onedio
article/comments
article/share
Haberler
Vizörden Sızan Hayat: Sokak Bir Hikâye Anlatıcısıdır

etiket Vizörden Sızan Hayat: Sokak Bir Hikâye Anlatıcısıdır

Sokak fotoğrafçılığı bir hikâye anlatıcısıdır o; dahası, modern görsel sanatların en yalın, en uçup giden fısıltısıyla kalpleri sızlatan bir öykü dokuyucusu. Kelimelerin ağır perdesini aralamadan, tek bir karede ruhun uçurumlarını, toplumun titreşen damarlarını, duyguların kasırga gibi savrulan tozunu ve sıradan günlerin gizli ipeklerini örerek açığa vurur. Henri Cartier-Bresson'un o sihirli 'kararlı an'ı gibi, rastlantının narin kanatlarında kayan bir ânı sonsuzluğa hapseder; izleyiciyi, sessiz bir girdabın kollarına bırakır: 'Bu adam neden fırtına gibi koşuyor, gölgesi ardında hangi unutulmuş sırları serpiyor? O kadın, camın buğulu ötesinde hangi düşü işliyor parmaklarıyla? Kalabalığın boğucu kucağında yalnızlık, nasıl da bir hançer gibi parıldıyor, keskin ve yakıcı?' diye mırıldanır kare, zihinleri uyanışın rüzgârıyla okşar.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Sokak fotoğrafçılığı ile o eski hikâye dokumacıları –edebiyatın satır aralarındaki fısıltılar, sinemanın gölge oyunları, sözlü öykülerin sıcak solukları– aynı közde harlanırlar temelde:

Sokak fotoğrafçılığı ile o eski hikâye dokumacıları –edebiyatın satır aralarındaki fısıltılar, sinemanın gölge oyunları, sözlü öykülerin sıcak solukları– aynı közde harlanırlar temelde:

insanlığın narin dokusunu paylaşmak, ruhları bir iplik gibi birbirine düğümlemek için. Bu iki âlem, örtüşürken, incelikli kesişimlerde bir vals gibi dönerler. Önce, anın büyülü damlasıyla: Öyküler, girişten doruğa, çözüme akan bir nehir zinciriyle serpilir; sokak kareleri ise bu nehri bir inci tanesine indirger, parıltısını yoğunlaştırır. Bir köşede, el ele kenetlenmiş iki gölgenin silueti, tesadüfün pamuklu dokusundan bir aşk masalı fısıldar – izleyici, öncesi ve sonrasını, o boşlukları kendi hayallerinin sisinde örerek tamamlar. Her ikisi de, 'göster, fısıldama' diye inler sessizce; fotoğraf sahneyi ten gibi çıplak sunar, hikâye ise betimlemelerin dumanlı örtüsünde aynı hayali dokur.

Sonra, karakterlerin ve empati'nin o yumuşak, derin sarılışında: Sokak fotoğrafları, sıradan yüzleri taçlandırır kahramanlık tacıyla – bir dilencinin ansızın açan gülümsemesiyle umudu yeşertir, bir çocuğun yıldız gibi parlayan merakıyla masumiyeti canlandırır, bir protestocunun yumruklaşmış öfkesinde isyanın alevini yakar. İzleyici, bu karelerde kendini yitirir, empatiyle sarınır, bir romanın sayfalarında eriyen bir ruh misali. Vivian Maier'in loş portreleri gibi, 'Bu hayatın ipliğine karışsam, tenimde hangi rüzgârın türküsünü taşırdım?' diye sordurur; ya da Ara Güler'in İstanbul sokaklarında, bir balıkçının yorgun bakışında, bir çocuğun neşeli koşusunda gizli Anadolu masallarını, o ezeli yalnızlık ve coşkuyu nasıl da canlandırır, izleyiciyi Boğaz'ın tuzlu nefesine, Kapalıçarşı'nın loş gölgelerine sürükler. Hikâye dokumacılığının nabzı da bu duygusal köprüde, sessizce atar.

Ozan Sağdıç 'Sokağın kendi bir tiyatrodur, dekoru hazırdır. Fotoğrafçıya düşen, o tiyatroda doğru anı yakalamaktır.” der.

Bağlam ve sembollerin dolambaçlı bahçesinde, sokak bir tiyatro perdesi gibi açılır: Güneşin yatkın ışığı, gölgelerin kıvrak dansı, arka plandaki bir afişin solgun harfleri, bir köpeğin vefalı izleri, yağmurun ıslak damlaları – hepsi, metaforların gizli ezgilerini çalar, bir senfoni gibi. Robert Frank'ın The Americans defterinde, 1950'lerin Amerika'sı fotoğraflarla bir halk destanına dönüşür, yaraları ve rüyalarıyla; tıpkı Ediz Özcan'ın günümüz İstanbul'unda, Nişantaşı'nın kalabalık nabzında veya Küçükpazar'ın katmanlı sokaklarında yakaladığı anlarda, modern Türkiye'nin karmaşık ritmini, beklenmedik gülümsemeleri ve gizli hikâyeleri nasıl da dokur. Her ikisi, çağın ruhunu –o zeitgeist'in soluğunu– yakalar; bir kare, bir kısa öykü gibi, nostaljinin tozlu patikalarında eleştiri taşır, kültürel aynalarda yansır.

Ve en sonunda, rastlantının büyüleyici avında: Öyküler ilhamı bir kuş gibi bekler, sokak ise doğaçlamanın yabanıl tiyatrosudur.

Ve en sonunda, rastlantının büyüleyici avında: Öyküler ilhamı bir kuş gibi bekler, sokak ise doğaçlamanın yabanıl tiyatrosudur.

Fotoğrafçı, bir avcı misali pusuda siner, ânın kanat çırpışını avuçlar. İzleyici, öykünün satır boşluklarını doldurur hayal gücüyle; karenin kenarlarında ise 'Bu silüetin ötesinde hangi serüven pusuda?' diye sorar, zihni geniş bir okyanusa açar.

Doğal ki, tam bir iç içelik yoktur; hikâye dokumacılığı düz bir nehir gibi akar, uzun ve sıralı, sokak fotoğrafçılığı ise parçalı bir mozaik, öznel ve kesikli. Ama bu ayrılık, onları birbirini tamamlayan aşıklar yapar – bir galeri, Sebastião Salgado'nun göç serileri gibi, bir romanın akıcı sayfalarına evrilir, yaraları umutla örer. Nihayetinde, sokak fotoğrafçılığı bir hikâye anlatıcısıdır, zira hayatın karmakarışık şiirini avuçlarında toplar, 'Bak, bu da bir masal, rüzgârın kulağına fısıldanmış senin için' diye mırıldanır.

Gelecek yazıda, bir sokak fotoğrafçısının rehberliğinde Balıkesir'in sokaklarında iki gün boyunca dolanacağız; o anlarda yakaladığı fotoğraflar ve kısa videolar üzerinden, şehrin nabzını, beklenmedik gülümsemeleri ve gizli hikâyelerini birlikte keşfedeceğiz.

Instagram

X

LinkedIn

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda chevron-right-grey
Reklam