Sabır: En baştan başlamaya razı olmak. “Bunları biliyorum ben yea,” dememek. Çünkü editörlük sıkıcı bir iştir: Gerçekten editör olmayanlar için. Angarya işleri yapmaktan erinmemek gerekecek. Düşünelim, bir sushi ustası olup sushi dilimleme mertebesine ermek yıllar sürüyorsa editörlük de öyle bir mükemmellik esasına dayanıyor. Tamam on yıllar sürmeyecek ama tüm o sıkıcı süreç yaşanacak. Sabırla bir dosyayı baştan sonra yayıma hazırlama günü beklenecek çünkü o gün geldiğinde mükemmel olmak gerecek ve beklenildiğine değecek. Sadece manevi olarak da değil, çıkan işin niteliği üzerindeki etkisi açısından da değecek.
Şüphe: Önce kendinden şüphe edersin. Emin olduğun an ile şüpheye düştüğün an. İnişli çıkışlı. Herkes editörlüğü hata bulmak sanır ama bir sırrı var aslında. Onaylamak da editörlüktür. Bu nedenle bulduğun arızalardan çok bulamadıkların seni yiyip bitirir. Şüphe seni dinç tutar. Şunu hiç diyemezsin, “Amaaan bu da böyle olsun.” Çünkü şüphe, seni böyle şeyler düşünmekten de alıkoyar.
Merak: Merak bir editör için şüphe kadar olmazsa olmaz bir özellik bence. Çünkü editörlük aynı zamanda muhaberattır, gazeteci gibi çalışmaktır, bilim insanı gibi çalışmaktır. Her şeyi teyit edersin, emin olmak istersin, ona bakarken bir de bunu görürsün, onu görünce aklına şu gelir, uçuştukça heyecanın yükselir, sen yükseldikçe metin derinleşir ve öncesinde görünmeyenler görünür olur. Sen de yine her zamanki anaçlığınla okur için ayrı yazar için ayrı ve metin için ayrı çalışmaya devam edersin. Dip notların, son notların, metin içi ve dışı öğelerinle… Her buluş bir aydınlanma her fark ediş yeni bir mini dokunuş.
Yetkinleşmek için vaktinin olması: Şunu yapmamak. Hani bir kuaförün yanına çırak girerler de üç beş fön tutunca kendi dükkanını açabileceğini düşünürler ya. Bir de tabela asarlar “Gold Makas Hair Design Studio” diye, böyle fiyakalı da bir dekorasyon yaparlar dükkanlarına ama aslında henüz sanatlarını ellerine almamışlardır. Heh, işte bundan sakınacak kadar saygılı olacak: mesleğe, yazara, okura ve en çok da kendine. Elbette deli pösteki sayar gibi işlerle iştigal edeceğiz (ömür boyu). Yapacak bir şey yok. Çünkü dediğimiz gibi bir editör işinde neredeyse mükemmel olmak zorundadır. Neredeyse dememden herhalde anlamışsınızdır, bir editör için zaten mükemmel yoktur, “kesin bir şeyler var” der o, henüz görmemiş olduğu şeyler… Hep tedirgindir, hep pür dikkat, hep kendi kendinin ensesinde boza pişirir. Bakar da bakar, bakar da bakar.
Bundan işte, canım Selahattin Özpalabıyıklar’dan duymuştum, “Editörün iş teslim günü dündür,” diye. Öyle. Kolay kolay bitmez işi metnin. Bizim işimiz kendini biraz da bu sebeple hemen “tamam oldum ben” hissedebileceğin işlerden değil. Bu hisse kapıldığımız anlar olmuyor değil ama artık biliyoruz, her defasında püf diye uçuyor. (en azından bende öyle oluyor, ne yalan söyleyeyim) Bu nedenle bugün başlayıp yarın editör olamıyoruz. Tam olarak olamıyoruz, olmamız gereken asgari düzeye ulaşmak vakit alıyor.
Nezaket: Dünyanın en kırılgan insanlarıyla çalışılan bir iş bu. O kadar dikkatli olmalı ki… Ne gaz verecek ne heves kıracak ne de sınırını aşacak... Bir yazara bir editöre geçen o gücü, iradeyi doğru yönetmek gerekecek. Çünkü arada metin var. Onun haklarını gözetecek ve ona zeval gelmemesi için elinden geleni yapacak. Ve bunun için yazarla birlikte ter dökecekse, nezaketi elden bırakmayacak.
Azim ve yılmazlık: Nasıl daha iyi yapabilirim? Akılda hep bu soru, hep. Baştan savma çalışılamayacak işlerden bu, daima tetikte daima en iyisinin peşinde olacak. Kolayca sıkılan ya da hemencecik havaya giren biri için editörlük korkunç olacaktır: hem kendi hem de metin için.
Dayanıklılık: Bu saydıklarım ve daha fazlası sebebiyle uzun saatler oturursun. Sırtın, boynun, omuzların, bacakların… Çatır çutur, kaskatı, bir acayip rahatsızlık hep seninle olur. Çalışma tarzın doğal olarak yaşam tarzın oluyor. (mental dayanıklılık da lazım tabii)
Diplomasi: Metni yazara, okura ve yayıncıya, yazarı metne, okura ve yayıncıya, yayıncıyı metne, yazara ve okura, kısaca hepsini böyle farklı kombinasyonlarla birbirine karşı temsil edecek, savunacak ve arkalarında duracaksın. Hz.Ömer’in adaleti ile Hz.Ebubekir’in dostluğunu iki cebine koyacaksın, eh bol bol da meditasyon tabii. (Dünyanın hem en sakin ama hem de en stresli işi olabilen editörlük için mental dayanıklılık da mühim yani.)
Okur geçmişi: En sevdiğin yazar sorusu sorulduğunda düşünmek, bir türlü esas favorini seçememek, yüzlerce kitap okumuş olmak, onları birbirinden ayırt edebilmek, iyi metni bir bakışta kavramak, (henüz) iyi olmayan bir metnin boşluklarını bir çırpıda fark edebilmek. Evet son şartım bu olabilir diye düşündüm.
Yorum Yazın