımın istediğini canımın istediği gibi koyarım eminim de bu tiyatronun üslubuna uyacaktır derim. Kendimle ilgili bu kadar yılda öğrenemediğim hatta kendimi keşfedemediğim pek çok yanım var ama çok emin olduğum şey beni diğerlerinden ayıran bir yönetmenlik üslubum olduğu. Ve aslında bu sadece yönetmenliğimde değil hayatımın genelinde yayılan bir bana özgülük. Yıllardır beni iyi tanıyan arkadaşlarım “Senin bir omzun Nişantaşılı bir omzun Kasımpaşalı” derler. Hayatım giyim tarzımdan ev döşeme tarzıma tatil zevkimden yemek zevkime kadar hep çok çeşitlilikle geçti. Gelinliğimi seçerken bile bohem bir kumsal gelinimi yoksa elegan bir dönem gelini mi olacağıma düğün mekanına göre karar verdim. Çünkü bende ikisi de var.
Bu kadar geniş bir yelpazeyi yönetmenlikte de kullandığımı düşünün. Arabesk bir müzikali de 1950’ler Amerikasında geçen son derece elegan bir dönem hikayesini de aynı oranda severek ve sahiplenerek sahneye koyabilirim. Ama komedi her koyduğum oyunda hatta en dramatik sahnelerin içinde bile var olan bir unsur benim için. Çünkü zaten hayatın her anı eğer ısrarla içinde kalıp debelenmeyi sürdürmek yerine dışardan bakmayı başarabilirsen komik. Seninle tek bir farkımız var. Ben söz komiği bilmezdim doğru düzgün senden önce. Kalemim ve yönetmenliğim hep durum ve an komiklerine çalışırdı. Seninle beraber ben de bunu öğreniyorum hem oyunu hem de yönetmen olarak.
ORÇUN: Tiyatro bir oyuncunun her zaman kurtarıcısı olmuştur ama maddi rahatlık için illa bir dizide, filmde oynamak gerektiğini düşünüyor musun? Yoksa güzel işler yaparsan tiyatrodan da kazanılır mı dersin?

DAMLA: Eskiden illaki tiyatrodan da kazanılır derdim. Ama maalesef tiyatro camiasının da dizi sektöründen farklı kalmadı. At izi it izine karıştı derler eskiler. Tam olarak öyle oldu. O sebeple ne tutacak niye tutacak artık anlamak mümkün değil. Eskiden kulak gazetesi derdik biz oyunun iyiyse kulaktan kulağa yayılır illaki seyircisini bulur derdik. Şimdi sosyal medya var. Bambaşka bir mantıkta işliyor ki ben ne, ne için ilgi çekiyor asla anlamıyorum.
Ayrıca bir oyunun tutması için istikrarla oynanması lazım ki bu maliyetlerle o da çok zor. Ama şunu biliyorum biz şanslı insanlarız ki etrafımızda az da olsa sağlam ve bizimle bu yolda yürümeye ve ısrar etmeye niyeti olan bir ekibimiz var. O sebeple bize bir şey olmaz. Şimdi onlar düşünsün.
ORÇUN: Tek kişilik oyun hayalinden bahsettik. Nasıl bir oyun düşünüyorsun?
DAMLA: Tek kişilik oyun ki şu anda oynamayanı dövüyorlar bence bir oyuncu için yapılabilecek en iddialı ve üstünde düşünülmesi gereken iş. Şu an 10 yaş daha genç ve tek kişilik oyunuyla tanınmış bir oyuncu olmayı istenmezdim açıkçası çünkü tıpkı ilk romanı tutan romancının ikinci roman sendromu gibi tek kişilik oyunla tanınmış oyuncunun da ikinci oyunla ilgili ciddi bir sorunu oluşuyor. Seyirci ondan çoğunlukla ilkine benzemeyen tamamen farklı başka bir tek kişilik iş bekliyor ki bu büyük bir beklenti ya da aynı oyunucuyu kalabalık bir kadroda ne yapacak bakalım diye görmek için koşa koşa gidip seyredip sonra da aman o kadar da iyi değilmiş deyip işin içinden çıkıyor zira ensemble içinde kendini var edebilmek çok daha zor tabii ki.
Ezcümle belki iki sene evvel hala erken diyebilirdim ama sanırım 44 ü bitireceğim şu günlerde artık benim de anlatacak bir hikayem var. Tek kişilik bir oyun yapmalıyım diyorum. Başarılı olmuş tek kişilik işlere bakın ki hemen sayabileceğim aklımda olan sevgili Merve Polat’ın “Yan Rol”ü; Nezaket Erden’in “Dirmit”i; Uğur Kanbay’ın “Eylül'ü gibi tüm bu işler oyuncuları tarafından içselleştirilmiş çok sevilmiş ve sahip çıkılmış hikayeler. Rolleri ile adeta özdeşleşmişler iç içe geçmişler. Böyle bir hikâye var aklımda.
Dışarıdan bakıp herkesin gerek görüntüsü gerek yeteneği ailesi veya eğitimiyle hayata on sıfır önde başladığını zannedip aslında kimsenin içine bakmaya zahmet etmediği, görüntüsü hep gerçeğinin önüne geçmiş kadınlar vardır. Yan rol olmaya fazla başrol olmaya ise başka sebeplerden bir türlü uygun olamamış kadınlar…Ya da başrol olup ta ruhu kaldıramamış kadınlar… Öyle işte… Anlatınca göreceksiniz ama önce bunu anlatacak kalemi ve yönetecek gözü bulmam lazım.
ORÇUN: Uzun vadede oynamak mı? Yönetmek mi? Hem yönetmek hem oynamak mı? D: hiçbiri…
DAMLA: Vallahi paşa gönlüm ne zaman neyi isterse öyle. Hayatımın öyle bir dönemindeyim. Yapmak istemediğim hiçbir şeyi yapmamaya, istemediğim hiçbir yerde durmamaya görmek ya da görüşmek istemediğim kimseyle de bir arada kalmamaya karar verdim ve bunu uygulamaya da kendime söz verdim. Yaşla beraber daha evvel bunları söyleyen annemi bencil olmakla suçlayan ben giderek ona benzemeye başladım. Sanırım çoğu kadın 40’ından sonra bunu söylüyordur. Tabii aslında altında yatan şey tecrübeler.
Her şey bir yana bir şeyi yüzde yüz inanmadan ve sevmeden ya da istemediğim birileriyle yaptığımda zaten çok da matah bir sonuç çıkmıyor. Yani birileri beğenmiş beğenmemiş değil birileri iyi de bulsa ben kendi yapabileceğim şeylerin sınırlarını veya sınırsızlığını biliyorum o sebeple bana göre vasat oluyor. Ama net söyleyebilirim ki inandığım bir projede benimle oyuncu olarak çalışan yönetmen de yönetmen olarak çalışan yapımcı da çok mutlu olur zira ben o işle yatıp o işle kalkarım ve en iyisi için delice çalışırım. Ayrıca son beş sene geri çekilip izlediğim için cebim çok dolu.
ORÇUN: Yeni kurulan tiyatromuzun bu sürecinde en çok zorlandığınız konu ne?

DAMLA: Tabii ki “yeni bir tiyatro kurma fikrinin kendisi”! Ben geçen seneye kadar 12 yıl aynı kurumun içinde çalıştım ki bu bir özel tiyatro idi. Bunun üç senesini sadece oyuncu ve reji tarafında tamamladıktan sonra yönetici kısmına geçip en sonunda da genel sanat yönetmen yardımcısı oldum. Bu işi yapmaya başladığımın ikinci ayında hayatımı vakfedebilirim dediğim tiyatrodan nefret eder hale gelmiştim ve bunu yüksek sesle söylediğimi hatırlıyorum.
Hatta söylediğimde yanımda yıllarca aynı yönetici pozisyonu ile koskaca Dormen Tiyatrosunu yönetmiş sevgili Haldun ağabey (Dormen) vardı ve koca bir kahkaha patlatıp aramıza hoş geldin demişti. Yani tiyatro sahibi olmak neresinden baksan deliliğin tanımı.
Don Kişot olmak gibi bir şey. Ama tiyatro kurmakla kastim bavulunu alıp karı koca şehir şehir dolaşıp oyun oynamak değil. Özel tiyatro dediğin şey oyun oynamaktan ibaret bir şey değil. Gerçek bir tiyatronun sağlam ve sabit bir ekibi ve en önemlisi repertuarı olur. Bir üslubu olur. Hep aynı şeyleri yapar hep aynı kadrolarla çalışır demek değil bu yanlış anlaşılmasın.
Zaten o sebeple tiyatronun adını Kaptanlar falan gibi bir şey değil “Eserekli” koyduk. Belli bir üslupla iyi olan birçok farklı şeyi repertuarda barındırabilmek için. Hatta hatırlarsan benim aklıma gelmişti isim. Sen çok iyi bir oyuncu hatta belki ondan da iyi bir yazarsın ama tiyatro yönetimi konusunda hiçbir fikrin yoktu ve hatırlarsan ilk kurma yoluna girdiğimizde çarptığımız bir sürü duvarı önceden tahmin ettiğimde kötümser olduğumu söyleyip çıkışmıştın. Keşke zaman beni haksız çıkarsaydı ama maalesef hepsini yaşadık ve içinden geçtik. Neyse ki alnımızın akıyla çıktık.
ORÇUN: Orçun’la çalışmak nasıldır? Zor mu kolay mı?
DAMLA: Doğrusunu istersen Orçun’la sadece çalışmak değil yaşamak da zor. Senin farklı ve çok katı bir kafa çalışma sistemin var ve tabii ki kendi doğruların. Ve esnemeye pek yatkın bir yapın olduğu söylenemez. Ama esneyemeyen her şey kırılmaya mahkumdur kısmını son 3 senede görmeye başladığını düşünüyorum. Ben de eskiden çok katıydım hâlâ da birçok konuda inatçı olabiliyorum ama yönetmenlik bana çok şey öğretti açıkçası hatta o hiç bayılmadığım yöneticilik de. Hâlâ da öğreniyorum. Karı koca olmamızdan kaynaklı beni herkesten iyi tanıyıp potansiyelimi ve yapabileceklerimi herkesten iyi bildiğinden sanırım bana karşı herkesten daha eleştirel ve katı olabiliyorsun. En iyi benim olmamı istediğin için en çok beni eleştiriyorsun. Bu beni çok zorluyor mu? Evet kesinlikle. Ama sonuçta en çok istediğin şeyin kendinden bile daha çok benim iyi olmam olduğunu biliyorum.
ORÇUN: Orçun yazdıkları konusunda katı mıdır? Aranızda yazar – yönetmen ilişkisi nasıl ilerliyor?
DAMLA: Yazdıkları konusunda takıntılı bir adam değil yazar olarak. Hatta çoğunlukla bu kutsal kitap değil sonuçta değiştiririz gerekirse der. Ama realitesi böyle mi emin değilim. Zira Orçun kimsenin aklına gelmeyecek kadar absürd ve değişik bir konu bulma ve espri yazma becerisine sahip ama ne yazık ki yazdığı esprileri satabilmek için Orçun olmanız gerekli. Daha doğrusu içinizde onunki gibi bir komedi saati işlemeli ve zamanlamanız ve seyirciyi koklama yeteneğiniz çok ama çok iyi olmalı. Bazen takılıyorum ona provalarda. Kusura bakma canım biz ölümlüler tam olarak tutturamıyoruz bazen o ayarları diye.
Ben yönetmen olarak özellikle müzikallerde asıl mesleği oyuncu olmayan bir sürü insanla çalışmaya alışık olduğum için biraz daha esnek olabiliyorum ya da mecburen öğrendim diyelim. Ama yazar Orçun her şeyi biraz daha net ve yüksek seviyelerde tutmakta ısrarlı. Sonuçta onun yazarlığı ile benim yönetmenliğim ortada bir yerde dengeyi bulmamızı sağlıyor.
ORÇUN: Oyuncuda olmazsa olmaz beş şey nedir? Bir de senden alalım 😊

DAMLA: En ama en önemlisi zeka ama IQ anlamındaki zeka değil. IQ VE EQ’nun aynı oranda çalışabildiği bir zeka. Çünkü sadece zeki olmak bencil egoist ve benmerkezci olmayı da beraberinde getiriyor. EQ su zayıf bir insan isterse üstün zekalı tabir ettiğimiz biri olsun fayda etmez. Çünkü EQ’nun barındırdığı empati ahlak vicdan sadece kendinin değil genelin iyiliğini isteme hali ve tabii farkındalık oyuncuda olmazsa olmaz nitelikler benim için.
ORÇUN: Son olarak gerek bu tiyatroda gerek başka yerde mesleğe dair hayalin nedir? Tiyatroların gidişatını nasıl görüyorsun?
DAMLA: Tiyatroların şu anki durumunu memleketin geneli gibi “kafası karışık” buluyorum. Bunun en önemli sebeplerinden biri de tiyatrocuların kendisi tabii. Tiyatro da da akımlar oluşmaya başladı ama biz her konuda yaptığımız gibi hepsini bir arada güzel bir harmoni ile var etmek yerine hangisi gerçek tiyatro diye tartışmaya başladık ve herkes diğerini dışlama peşine düştü. “In your face” yani seyirciyi de tiyatronun bir parçası haline getirme ve eskilerin seyiriciyle göz göze bile gelme ve sahnede seyirciye arkanı bile dönme gibi katı kurallarını değiştiren akım ilk Türkiye’ye geldiğinde “evet işte gerçek tiyatro budur” diye ilk bayrak sallayıp klasik dramatik tiyatroyu demode ilan edenler yine bizim meslektaşlarımız oldu. Birdenbire herkes bu akıma tutuldu ve diğerleri katiyen tiyatro değildir artık denilmeye başlandı. Yani biz her alanda olduğu gibi bu konuda da kutuplara ayrıldık.
Maalesef yıllardır bilinçli olarak kutuplaştırılan bu ülkenin DNA’sı değişti ve artık bir arada var olma meselesini beceremiyoruz ve bu da bizim köklerimizden gelen o güzel çeşitliliği yok ediyor. Çeşitliliğin yerine tekelleşmenin olduğu hiçbir şey maalesef ilerleyemez dolayısıyla Tiyatro da tek bir tarafa ve sonunda da tek kişilik oyunlarla çok büyük prodüksiyonların yani çoook uzak iki ucun sadece kendine yer bulabildiği bir alana dönüştü. Memleketin orta direği nasıl yok olup sadece fakirler ve çok zenginler kaldıysa tiyatroda da çok büyük prodüksiyonlarla tek ya iki kişilik oyunlar sadece kendine yer bulabilmeye başladı. İşte biz bunun ortasını yapmaya çalışacağız. Yani deliyiz sanırım. Yeldeğirmenlerine karşı savaşacağız.
Belki kötümser diyeceksiniz ama tüm bu sebeplerden dolayı asıl mesleğim olan oyunculuk ya da yönetmenlikle ilgili önümü göremiyorum. Çok bilinmese de yıllardır eğtimlerini aldığım ikinci bir mesleğim var. Spor hocalığı ve beslenme uzmanlığı da yapıyorum. Ve pandemi ile birlikte online olarak iki konuda da danışmanlık yapmaya başlamıştım ve halen aktif olarak devam ediyorum. O konuda da tabii ki hayallerim var. Onları da zamanla tek tek gerçekleştireceğim inşallah.
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!