Serda Kranda Yazio: Sen Kimsin? Kahraman mı Cellat mı?
Bir aile. Şahane bir baba, aksi bir anne, iki çocuk. Baba, kahraman o sıralar. Aradan vakit geçiyor. Aynı aile. Berbat bir baba, müşfik bir anne ve iki buçuk çocuk oluyorlar. Baba bir cellata dönüşüyor. Yine yıllar geçiyor. Aynı aile. Bir anne, yarım baba, iki yetişkin bir çocuk oluyorlar... Artık kahraman ya da cellat yok, aile olmak var. Hep içine kapalı, hep kendinden menkul, hep kendi anadilini konuşan bir yapı aile. Hani bazı şeyler vardır, lütuf mudur lanet midir ayırt edemezsin, aile de onlardan biri sanki. İthaki Yayınları etiketiyle yayımlanan Kahraman ve Cellat’ı okuduğumda aklımda kalan bu olmuştu.
Kahraman ve Cellat aile kavramını masaya yatıran bir roman. Yazdığı çocuk kitaplarıyla tanınan Editör ve yazar Şeniz Baş, bu defa bir yetişkin romanıyla çıkıyor karşımıza. Şeniz Baş, bir başka röportajında şöyle demiş: “Ne çocukluk ne ev gül bahçesi değil. Evin ise çocuklar için her zaman ideal bir ortam olduğunu düşünmüyorum. Bir çocuksanız ve “ev” sizin için artık tekinsiz bir yerse, oradan uzaklaşmanız pek mümkün değildir. Zindan olur orası, kurtuluş gününü beklerken içinizdeki duvarlara çentik atmaya başlarsınız.” Kitabı buradan okumak hepimize iyi gelecek diye düşünüyorum.
-Sen çocuk kitapları yazan bir yazardın yani biz seni öyle tanıdık, yanlışsam da lütfen beni düzelt... Yetişkinlere hikâye yazmak onlara anlatmak nasıl bir tecrübeydi?
- Kahraman ve Cellat, bir aile hikâyesi. Romanında, “biz aileyiz” duygusu vardır ya, özünde onu gördüm ve bu bana çok tatlı geldi. Oysa röportajlarda konuya daha sert baktığını okudum. Ben mi yanlış anladım, bir iyimser olduğum için mi öyle yorumladım, yoksa amaçlarından biri de bu tarafı da sezdirmek miydi?
Aile kurumunun tekrar düşünülmesi, tekrar yapılandırılması gerektiğini düşünenlerdenim. Hatta geçen bir röportajda dedim, bağları çok önemsiyorum yani bağlar bizi insan kılan bizi ayakta tutan hayatımızı kolaylaştıran şeyler. Yani anne baba çocuk dayı hala teyze ya da işte başka akrabalıklar her ne diyorsak bütün bağlar... belki de insanın diğer türler arasından sıyrılmasındaki en önemli farklarından biri bu. Bağları geliştirebilmesi, bunları sağlamlaştırabilmesi ve daha örgütlü hale getirebilmesi. O örgütlü güç sayesinde çok zayıf bir tür olan insan bunca yolu aşıp yürüyüp buraya kadar geldi. Ben bağları çok önemsiyorum tam tersine önemsediğim için diyorum ki bakın bir yanlış var, biz bunu kaskatı bir kurum haline getirdik, duvarlar ördük içine insanlar koyduk ve o insanlara dedik ki sen şimdi bu çerçeveye hizmet edeceksin. Halbuki çerçevenin insanlara hizmet etmesi gerekiyordu. Orası bir yanıyla kötüleşmeye ve insanlara prangalar vurmaya başladı öyle düşünüyorum. Diyorum ki hadi gelin bu tarafa iyileştirelim. Bağlarımızı güçlendirelim. Bunları prangalar yapmayalım bunlar esnek olsun. Kavramı sorgulayalım ve iyileştirelim, bu kurumu tekrar yorumlayalım.
- Kitabında anne ve çocukların mağduriyeti çok iyi anlatılıyor zira bir ailenin gündelik yaşamı bile çocuk üzerinde tahmin edilemez etkiler yaratabiliyor.
- Peki romandaki erkek kardeşin erkek olmasını bilerek mi tercih ettin ettin?
Ben ilk önce iki çocukla yola çıktım, sonra istediğimi iki çocukla yapamayacağını fark ettim. O hep altını çize çize söylediğim hegemonik erkeklik nasıl ele geçiriyor bireyi yavaş yavaş, nasıl cephe oluşturuyor, onu da göstermek istedim. Cem de her şeyden etkileniyor. O, uzunca bir süre aşırı uyumlu olarak halletmeye çalıştı, saklanarak, kendini daha da görünmez kılarak yaşamaya çalıştı. Saklanıyor, yatağın altına giriyor, yorganı başına çekiyor... Çocuk çok korkuyor. Ve kendini öyle görünmez hale getirmeye çalışıyor ki hep bir şeylerin altına giriyor. Ama tabii ki bu toplumun beslediği erkeklik, bir yerde, özellikle ergenlikten sonra onu da ele geçirecek çünkü o da orada savaşıyor, o da ona teslim olmak durumunda. Başka türlü yaşayamaz. Nahif erkek çocuklarını da bu hayatta yaşatmıyorlar çünkü nahif olmanı istemiyorlar; seni zorluyorlar, sana zorbalık yapıyorlar.
- Romanda baba kızını belli bir yaşa kadar çok seviyor, koruyor kolluyor gerçekten kahraman... Hepimizin babası gibi... O vaktiyle böyle bir duygusal yatırım yapabildiği için ilerleyen zamanlardaki değişimine Gülce daha toleranslı oluyor, babasına bakabilecek kadar sevgisine sadık kalıyor. Belki de bana iyimser gelişinin sebebi bu yeni haldir.
Aslında ben birkaç farklı son yazdım hikâyeye ve bu roman aslında daha uzundu. Sonra yarattığım sonlar beni tatmin etmedi çünkü ben şunu göstermek istiyordum, zannettiğiniz gibi her şey üçüncü sayfaya düşmüyor. Her hikâyenin sonu vahşetle bitmiyor. Çok daha sinsi ilerleyen bir döngü var... Döngü devam ediyor, kollar kırılıyor yenler içinde kalıyor. Biz bunu daha yaşanır bir hale getiriyoruz. Anneler gününde, babalar gününde onlara kahramanlık hikâyeleri yazıyoruz. Muhteşem anneler ve muhteşem babalar var. Ama öyle değil yani bir kere muhteşem anne ve muhteşem baba olunamaz zaten çünkü insanız ve hatalarla doluyuz, annelerimiz babalarımız da hatalar yaptı. Biz de anne baba olarak hatalar yapıyoruz, yapacağız...
Çocuklarımız diyecek ki “Bak şurada şöyle yaptın, beni nasıl etkiledi!” Senin aklından bile geçmemiş olabilir. Sen, o olduğun için yaptın ben, o olduğum için yaptım, onun hatalı olduğunu düşünmedim ama hataydı; düşünmememiz hata olabilir ama düşünmedik. Ben o döngüyü göstermek istiyorum, yani bak bu dönüyor, bunlar yaşanıyor. Yetişkin olmaya başladıkça yavaş yavaş güç el değiştirmeye başlıyor. Biz onlar yaşlandığı için onlara bakmaya başlıyoruz, seviyoruz da. Her ailede kahraman cellat ilişkisi olduğunu düşünüyorum; bir sevgi nefret ilişkisi muhakkak var. Anne kız arasında da var, baba oğul arasında da var, koskoca bir edebiyat var, baba oğul üzerine kurulu... İnsan ilişkisi böyledir, burada illa büyük yaralardan bahsetmiyoruz. O döngü devam ediyor, kimse oradan çıkmıyor zaten aslında çıkış da yok.
- Aile güvenli bir alan da aslında ama aynı zamanda kolaylıkla cendereye dönüşebiliyor.
- Doğru söylüyorsun. Böyle geri dönüşler de aldın mı, aile hikâyeleri olarak?
Ben bunu yazdığında merak ediyordum, acaba gerçek hikâyeler gelecek mi diye. Beklediğimin çok üstünde geldi hem de, “Bende de böyle oldu...” Evet, dedim bunu konuşalım. Evet, böyle oldu, bunlar yaşandı, yaşanıyor. Hatta biri aradı beni, tam da babalar gününden bir gün sonraydı. Dedi ki “Ya dün babalar günü için babama Instagram’dan bir şey yazdım, zerre hak ediyorsa ne olayım.” Neden yazdın peki, dedim, çünkü yazılması gerekiyordu dedi. Bu böyle, hepimiz babalarımız annelerimiz iyi insanlar olsun istiyoruz. Bunu da neden istiyoruz? Aslında biz iyi insan olmak istediğimiz için. Zannediyoruz ki bizi annelerimiz babalarımız tanımlıyor. Onların yaptıkları hatalar ya da kötülükler sanki bizim üzerimizde böyle izler halinde duracakmış gibi korkup sürekli o insanları aklamaya çalışıyoruz. Buna gerek yok. Onlar birer yetişkin, herkes kendi hakkını savunabilir. Eğer bir mağdur varsa oda bizizdir. Biz derken o zamanki bizizdir. Oradaki çocuktur.
- Peki son olarak editör olarak roman yazmak avantajlı bir şey mi dezavantajlı bir şey miydi?
Dezavantajlı. Söylüyorum aslında inanmıyor kimse ben aslında Kahraman ve Cellat’ı yedi sene önce yazmaya başladım. 2-3 tane hikâye vardı elimde ve hemen hemen aynı yıllarda diyebileceğim bir zamanda başlamıştım sonra Kahraman ve Cellat öne çıktı, o devam etmeye başladı. Yani o kadar çok kurgu hatası görüyorum ki karakter düştü, karakter kaybetti, o zayıfladı, bu fazla güçlendi, işte zamanı yanlış atladım, yok çok arayı açtım yok şöyle yok böyle en sonunda bıraktım. Dedim ki ya tamam bir bırak, gitsin. Biraz bunun durması lazım. Sonra ara ara tekrar aldım orasını kes, uzun yazdım kısa yazdım biliyorsun işte yani, fazla yazdın burayı kendi egon için yazmışsın...
- Aynen ben de şimdi onları siliyorum biliyor musun iki gündür?
İnan kendi cümlelerimi yakaladım ya yani bak diyorum kendin yazmışsın bunu sen söylüyorsun onlar söylemez. O yüzden çok uzun bir yolculuk oldu. Bir iki arkadaşım çok desteklemese, hadi tamam yeter demese herhalde birkaç sene daha giderdi.
- Aynı hikâye. Kendimi artık hastalıklı gibi hissettim, şimdi sende de böyle olması iyi hissettirdi. Yalnız değilmişim.
Yani ikiye bölünüyorsun. Bir tarafın durmadan sürekli seni eleştiriyor, bir şey söylüyor. Hatta kendime şöyle dediğimi hatırlıyorum bak başkasına söylemek ne kadar kolaymış gördün mü? Aynısını sen de yaptın gördün mü? Çünkü yazmak başka bir şey. Sonra kendime çok acımasız davrandığımı fark ettim. Yani hata yapmama noktasına geçmek istiyorum. Okurken kimse senin editörlüğünü düşünmeyecek, herkes hikâyeyi okuyacak metni okuyacak. Rahat ol, bir rahat bırak kendini dedim. Onun bana faydası oldu, uzunca bir süre kendime bunu tekrar ettim ama çok zor.
Acaba diyorum editörlüğü mü hiç yapmasaymışım? Ama sonuçta buraya kadar geldim ikisini de yaptım yani ama hâlâ kitapta hata görüyor olmak... Kimse görmüyor onu biliyorsun, sen görüyorsun, o da hata değil aslında... onu da yapabilirdim... bak bunu da yapabilirmişsin aslında... bu his öldürücü bir şey.
- Bence buna alışacağız biliyor musun? Okumaya da devam edeceğiz tabii, ben de ömrümün sonuna kadar editörlük yapmak istiyorum ama yazmaya da alışmalı. Sen de sıranın savdın yetişkin tarafında, başımıza inşallah bir şey gelmez... Ağzına sağlık çok teşekkür ederim. Benim sormadığım ama senin anlatmak istediğin bir şey var mı?
Ben sadece teşekkür etmek istiyorum Serda kapak resmi yapan Badem Kübra Kocalar’a. Sağ olsun beni kırmadı. Çocukluk adına anlatmak istediğim bütün meseleleri onun resimlerinde gördüm ve çok etkilenmiştim. Gözlerim doldu, o kadar etkilendim. Badem’in kapak resmini yapmayı kabul etmesi benim için çok değerliydi, hikâyemle bütünleştiğini hissettim. Kitaba son cümleyi koyduğumu hissettim onun resmi ile. Kitap kapakları önemli, bütün ruhu ilk oradan algılıyorsun. O yüzden Badem’e teşekkür etmeden geçmemiş olayım.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın