onedio
Görüş Bildir
Mehmet Zihni Sungur Yazio: İzmir Depremi ve Çağrıştırdıkları: Zor Zamanlarda İnsan Kalabilmek -Sosyal Destek ve İkincil Travmalar
Günlük yaşam içinde birçok zorlayıcı ve rahatsız edici yaşam olayları ile karşılaşırız. Ancak bunların hepsi bizde travma oluşturmaz. Zorlayıcı bir yaşam olayının bir travma gibi algılanması ancak bazı özellikleri içinde barındırması ile mümkündür. Bunların başında yaşanılan olayın bireyin günlük deneyimlerinin dışında kalması ve bu nedenle gündelik bilgi işleme süreçleri ile kolaylıkla anlaşılıp geride bırakılamamasıdır. İnsanların bazı yaşam olaylarını yaşamlarında bir “milat” gibi tanımlatıp hayatlarını “o olaydan önce” ve “o olaydan sonra” şeklinde ikiye ayırması bu nedenle olur. Yaşantıların anlamlandırılamaması ise olayın geride bırakılmasının önünü keserek kişinin işlevselliğini bozar, yaşam kalitesini düşürür hatta çeşitli ruhsal sorunlara zemin oluşturur. Travmalar kendi içlerinde “doğal yolla oluşan” ve “insan eliyle oluşturulan” olmak üzere ikiye ayrılır. Doğal yolla oluşan travmalar deprem, sel, fırtına, volkanik patlama gibi doğa olayları ve jeolojik süreçlerle ilgilidir. İnsan eliyle oluşturulan felaketler ise kendi içinde “kazayla” oluşanlar (iş kazaları, trafik kazaları gibi) ve amaçlı (bilerek) olarak oluşturulanlar (savaşlar, işkence, tecavüz, terörizm gibi) travmalar olarak ikiye ayrılır.
Kahraman Güler Yazio: İzmir Depremi ve Diğerlerine Gamsızlık
Diğergamlık, birlikte iyi olmaktan iyilik duymakla da ilgili. İyi olmak için başkasının kötü olmasına ihtiyacımız olmadığını bilmenizi isterim.  Bu yazıyı bir grup canlı iyice anlasın diye tane tane ve basitçe yazacağım umarım bu kadarını anlarlar. Doğal felaketlerin birçoğu insanların tutum inanç, düşünce ve yaşam tarzlarından etkilenmez, insan kaynaklı felaketlerde aşağılık komplekslerinden kopamamış para ve hırs hedefli değer ve inanç kullananlardır. Özellikle deprem gibi bir felaket bu durumdan uzaktan yakından alakalı değildir. İnsanlık değerlerini bir miktar bilen kişiler başkalarının acılarına tanıklık etmeyi öğrenmiş kişilerdir.  Tolstoy  bunu en güzel “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın.”  sözüyle açıklamıştır.
Agah Aydın Yazio: Deprem: Bakmadığımız Yerden Yıkıldık
Çocuktuk!Bilmemizi istemedikleri her şeyi bilir, hiçbir şeyi bilmiyormuş gibi yapardık. Bilmek istemediğimiz şeyleri de bilirdik. Ama kendi kendimizden utanıp bildiğimizi bilmiyormuş gibi yapardık. Türkân Şoray’ın Kanunlarını Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan, hatta bildiğimiz her şeyden daha iyi bilirdik. O filmde Türkân Şoray’ın Kadir İnanır’la sevişip, dudak dudağa öpüşeceğini bilmemezlikten gelmek zorunda olduğumuzu da bilirdik. Mevzunun sevişmek değil aşk, şehvet değil şefkat olduğuna da inandırırdık kendimizi. Filmin en heyecanlı yerinde 51 ekran televizyonun camında beliren kırmızı güllerin ardında adamla kadının şehvetle birbirinin içine geçmediğine kim inanır? Kadir İnanır diye öfkelenip, yapma Türkân Şoray diyerek sitem ederdik.Freud’a göre medeniyete girişimiz, insan oluşumuz, vücudun bir parçasının hariç tutulmasını talep eder: Hem ödediğimiz bedel hem de bakmaktan aldığımız hazzın koşulu budur (1). Saçlar, dudaklar, yanaklar, ayaklar, eller, zaman zaman baş kaldırmış memelerden söz edilir de okuru endişelendirmemek için cinsellik, cinsel birleşme, erkek ve kadın cinsel organları neden dışarıda bırakılır? Biz onları dışarıda bırakınca onlar dışarı da mı kalır? Kalmaz elbette! Buna kim inanır? Kadir İnanır!
Kahraman Güler Yazio: Herkes Biraz Normaldir Çoğunlukla Anormal: Bir Şey Olma Telaşının Hiçbir Şeye Dönüşmesi
İçinizdeki anormal normali bulmaya çalışmak yapılabilecek en havalı iştir. İnsan olmak aramak mı? Anlamak mı? Bir norma sığmak mümkün mü? Kim bu normal insan? Normu kim belirliyor? Kendi normlarımızı belirleyebiliyor muyuz? Normal insan kavramı herkese göre değişecektir ama normal insanı az çok tanımlayacak olursak içinde bulunduğu toplumsal koşullara uyum sağlayabilen bazen kendi olmayı geri plana atabilen özellikleri taşıması gerekmektedir. Ben ve diğerleri arasında doğru yerde durabilendir. Bir örnek doğru yer: kendi mutluluğum için bir sevgiliye ihtiyacım var ama onunda mutluluğa ihtiyacı var. Birbirinin iyiliği olmak. Dünyanın neresine giderseniz gidin Maslow’un da bahsettiği gibi insanların temel evrensel ihtiyaçları vardır. Maslow’a göre insanların temel evrensel ihtiyaçları nefes almak,  boşaltım, uyku, yemek, içmek, cinsellik daha sonra bunları güvenlik vs takip eder. Bir insan temel evrensel ihtiyaçlarını karşılamadığı sürece gidebildiği tüm noktada eksiktir.  Toplumla savaşını bitirmediği müddetçe de aynı eksikliğin içinde kalır. Normal insan kendi ihtiyaçlarını reddetmeyendir. Bağlanma ihtiyacı buna gruplara bağlanma ihtiyacı da dahil, özerklik ihtiyacı, ifade ihtiyacı, spontan olma ihtiyacı, doğru sınırları öğrenme ihtiyacı. Aslında köşemdeki ilk yazımda biraz değinmiştim. Ama yine de bu kavram değişkendir.
Şule Arslan Yazio: Hava Katil Biz Kurban
etiket
İçime fenalık geldi. Gözlerimi bile açamıyorum.Grip gibi bi şey oldum.Halsizlikten kırılıyorumİsteksizlik diz boyuSenin de mi saçların dökülüyor?Son güneşler bunlarMotivasyonum yok, hava tam depresyona girmelikBizi hep bu havalar mahvetti… inanmayacaksınız ama evet bizi bu “havalar” mahvetmiş olabilir. Hemen hemen herkesin mevsim dönüşlerinde hissedebildiği bir takım ruhsal ve bedensel belirtilere verilen genel isim olarak ele alınıyor bahar yorgunluğu.  Mevsimsel duygulanım bozukluğu (SAD), mevsimlerle birlikte gelen ve giden bir depresyon türüdür. Genellikle sonbaharın sonlarında ve kışın başlarında başlar ve ilkbahar ve yaz aylarında kaybolur. Bazı kişilerde ilkbahar veya yaz aylarında başlayan depresyon epizotları vardır ancak bu çok daha az yaygındır. İşte havanın ruh halinizi etkilemesinin hiç farkına varmadığınız 4 belirtisi.
Reklam
Kovid-19 Hastaları Yaşadıklarını Anlatıyor - Kovid-19 Testi İki Ayda İki Kez Pozitif Çıkan Hasta: "İçinde O Hastalığın Varlığını Bilerek Yaşamak Ayrı Bir Psikoloji"
SAMSUN (AA) - RECEP BİLEK - Samsun'da birer ay arayla iki kez yeni tip koronavirüse (Kovid-19) yakalanan 33 yaşındaki Burak Tekkeşinoğlu, maske ve sosyal mesafe uyarısında bulundu.Bir kamu kurumunda çalışan, evli ve 3 çocuk babası Burak Tekkeşinoğlu'nun temmuz ayında Kovid-19 testi pozitif çıktı. Yorgunluk, baş ağrısı ve ishal şikayetleri olan Tekkeşinoğlu, evinde 14 gün karantinada kaldı. Karantina sürecinin ardından Kovid-19 testi negatif çıkan ve normal hayatına dönen Tekkeşinoğlu, kalabalık arkadaş ortamına girdikten bir hafta sonra tat ve koku kaybı yaşayınca ikinci kez yaptırdığı Kovid-19 testi de pozitif çıktı.Yine 14 günlük karantina sürecinin ardından sağlığına kavuşan Tekkeşinoğlu, AA muhabirine yaşadıklarını anlattı.Kovid-19'a ilk yakalandığında, Sağlık İl Müdürlüğünden arandığını, filyasyon ekibinin eve geldiğini belirten Tekkeşinoğlu, 'Eşimin, çocuklarımın durumunu takip ettiler. 14 gün boyunca ilaç kullanmadan yediklerime, içtiklerime dikkat ederek atlattım. Tekrar test yaptırdım. Negatif olduktan sonra normal hayatıma devam ettim.' dedi.'Karantina süreci psikolojik olarak zorlu geçti'Karantinada 14 gün boyunca bir odada kaldığını anlatan Tekkeşinoğlu, çocuklarına uzaktan bakmanın çok zor olduğunu dile getirdi.Çocuklarına dokunamadığını, sadece uzaktan konuştuğunu ifade eden Tekkeşinoğlu, 'Gerçekten duygusal manada çok zor oluyor. Onun dışında odada yalnız başına, biraz da kendimizi de dinlemiş olduk ama yine de zor geçti. Çok sıkıcı oluyor. Hastalığın psikolojisi de ayrı, tabii haberler izliyoruz, dinliyoruz. Gerçekten ağır atlatanlar var. Ben ağır atlamadım ama yine duyduklarımızdan dolayı, haberlerde izlediklerimizden dolayı psikolojik olarak biraz zorlu geçti.' diye konuştu.Tekkeşinoğlu, Kovid-19'u atlattıktan sonra bağışıklık kazandığını düşünerek rahat davrandığını ifade etti.'Bağışıklık kazanacağımı düşünüyordum''Benim ufak bir dikkatsizliğim sonucu maske ve sosyal mesafe kuralına uymadığımdan dolayı arkadaş ortamından ikinci kez Kovid-19'a yakalandığımı düşünüyorum.' diyen Tekkeşinoğlu, şöyle devam etti:'Bağışıklık kazanacağımı düşünüyordum. Hatta Kızılay'dan aranmıştım. İmmün plazma için randevu da almıştım. Randevumu da iptal etmek zorunda kaldım. İmmün plazma kan da veremedim. İlk Kovid-19'a yakalandıktan bir ay sonra ikinci kez Kovid'19'a yakalandım. Bunda da yine 14 gün karantinada kaldım. Benim için biraz zorlu geçti. Çünkü bir ay önce çocuklarımdan, ailemden ayrı kalmıştım. Bir ay sonra bir odanın içinde yine ayrı kaldım.''Sosyal mesafe, maske bunlara çok dikkat etmemiz gerekiyor'Tekkeşinoğlu, ikinci kez koronavirüse yakalandığında moral bozukluğu yaşadığını vurguladı.Vatandaşlara uyarıda bulunan Tekkeşinoğlu, 'Sağlık Bakanımızın da söylediği gibi 'sosyal mesafe, maske', bunlara çok dikkat etmemiz gerekiyor. Ben bir anlık dikkatsizliğimden kaynaklandığını düşünüyorum. İçinde o hastalığın varlığını bilerek yaşamak ayrı bir psikoloji. İnsanların dikkat etmesini isterim. Kimse 'bir şey olmaz' demesin, kesinlikle oluyor.' ifadelerini kullandı.
Kovid-19 Sosyal Medyanın "Psikolojisini" Etkiledi
İSTANBUL (AA) - TOLGA YANIK - Kovid-19 salgınının topluma olan psikolojik etkisi, sosyal medya paylaşımlarına yansıdı. 100 milyondan fazla sosyal medya paylaşımının analiz edildiği araştırmada, endişe ve stres içeren paylaşımların sayısında ciddi artış olduğu tespit edildi.ABD'deki Georgia Tech Üniversitesi'nde görev yapan araştırmacı Koustuv Saha'nın öncülüğünde 'Sosyal medya Kovid-19 salgınının psikososyal etkilerini gösteriyor' başlıklı akademik bir çalışma gerçekleştirildi.ABD'de görev yapan bir grup akademisyenin de destek verdiği çalışma, sosyal medya paylaşımları üzerinden Kovid-19 salgınının insanlara olan psikolojik etkilerini inceledi. AA muhabirinin araştırmadan derlediği bilgilere göre, sosyal medya paylaşımlarında salgının da etkisiyle kaygı, stres gibi psikolojik ifadelerin sayısında ciddi artış meydana geldi.Araştırmada, salgının kişisel ve toplu yaşamda çeşitli aksamalara neden olduğu, salgınla ilgili belirsizliklerin ve salgına yönelik tedbirlerin akıl sağlığıyla ilgili endişelere yol açtığı belirtildi. Bir çok faktörün etki ettiği bu durumun 'akıl sağlığı tsunamisi' olarak değerlendirildiği, ancak salgının psikolojik etkilerinin büyük ölçüde keşfedilmediği aktarıldı.100 milyondan fazla paylaşım incelendiİnsanların salgın sürecindeki psikososyal endişelerini anlama amacıyla sosyal medya verilerinden yararlanan araştırma, 24 Mart-25 Mayıs 2020 tarihleri arasında ABD'de yapılan 60 milyondan fazla paylaşım üzerinden gerçekleştirildi.Araştırmada ayrıca, salgının etkilerini nedensel olarak ilişkilendirmek için 2019'daki benzer bir döneme ait 40 milyondan fazla gönderiyle karşılaştırma yapıldı. Bu sayede, 2020 ve 2019'daki psikososyal ifadelerde meydana gelen değişiklikler incelendi.Bu paylaşımlar üzerinden, akıl sağlığı endişeleri, destek arayan ifadeler açısından insanların sosyal medyada kendini ifade ediş şekilleri ele alındı. İncelenen tüm psikososyal ifadelerin Kovid-19 salgını sırasında önemli ölçüde arttığı belirlendi. Kovid-19 döneminde akıl sağlığıyla ilgili ifadelerin yüzde 14, destek arama ifadelerinin ise yüzde 5 arttığı tespit edildi.Salgına yönelik sosyal mesafe ve karantina uygulamaları önlem olarak önerilse de bu uygulamaların tıbbi izolasyonda bulunan kişiler üzerinde endişe, depresyon, korku gibi birçok duruma yol açabileceği belirtildi.'Yeni normal'e adaptasyon paylaşımları da etkilediÖte yandan, salgına yönelik destekleyici önlemlerin etkisiyle söz konusu ifadeleri içeren paylaşımlarda düzenli bir düşüş gerçekleşti. Araştırmada bu durumun, insanların 'yeni normal'e adapte olmasının bir sonucu olabileceği de kaydedildi.Araştırmaya göre, sosyal medya kullanımın artması, akıl sağlığının ve psikososyal bozuklukların izlenmesi ve belirlenmesi açısından benzersiz bir imkan sunuyor. ABD'de yetişkinlerin yüzde 80'den fazlası sosyal medyayı her gün kullanıyor. Gerçek zamanlı bu platformlarda insanlar fikirlerini, endişelerini ve salgın sürecinde yaşadığı zorlukları da dile getiriyor.Araştırmada, insanların psikososyal ifadelerinin incelenmesi için Twitter tercih edildi. En popüler sosyal medya platformlarından biri olan bu mecra, insanların kendilerini ve yaşamlarına dair gelişmeleri ifade etmeleri nedeniyle seçildi.Bu tarz çalışmaların, sağlıkla ilgili kriz süreçlerinde akıl sağlığını koruyucu önlemlerin alınması ve gerekli planların yapılması açısından politika yapıcılara ve diğer paydaşlara imkan sunma potansiyeli taşıdığının da altı çizildi.
Reklam
Mehmet Zihni Sungur Yazio: Aşk ve Çağrışımlar
etiket
Duygularımız yaşantılarımızdan çok yaşantılarla ilgili algılarla, yani onlara verdiğimiz anlamlarla belirlenir. Algılar ise düşüncelerin ürünüdür. Bir cümleyle özetlemek gerekirse hayatınızı değiştirmek istiyorsanız düşüncelerinizi değiştirmeniz gerekebilir.Bitmiş ya da devam eden çoğu romantik ilişkinin bir âşık olma dönemiyle başlıyor olması, aşka atfedilen anlamları  gözden geçirmeyi gerektirir. Aşk ile ilgili tanımlamaların temaları gözden geçirilecek olursa, çoğu kez birbirleriyle çelişen hatta kutuplaşan algılamalar göze çarpar:“İnanılmaz bir mutluluk – tarifsiz bir acı”“Güç – güçsüzlük”“İrade – iradesizlik”“Sağlıklı olma hali – hastalık hatta delilik hali”“Var olmanın anlamı – yok olmanın romantik yolu”,“Her sorunun çaresi – çaresizliğin ta kendisi” “Gerçek – hayal ya da rüya”“Umut – umutsuzluk”“İki kişilik – tek kişilik”gibi ifadeler aşk yaşamış ya da yaşayan insanların birbirleriyle örtüşmeyen tanımlarından bazılarıdır.
Mehmet Şakiroğlu Yazio: Üniversiteler Açılıyor mu?
etiket
Üniversiteler yeniden yüz yüze eğitime geçiyor. Önce anaokul ve ilkokul 1, sonrasında ortaokul ve liselerin kademeli olarak açılması ile birlikte gözler üniversitelere çevrilmişti. Üniversitelerin açılması için bilim kurulunun tavsiyeleri doğrultusunda kabine toplantısının ardından yapılacak açıklama bekleniyor.
Kahraman Güler Yazio: Beceriksiz Hissetmenin Nedeni: Bağımlı Büyümek
etiket
“Beceriksizim, başkalarına ihtiyacım var.” İnsan insana bağımlı olur mu hiç?Size kendiniz olma fırsatı verilmemiş bir ortamda büyümek ya da her istediğinizin yapılmış olması size eşit miktarda zarar verir nerdeyse. Siz kendi potansiyelinizi test edecek bir alana bırakılmadıysanız potansiyelinizin ne olduğunu asla bilemezsiniz. Bağımlı kişiler çocukken aşırı kollanmış, kendi kararlarını almasını engellenmiş, kendi işlerini yapmasına fırsat verilmemiştir. Bir diğer ihtimal de şudur; yaşınızdan ve eğitim seviyesinden çok daha büyük kararlar almak zorunda bırakılmış olabilirsiniz yani fazla korunmasız kalmak ile ilgili bu, böylelikle karar vermek sizin için korkulu bir şey haline gelmiş olabilir. İyi şeylere çok maruz kalmakta insanın kimliğine zarar verir. Stres bir miktar geliştiricidir.  Ama unutmayın bir miktar.
Reklam
Şeyda Betül Kılıç Yazio: Hayalet Babalar
etiket
Danışmanlık odasında çocukluğumu sormayacak mısınız, diyen danışanlarımı anımsayıp, tebessüm ederek bu haftaki yazıma başlıyorum. Çocukluk anılarımıza odaklanmak, bazen derdin kendisi, bazen de şifalı bir farkındalık içerir. Bugünkü kendimizi anlamaya çalışırken, dünkü kendiliğimizi anlamamız ihtiyaçtır. Tam da bu nedenle bugünün acılarının geçmiş acılarla ilişkisini anlamak, anlamlandırmak isteriz.
Mehmet Zihni Sungur Yazio: Küresel Bir Felaketin Farkındalık Bağlamında Öğrettikleri
etiket
Bu dünyaya ıslak, çıplak ve aç olarak geliriz! Daha sonra bazılarımıza daha kötü şeyler olur… Çeşitli doğal felaketler, kazalar, savaşlar, tecavüz, işkence ve terörizmin yaygın olduğu bir dünyada ağır travmaların etkilerini yaşamış ve yaşayacak milyonlarca insan olsa gerek. Bütün bunlara rağmen derinlemesine düşünecek olursak yaşama şansı insana hiçbir bedel ödemeden verilmiş en büyük armağandır. Sınırlı bir süre için verilen bu hediye edilmiş zamanın içini nasıl dolduracağımız bizlere bırakılmıştır. Ancak insanların kendi hayatlarının mimarı gibi tanıtıldığı bir dünyada, insan tüm kontrolün kendi elinde olduğuna inandırılırsa bu bir haksızlık olabilir. 'Başarırsan da, başaramazsan da mimar sensin' şeklindeki iddialı söylem ya da yanılsama her zaman şefkat ve empatiden uzak bir yargılamanın ürünü gibi gelmiştir bana. Şüphesiz dünyayı yargılamak haksızlık olur çünkü misafir olarak geldiğimiz bir yerde umduğumuzla değil bulduğumuzla yaşamayı öğrenerek yaşamayı hepimiz becerebiliriz. Bu bağlamda dünya ne iyi ne de kötü bir yerdir. Dünya her zaman olduğu gibi bir yerdir ve onu iyi ya da kötü yapan bizim algılarımızdır. Ancak, algılarımızın bir kısmının yaşantılarımızla belirlendiği gerçeğini düşünürsek yaşamın hepimize aynı cömertlikle fırsatlar sunduğunu söylemek inandırıcım olmaz. İçine doğduğumuz aile, koşullar, çevre, coğrafya, toplum, kontrolümüz dışında kalan yaşam olayları gibi etkenler ortaya çıkan mimariyi etkileyen değişkenlerdir.
Reklam
Kahraman Güler Yazio: Beni Bulan Olursa Bana Haber Versin
etiket
Değişen, dönüşen ve  gelişen dünya da insanın kendini keşfi nasıl olacak, kendini nasıl iyi hissedecek, mutluluk var mıdır gibi sıkça zihni meşgul eden sorulardır.  Söz konusu bu tarz bir konu konuşmaksa  insandan başlamalıyız.  İnsan kendini tanımlayabiliyor mu? İnsan kendini tanıyor mu?  Bir şeyi doğru ölçebilmek için ölçüm aracımızın sağlıklı ölçüm sonuçları veriyor olması  gerekiyor, eğer ölçüm aracı aynı nesneleri sürekli yanlış ölçüyorsa bir problem vardır .  İlk önce yapılması gereken sorunları doğru tespit etmektir. İnsanın kendini tanıması kendini anlaması kendine dair bir çerçeve çizmesi gerekiyor. Eğer insan kendini bir yere konumlandıramıyorsa kendine sınır çizemiyorsa  başkasının sınırında da duramaz yani başkasının da hayatını talan edebilir. Bu tuhaf ve içinden çıkılamaz kargaşa insanı daha çok içine çeker. Stres huzursuzluk ve bir sürü ilişki problemini meydana getiriyor. Suçluluk duygusu, değersizlik depremleri ya da  yetersizlik çukuru ve daha bir sürü şeyin içinde kendini bulursun.
Reklam
Şule Arslan Yazio: Kırmızı Oda'yı Neden Çok Sevdik?
etiket
Yayınlandığı ilk günden bu yana reytingleri tavan yaptıran Kırmızı Oda dizisi son zamanlarda sosyal medyanın da en çok rastlanan paylaşımlarından oldu. Peki adından bu kadar bahsettiren bu dizinin çekici olan yanı nedir?Konuyu biraz genel anlamda değerlendirecek olursak dizilerin toplumu besleyen bir yanının olmasından başlayabiliriz. Öyle ki bir toplum için en büyük zararlardan birisi kültür bozulmasıdır. Yıllardır ne kültürel değerlerimizin işlendiği ne de doğalhayatın içinden bir dizi izleyebiliyoruz. Varsa yoksa şiddet, kan davası, gözü yaşlı mağdur kadınlar, zengin adam fakir kız dizileri… geldiğimiz noktaya bakacak olursak hadsizlikten beslenen bir toplum olup çıktık çünkü hemen her açtığınız programda gelinler kaynanaları çekiştiriyor, kaynanalar gelinleri, apartmanlar yarışıyor komşular birbirinin evini, yemekteyiz/sofradayız yarışmalarında yemekten çok birbirini yiyen eline sağlık bile demekten aciz bir grup insanı izleyip duruyoruz. Doğal olarak da önüne gelen karşısındaki insanı hadsizce, fütursuzca eleştirme hakkı görür oldu. Bu nedenle kırmızı odanın;
Agah Aydın Yazio: Dedikodu Şebekeleri İyileştirilebilir mi?
etiket
İyi yaşam doğru insanlarla karşılaşmaya dayanan olağanüstü bir talihtir.Başka deyişle, kötüdeki iyiyi görebilecek kadar iyiye sahip olanların talihidir.Yani kötüyü başkasına atıp, kendi iyiliğinden kuşku duymayan dedikodu şebekelerinin bile iyi bir yaşam için ufak bir şansı vardır.
Kahraman Güler Yazio: EL ALEM TERÖR ÖRGÜTÜ:  Onedio, BUnedio, peki BEN ne diom
etiket
Kanıtlayamam ama yemin edebilirim böyle bir örgütün varlığından, burnumuzun dibinde, evimizde, sokakta, aşkta, içimizde, paylaştıklarımızda, ağzımızın içinde HER YERDE. Cehaletin örgütlenmiş halinin bütün eğitimli insanları yönetmesi gibi bir gücü de var. Örgütü hayatımıza aşağıda cümlelerle girer: Eğer uslu bir çocuk olursan sen de Noel Babayı görebilirsin. Eğer derslerini bitirirsen oynayabilirsin. Eğer yaramazlık yapmazsan çikolatayı yiyebilirsin. Eğer çok para kazanırsam kadınlar beni ister. Eğer her onun istediği gibi giyinirsem beni kabul eder.   Bu cümleler kendimizi olumsuz, sevgiyi hak etmeyen, önemsiz ve fazlalık hissetmemize neden olur. Ve örgüte böylelikle dahil oluruz, tek amacımız sevgi ilgi ve kabul görmek için ne isterlerse yapmak, gönüllü olduğumuzdan değil sevgi, ilgi ve kabul ihtiyacından.
Şule Arslan Yazio: CİNekolog Kimdir?
etiket
Günümüzün cinci hocaları olan eski Türk toplumlarındaki kamlar büyü yapabilen, manevi dünyayla iletişim kurabilen insanlardı. Dolayısıyla da hastalıklara neden olan yaratıklarla iletişime geçerek bu hastalıkları tedavi edebileceğine inanılırdı.  O dönem elbette (placebo etkisiyle) hastanın iyileşeceğine inanmasının aslında iyileşmenin yolu olduğunu düşünürsek, büyücülerin hekimlikte büyük ölçüde başarılı olduklarını tahmin edebiliriz. Bu yüzden, okuyup üflemek o dönemin en etkili tedavilerinden olmuş olsa gerek. Ne yazık ki günümüzün teknolojisi bu etkiyi kırmaya hala yetmiyor ki bilime inanmak yerine cinci hocalar tarafından kandırılmaya devam edebiliyoruz.
Reklam