onedio
Görüş Bildir

Abdüllatif Şener Haberleri

Abdüllatif Şener ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Abdüllatif Şener ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

'Erdoğan Ayakta Kalabilmek İçin Ülkeyi Savaşa Bile Sürükler'
AKP’nin kurucu üyelerinden Abdüllatif Şener, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun ardından yaşanan gelişmelerle ilgili olarak, 2007 yılında yolunu ayırdığı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve eski partisine yönelik çarpıcı açıklamalarda bulundu. Şener, BirGün’ün son gelişmelere ilişkin sorularını yanıtladı. »Başbakan Erdoğan ile oğlu arasındaki telefon görüşmesine ilişkin ses kayıtlarına dair tartışmalar sürüyor. Erdoğan ve AKP’nin “montaj” iddiasını inandırıcı buluyor musunuz?Montaj ihtimali yüzde sıfır. AKP’nin kurulmasından önce de Erdoğan’la beraberdim. 5 yıl boyunca da AKP hükümetinde Başbakan Yardımcılığını yaptım. Korkunç bir para eğilimi olduğunu o günlerde tespit ettim. En çok da bu huyundan rahatsız oldum. Erdoğan, tapeler yayımlandıktan sonra “kriptolu telefonlarımızı bile dinlemişler” dedi. Bu, ses kayıtlarının kendisine ait olduğunun itirafıydı. Bu ülke, tarihinde hiç görülmediği kadar soyulmuş ve yağmalanmıştır. Rakamlar korkunçtur. Geçmişte, Özal döneminde İsmail Özdağlar 15 bin dolar için yargılanmıştı. Burada oğlu Bilal sabahtan akşama kadar para taşıyor ve elinde kalan 30 milyon avrodan söz ediyor. Cumhuriyet tarihi dönemindeki bütün yolsuzluk olaylarını üst üste toplasanız yine de bu yolsuzluk olayındaki rakamların yüzde 1’i yapmaz. »Kuruluşundan itibaren AKP’ye bakıldığında Erdoğan’ın yakın çevresindeki isimlerin değiştiğini görüyoruz. Bu tercihinin nedeni nedir sizce?Eğer kirli bir siyaset izliyorsanız, yolsuzluğa batmış ve tüm hukuk düzenini ihlal etmiş, ceza kanunlarına aykırı iş yapmışsanız, bunu gizlemek, sürdebilmek ve boynununuzu giyotinden kurtarmak için bir şeylere mahkûm olursunuz. Bu kadar pisliğe bulaşmış batmış bir insanın yola başladığı ekiple devam etmesi mümkün değil. Sürekli rakipsiz, bir numara olarak kalmak istemektedir. Ayrıca uzun süre yakınında bulunanlar onun neler yaptığını, kirli taraflarını göreceği, içlerinde isyan edenler çıkacağı için sürekli değiştirmeye ihtiyaç duymaktadır. Erdoğan, her seçimde milletvekillerinin neredeyse üçte ikisini değiştiriyor. İl, ilçe teşkilatları da sürekli değiştiriliyor. Zaten izlediği kirli siyaset ve pislikleri ortalığa dökülmesin dile yıllardır medyayı ve sivil toplum kuruluşlarını da baskı altında tutuyor, hukuk devletini tahrip ediyor. Şimdi mahkemeleri kendisine karşı işleyemez hale getiriyor.” »Yargıyla ilgili süreç, HSYK’de yapılan değişiklikle yeni bir boyut kazandı. Bu düzenleme süreci nasıl etkiler?Başbakan şu anda Türkiye’yi çoklu hukuk sistemine sokmuştur. Başbakan ve yakınlarının tabi olduğu kanunlar ve mahkemeler ayrı, halkın tabi olduğu kanunlar ve mahkemeler ayrı, Başbakan’ın sevmediklerinin yargılandığı mahkemeler ayrı. Kendinden emin olsa basın özgürlüğünü destekler, interneti susturmaya kalkmaz . Bunları yapıyorsa bu bile ses kayıtlarının doğru olduğunun delilidir. HSYK ile ilgili düzenleme tüm hukuk düzenini altüst edecek.  Bakan çocuklarının yargılanma sürecini baştan sona tahrip edecek bir düzenleme bu. Anayasa’ya aykırılığı net olan düzenlemeler var. CHP’nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi HSYK yasasını iptal edebilir, iş normala döner diye düşünenler olabilir. Ancak bir ay, hatta bir hafta sonra Anayasa Mahkemesi bu yasayla ilgili iptal kararı verse de artık çok geç kalınmış, Türkiye’nin çivisi çıkmış olacak. »Çivinin çıkmaması için ne yapılmalı?Anayasa Mahkemesi “yok hükmünde sayma” kararı vermeli. Bu yapılmaz eğer sadece iptal yönünde bir karar verilirse iptal hükümleri geriye yürümediğinden, hukuk düzenini, anayasal düzeni koruma konusunda gerekli hassasiyetin gösterilemediği anlamına gelir. Ya da yeteri kadar bu felaketin algılanamadığı anlamına gelir Anayasa Mahkemisi yok hükmüne sayma opsiyonunu her zaman elinde bulundurmalı. Bu sadece HSYK için geçerli değil bundan sonra da öyle felaket kanunları geçecek ki Meclis’ten, bunları anayasaya kökten aykırı olduğu için yok hükmünde sayma kararını kendi idaresiyle, yorumuyla elinde bulundurma yetkisi elinden alınan Anayasa Mahkemesi anayasal düzeni koruma gücünü kaybetmiş olacaktır. Bu nedenle HSYK ile ilgili yüksek mahkemenin vereceği karar kurulduğu günden bugüne verdiği ve vereceği tüm kararlardan daha önemli. »Erdoğan son gelişmeler üzerine hızla çıkarılan yasalarla kendisine koruma kalkanı oluşturma çabasında. Onu yakından tanıyorsunuz, bunların ötesinde nasıl bir tavır izlemesini bekliyorsunuz?O kadar kendisine odaklı bir kişiliğe sahip ki Erdoğan, düşmemek, devrilmemek ayakta kalmak için gerekirse ülkeyi iç savaşa bile sürükler. Ayakta kalabilmek için ülkenin çok kanlı bir savaşa girmesi gerektiğini düşünürse ülkeyi öyle bir kanlı savaşa bile sokar. Ayakta kalmak için her şeyi yapacaktır. Bu kadar kire batmış ve kendisine odaklanmış bir insan, bu kadar güç merkezi haline dönüştükten sonra her şeyi kendisini ayakta tutacak şekilde ayarlamak ister. Hukuk düzeni tanımaz, evrensel değerleri, yaptığı bir işin anasaya aykırılığını hiç önemsemez. Nitekim bu ana kadar yaptıkları da bunu gösteriyor. »AKP tabanının bu süreçten nasıl etkilendiğini düşünüyorsunuz?Aidiyet duygusuyla hareket ediliyor. Parti tabanında mutlaka çok temiz yürekli insanlar var. Ama gerek partinin parlemento grubunda gerekse örgüt tabanında ilkelere,  ideallerine göre hareket eden insan sayısı çok fazla değil. Geçenlerde bu iktidar döneminde defterdarlık yapmış biri geldi. Muhafazakâr bir insan. Şu anda emekli. İlgili Bakan’ın, çocuklarının işi ile ilgili bir konuda kendisine gayri meşru işi yapması için baskı yaptığını, genel müdürlük vaadinde bulunduğunu anlattı. Baskıya direnince ilgili Bakan’ın kendisine rüşvet dahi teklif ettiğini anlattı. Kabul etmemiş ve sonunda emekliye ayrılmış. Düşünebiliyor musunuz, Bakan, memuruna rüşvet teklif ediyor... Para bunların elinde, güçle aşamadıkları bütün süreçleri aşmak için kullanıyorlar. Rüşvet almasını bilen rüşvet vermesini de en iyi bilendir. Çözemedikleri bütün mekanizmaları son kertede, parayla, rüşvetle çözüyorlar. Cenneti dağıtıyor, cehennemi gösteriyor, unvan verip sonra geri alıyor... Paranın üstüne yatmışlar. Bunların gayri meşru zenginleştirdiği insanların serveti legalleşse TÜSİAD orta sınıf olur demiştim ta yıllar önce. »Sahip olunan siyasi ve ekonomik gücü yetersiz bulmanın nedeni ne olabilir?Bu psikolojik bir şey. Psikolog değilim ama evinde olduğu belirtilen paralardan sonra Başbakan’ı daha iyi yorumlamaya başladım. Anadolu’nun belli başlı kentlerindeki bütün bankaların bütün şubelerindeki paraları toplasanız, Başbakan’ın evinde bulunduğu söylenen paraların yarısı kadar etmez. Bir hırs, bir haram tutkunluğu, insanların hakkını gasp etmenin verdiği bir zevk var demek ki. Daha çok çalıp çırparak, yaşadığını hissetme duygusu... Yazık, peşinden giden insanlar neye destek veriyor; görmüyorlar mı? »Bu yaşananlar Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili beklentilerini nasıl etkiler?30 Mart’ta öngördüğü oranda bir oy alırsa Cumhurbaşkanı olma isteğinden vazgeçmez. Yani bu konudaki kesin kararını yerel seçim sonuçlarına göre verir. O kadar kendisine odaklı bir kişiliğe sahip ki Erdoğan, düşmemek, devrilmemek ayakta kalmak için gerekirse ülkeyi iç savaşa bile sürükler. Bu kadar kire batmış ve kendisine odaklanmış bir insan bu kadar güç merkezi haline dönüştükten sonra herşeyi kendisini ayakta tutacak şekilde ayarlamak ister. Hukuk düzeni tanımaz SEBAHAT KARAKOYUN / senyaprak@gmail.com / @ssenyaprakBirgün
MGK'dan Fethullah Gülen Kararı Çıkacak mı?
Ankara'da günün sorusu: MGK'dan Gülen kararı çıkacak mı?Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın; ABD'de yaşayan Nur cemaatinin önde gelen isimlerinden Fethullah Gülen'in iadesiyle ilgili hukuki sürecin başlatıldığı yönündeki açıklaması, 10 yıl önce 2004 yılının Ağustos ayında yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Gülen Cemaatine karşı alınan eylem planının yeniden hatırlanmasına neden oldu. bugün yapılacak MGK toplantısında, paralel devlet yapılanması iddiaları çerçevesinde nasıl bir değerlendirme yapılacağı ve bunun toplantı sonrası açıklanacak bildiriye nasıl yansıyacağı Ankara kulislerinde dikkat çekici ölçüde merak konusu haline geldi. İki ayda bir toplanan MGK'nın Nisan ayı olağan toplantısı, bugün öğlen saatlerinde Çankaya Köşkü'nde yapılacak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında yapılacak toplantıda; Suriye'deki gelişmeler, Irak Şam İslam Devleti örgütünün Süleyman Şah Türbesine yönelik tehditi, Ukrayna ve Mısır'daki gelişmeler ele alınacak. Erdoğan'ın; 'kendisinin yanı sıra Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın dinlendiği' ile 'ABD'de yaşayan Nur cemaatinin önde gelen isimlerinden Fethullah Gülen'in iadesiyle ilgili hukuki sürecin başlatıldığı' yönündeki açıklamalarının ardından MGK toplantısı, daha kritik bir boyut kazandı. Başbakan Erdoğan'ın, Gülen'in iadesi ile ilgili açıklaması, 2004 yılının Ağustos ayında MGK toplantısında alınan kararların hatırlanmasına neden oldu. Taraf Gazetesi, 28 Kasım 2013 tarihinde bir haber yayınlamıştı. Bu haber şöyleydi: 'Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de imzasının bulunduğu karar metninde, 'Kurulun bu toplantısında; 24 Haziran 2004 tarihli MGK toplantısının Gündem konularından biri olan Türkiye’de Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen konusu gündeme gelmiş, yurt içi ve yurt dışı faaliyetlerine karşı bir eylem planı hazırlanması uygun görülmüş ve bu konudaki tavsiye kararının Hükümete bildirilmesine karar verilmiştir' ifadeleri bulunuyor. Cemil çiçek, Vecdi Gönül, Abdüllatif Şener, Abdülkadir Aksu, dönemin kuvvet komutanları Aytaç Yalman, Özden Örnek, İbrahim Fırtına ve Şener Eruygur’un da imzasının bulunduğu tutanaklarda yer alan diğer ifadeler şöyle: 'F.GÜLEN grubunun yurt içi ve yurt dışı faaliyetleri Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK) koordinesinde İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı ve ilgili diğer kurumlar aracılığı ile yakından takip edilmelidir. Devletin yurt dışında görevli memurları aracılığı ile F.GÜLEN grubu yakından takip edilmeli, gerekiyorsa Dışişleri Bakanlığı tarafından ilave tedbirler geliştirilmelidir. F.GÜLEN grubuna ait özel okulların faaliyetleri İçişleri Bakanlığı ve Milli eğitim Bakanlığı tarafından incelenmeli ve takibe alınmalıdır. Bu gruba ait okullardaki şüphe ve yasa dışı faaliyetler periyodik olarak BUTKK’na rapor edilmelidir. F.GÜLEN grubunun ‘öğrenci evleri’ kapsamında sempatizan ve yandaş edinme gayretleri İçişleri Bakanlığı nezdinde dikkatle takip edilmelidir. Yasal olmayan yollar kullanılarak din eğitimi veren ve bir nevi dini alet ederek yandaş toplama sistemi olan öğrenci evleri uygulamasına engel olunmalıdır. Din duyguları istismar edilerek yapılan toplantılar, yasa dışı faaliyetlere karşı caydırıcı bir etkisi bulunmayan yasaların yeniden etkin hale getirilmesi sağlanmalıdır. Yapılan bağışlar ile usulsüz para hareketleri ve kara para uygulamalarının Maliye Bakanlığı MASAK (Mali Suçlar Araştırma Kurulu) aracılığı ile takip edilmesi sağlanmalıdır.'' DIŞİŞLERİ'NDEKİ GİZLİ TOPLANTI DİNLENMİŞTİ Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın katılımıyla 13 Mart 2014'te gerçekleştirilen 'Suriye' konulu gizli toplantının yasa dışı dinleme yoluyla kayda alındığı, Youtube isimli video paylaşım sitesinden yayınlanan iki video ile ortaya çıkmıştı. Aydın Hasan Milliyet
Otoriterleşen Erdoğan'ın Ekonomi Yönetimindeki Çatlak İlk Değil
ÇIKILAMAYAN ORTA GELİR TUZAĞI VE OTORİTERLEŞEN ERDOĞAN, FAİZ TARTIŞMASIYLA ÇATLAĞI DAHA DA BÜYÜTTÜ, SÜRDÜRÜLEMEZ KILDI CHP Parti Meclisi Üyesi ve İstanbul Milletvekili Umut Oran, ekonomi yönetiminde faizler dolayısıyla baş gösteren çatlağın yeni olmadığı, AKP hükümetleri döneminde sıkça yaşandığı, ancak orta gelir tuzağından çıkılamaması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın giderek otoriterleşmesi nedeniyle artık konunun içinden çıkılamaz noktaya doğru gitmekte olduğu uyarısını yaptı. Umut Oran'ın konuyla ilgili olarak bugün yaptığı yazılı açıklama şöyle: Erdoğan’ın Merkez Bankası’na “faizi indir” baskısının ardında, 11.5 yıldır şişirdikleri inşaat-konut balonun patlama noktasına gelişi yatıyor. Ekonomiyi tamamen sıcak paraya bağımlı hale getirip; ağır borç yükü altına soktular, inşaata dopingle ekonomiyi canlı tuttular. Fed kararları ile sıcak para musluklarının kısılması ve 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları sonrasında artan siyasi risk – azalan güvenin etkisiyle dövizde yaşanan sıçramaya şok faiz artışı ile cevap verilmişti. Yükselen finansal maliyetler kredi fiyatlarına yansıdı, bu durum piyasada durgunluğa yol açtı. İnşaattaki saadet zinciri bozuldu. Daireler satılmıyor, konut stoku elde kaldı. Şimdi Erdoğan telaşla “faizleri indirin!” diye feryat ediyor. Faizde sert bir indirim, dış muslukların iyice kısılması, zaten yüksek olan dövizin fırlaması demektir. Bu durumda cari açık finanse edilemez, borçlar döndürülemez, aşırı dış borçlu reel sektör ve bankaların mali yapısı bozulur, şirket iflasları çoğalır, bunun siyasal ve sosyal sonuçları ağır olur. - Ekonomi yönetiminde ortaya çıkan çatlak, buzdağının görünen ucudur. Ekonomi tıkanmıştır, sürdürülemez nitelikteki yanlış ekonomi yönetimi ömrünü bitirmiştir. Bu vahim tablo karşısında bazı bakanlar otokrat Erdoğan’a karşı artık sesini yükseltme noktasına gelebilmiştir. Dinamiklerini anlamadığı ekonomiyi keyfi biçimde emirle yönetmeye devam edeceğini sanan Erdoğan her alanda giderek daha da otoriterleşirken, ekonomi hızla kötüleşirken, ekonomi yönetimindeki çatlak daha da büyüyecektir. Recep Tayyip Erdoğan’ın Merkez Bankası’na (MB) “faizi indir” baskısı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bu konuda MB’ye verdiği destekle ekonomi yönetimindeki çatlak kamuoyunun gündemine geldi ve piyasalar bundan etkilendi. Ancak 12 yıla yaklaşan AKP iktidarında aşırı dış kaynağa bağımlı hale getirilen, sıcak para ile döndürülen, inşaat sektörüne yapılan dopingle canlı tutulan, aynı zamanda iktidar üyelerinin rant ve yağma iştahına kurban edilip eşi görülmemiş yolsuzluklara sahne olan ekonominin yönetimi konusunda AKP içinde yaşanan ilk çatlak değil bu.İLK BÜYÜK ÇATLAK ŞENER’LE YAŞANDI AKP içinde ilk büyük çatlak, partiyi kuran çekirdek kadroda yer alan Abdüllatif Şener ile yaşandı. AKP’nin dört kurucusundan biri olan Şener, iktidarın daha ikinci yılından itibaren bakanı olduğu hükümetle ters düştü, farklı bir ses oldu. Şener, Galataport ihalesi başta AKP’nin peşkeşe dayalı özelleştirme uygulamalarına karşı çıktı. Erdoğan ve AKP ile yolsuzluk konusunda ters düşen Şener, sonunda kurucusu olduğu partiyle yollarını ayırdı.17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasıyla AKP’nin “bütün pisliklerinin ortaya saçıldığını” vurgulayan Şener, bu yolsuzlukların Erdoğan’ın haberi ve onayı olmadan yapılamayacağını söylüyor. Şener’in şu sözleri Erdoğan ve çevresinin zihniyetini oldukça net biçimde tanımlıyor: “Bu kabine ve kabinenin başındaki başbakan parasal konulara meraklıdır. Nerede para varsa üzerini kapatmaya eğilimlidir. Şu ana kadarki hükümet etme biçiminde de paraya sahip olmak en temel refleksidir. Hissiyatımı pekiştiren yüzlerce olay, gözlem yaşadım. Objektif koşullarda bunlar yargı sürecine girecek nitelikte olmayabilir. Ama sübjektif olarak baktığımda yolsuzluklarla yoğurulmuş bir iktidar anlayışı işbaşındadır.”  “GAZ-FREN” ÇATLAĞI… AKP’nin yanlış politikaları sonucu ekonominin tökezlediği 2012 yılında, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan arasında ekonominin direksiyonu için kavga yaşandı. Gelir dağılımı adaletsizliği sürerken, reel geliri yerinde sayan vatandaş borçlanmada da sınıra dayanınca tüketimde frene bastı. Tüketim yavaşlayınca ekonomi çakıldı, devlet vergi toplayamaz oldu, hedefler şaştı, zaten ağırlıkla, vatandaşın tükettiği mal ve hizmetler üzerindeki dolaylı vergilerden gelen gelirle finanse bütçede rekor açık ortaya çıktı. Küresel ekonomide hava sisliydi. Türkiye ekonomisinde kötüye gidiş artık gizlenemez hale geldi, hükümetin tüm hedefleri şaştı, ileriye yönelik belirsizlik arttı, güven kalmadı. Bu koşullarda vatandaşlar gibi, bir ay sonrasını dahi göremeyen sanayici de istese de gaza basamazdı! Uyguladıkları yanlış ekonomi politikalarının ve önlem almadaki ihmallerinin Türkiye’yi getirdiği noktada Babacan, ekonomideki daralma sürecini “yumuşak iniş” adı altında, kendi tercihleri ve kontrollü bir süreç gibi göstermeyi tercih etti.  Ekonomi bozulurken, ilgili bakanlar arasında “gaz-fren” tartışması başladı. Babacan, “Sisli yoldaki şoför ‘Yavaşlama, bas gaza’ seslerini dinlemez” derken Çağlayan ise “Otomobilin şoförü önemli… Eğer sürücü ileri teknik sürüş eğitimi almışsa sorun olmaz” diyerek “Türkiye gaza basması gerektiği yerde gaza basacak” şeklinde hamaset yaptı. “Gaz-fren” aslında bir yöntem tartışması değil, ekonominin direksiyonuna kimin oturacağı, yani koltuk kavgası idi. AKP, çözümü yine vergileri artırarak faturayı vatandaşa kesmekte buldu. Hükümet, otomotivden, tapuya, akaryakıttan içkiye, çeşitli mallardan alınan ÖTV, harç vb. dolaylı vergilerin artırılması yoluyla 10 milyar liralık (yaklaşık 5.5 milyar dolar) ek gelir yarattı. Bu para, zaten geçim derdindeki vatandaşın cebinden çekilerek, bununla bütçe açığı kapatıldı.   SÖZDE “ALTIN İHRACATI” ÇATLAĞI… Gaz-fren tartışmalarından sonra İran’dan alınan doğal gaz karşılığında altın ile yapılan ödeme konusunda da bakanlar arasında çatlak ortaya çıktı. ABD ambargosunu arkadan dolaşma gayretiyle İran’dan alınan doğalgazın ödemesini ithal külçe altınla yapıp, bunun adını da ihracat koydular. Dönemin ihracattan sorumlu Ekonomi Bakanı, aylardır İran’a yapılan altın ihracatının diğer 20 bin üründen farklı bir ihracat olmadığını, bunun bir para transferi olarak değerlendirilemeyeceğini söyledi. Başbakan Yardımcısı Babacan ise İran’a yapılan altın ihracatının aslında bizim İran’dan doğal gazı almak için ödediğimiz bir karşılık gibi olduğunu açıkladı ki doğrusu da buydu. CUMHURİYETİN 100. YILINDA İLK ONA GİRME ÇATLAĞI… Zaten ta 1970’li yıllarda ilk 20 ekonomi arasında yer alan Türkiye’yi kendilerinin ilk 20’ye soktuğuyla övünen Erdoğan, bir de Cumhuriyet’in 100. Yıl dönümü olan 2023’de ilk 10 ekonomi arasına sokma hedefi ortaya koydu ve hiçbir ciddi plan ve programı olmaksızın bu iddiasını tekrarlayarak halkı kandırıyor. 2012 yılında bu konuda da AKP yönetiminde bir çatlak yaşanmıştı. Dönemin Ekonomi Bakanı, mevcut üretim ve ihracat yapısıyla Türkiye’nin ilk 10’a asla giremeyeceğini ifade etmişti. Yıllardır aynı ekonomi politikalarını uygulayan AKP’nin içinden birinin bunu fark etmesi olumlu bir gelişmeydi. Ancak “tek adam” mantığı nedeniyle bunun direkt Erdoğan’a söylenmesi imkânsızdı, diğerlerinde olduğu gibi bu konudaki görüş ayrılığı ve çatlak da basın üzerinden dile getirilebildi. 2023 hedefi kulağa hoş gelmekle birlikte ekonominin gerçek dinamikleriyle uyuşmuyor. Bunun için diğer ülkeler sıfır büyüme yaşarken, yılda ortalama yüzde 10 büyümemiz gerekiyor. IMF projeksiyonları 2014’te Türkiye’nin büyük ekonomi sıralamasında 2 basamak düşerek 19’unculuğa ineceğini gösteriyor. Erdoğan ise aklına geldikçe bu iddiasını “büyüklere masallar” kabilinden dillendirmeye devam ediyor. ŞİMDİ DE FAİZ ÇATLAĞI Erdoğan’ın Almanya gezisi dönüşü yaptığı “Merkez Bankası’nın faiz politikalarını kesinlikle beğenmiyorum. Yüksek faizi ülkemdeki yatırımların önündeki en önemli bariyer olarak görüyorum. Yüksek faizi, yüksek enflasyonun sebebi olarak görüyorum” sözleri AKP’nin ekonomi yönetimi anlayışındaki derin çatlağı ve Erdoğan’ın ekonomiyi adeta bakkal dükkânı mantığıyla yönetmeye kalkıştığını ortaya çıkardı. Erdoğan “Faizi yükseltirken 5 puan birden yükseltiyorsun, şimdi geliyorsun yarım puan indiriyorsun. Sen dalga mı geçiyorsun?” şeklinde Merkez Bankası’nı azarladı. Erdoğan’ın sözleri üzerine Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ise “Kurumlarımızın kendi görev alanlarında tanımlanan şekilde asla taviz vermeden, ana ilkelerinden ana prensiplerinden vazgeçmeden uygulamalarına devam etmeleri gerekiyor. Bunlar yapıldığı sürece önümüz açık” sözleriyle Erdoğan’a, MB’nin bağımsızlığı konusunda uyarı yaptı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de “Babacan’ın açıklaması ile aynı görüşte” olduğunu bildirerek Erdoğan’la ters düştü. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi ise “Başbakanın isyanını haklı buluyorum” diyerek Erdoğan’a arka çıktı. AKP’nin vizyonsuz, plansız programsız ekonomi yönetimindeki derin çatlak daha net ortadadır. Erdoğan (özerk) MB’ye “faizi 5 puan artırdın, şimdi yarım puan indiriyorsun. Dalga mı geçiyorsun!” diye fırça atıyor. Enflasyonun suçunu Merkez Bankası’na yıkarak kendi sorumluluğundan kaçtığı gibi, sadece faizi indirmekle sorunu çözeceğini sanıyor. 11.5 yılda ekonomiyi dış kaynağa aşırı bağımlı hale getirdiler; ağır borç yükü altına soktukları Türkiye’nin geleceğini tükettiler. Fed kararlarının etkisiyle geçen yıl Mayıstan bu yana dış sermaye (sıcak para) muslukları kısılmıştı. Sıcak para ile hovardalığı artık sürdüremiyorlar. Zaten Ocak ayındaki 5 puanlık “şok” faiz artırımı da sıcak para gelmeye devam etsin diye rüşvet kabilinden yapılmıştı. Türkiye’nin önümüzdeki bir yıl içinde dış borç geri ödemeleri ve cari açık finansmanı için 221 milyar dolarlık dış kaynak girişine ihtiyacı var. Şimdi 5 puanlık indirime gidilirse, dış musluklar iyice kapatılır, içeride zaten yüksek olan döviz kurları fırlar, cari açık finanse edilemez, borçlar döndürülemez, aşırı dış borçlu reel sektör ve bankaların mali yapısı bozulur, şirket iflasları çoğalır, bunun siyasal ve sosyal sonuçları ağır olur.Erdoğan’ın faiz takıntısının ardındaki gerçek Başbakan’ın, “düşük faiz” talebinin ardında, başka bir gerçek var: İnşaat sektöründe şişirdikleri balonun patlama noktasına gelmesi…Ekonomide gerçek bir vizyonu olmayan AKP, asıl hedefi olan kendi siyasi rejimini kurma yolunda ekonomiyi daha çok bir araç olarak kullandı. Bunda da “konut-inşaat” sektörünü lokomotif olarak gördü. Bu yolla aynı zamanda kendi yandaş sermaye kesimini de palazlandırdı. Konut ağırlıklı inşaat sektörünü görülmemiş devlet imkânlarıyla destekledi; AKP’li belediyeler, başta İstanbul’da olmak üzere imar yetkisini alabildiğine kullanarak rant yarattı. Dışarıdan sağlanan kaynaklar,  müteahhitlere ve konut kredisi biçiminde tüketicilere pompalandı, konuta dayalı bir rant çarkı döndürüldü. Buna ek olarak kentsel altyapı, duble yol, AVM, hava meydanı, köprü gibi yatırımlarla seçmenler adeta hipnotize edildi. Fed kararları ile sıcak para musluklarının kısılması ve 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrasında siyasi riskin artması-güvenin azalmasının etkisiyle dövizde yaşanan sıçrama bu saadet zincirini bozdu. Son bir yılda yeni daire satışlarında belirgin bir düşüş var. Artan kura şok faiz artışı ile cevap verilmişti. Artan finansal maliyetler kredi fiyatlarına yansıdı, bu gelişmeler piyasada durgunluğa yol açtı. Şimdi Erdoğan’ın “faizleri indirin!” diye bağırmasının ardında, müteahhitlerin yaşadığı bu sıkışıklık yatıyor. Erdoğan telaşta… Dünyada ucuz ve bol döviz döneminin bittiğini Erdoğan da görüyor. Bu durum, özel sektörün kredi olanaklarının daralması, inşaat-konut sektörünün tıkanması anlamına geliyor. Erdoğan bu yüzden düşük faiz için MB’ye baskı yapıyor. Dış sermaye girişlerinin durma noktasına geldiği bir dönemde, Merkez Bankası’nın faizi indirmesi ise büyük risk. Banka’nın baskıya dayanamayıp yaptığı yarım puanlık indirim Erdoğan’ı tatmin etmiyor, daha da kızdırıyor. Yeni ekonomik koşullarda inşaatta işler iyi gitmiyor, daireler kolay satılmıyor, sektör tıkanma noktasına doğru gidiyor, AKP ekonomisinin lokomotifi tekliyor, konut balonu patlamak üzere. Müteahhitler daireleri satamaz, zarar eder, bankalara ve piyasaya borçlarını ödeyemezse, sıkıntı zincirleme biçimde tüm kesimlere ve dalga dalga ekonomiye yayılacaktır. ÇÜNKÜ ucuz ve bol döviz dönemi bitti, ÇÜNKÜ sıcak para gelmeyecek, ÇÜNKÜ otoriterleşen Erdoğan’a güven erozyonu var ve siyasi istikrar tartışılıyor, ÇÜNKÜ yabancı sermaye çekindiği için gelmeyecek, ÇÜNKÜ Türkiye en kırılgan ekonomilerin arasında anılıyor. AKP EKONOMİDE AĞIR ENKAZ BIRAKIYOR AKP Türkiye ekonomisini, sıcak para ve borçlanma şeklinde dış kaynağa aşırı bağımlı hale getirdi. Tek parti iktidarı olmasına rağmen AKP döneminde ortalama büyüme yüzde 4.9’da kaldı. Sıcak paraya dayalı olarak kâğıt üzerinde sağlanan bu büyüme de istihdam yaratmadı. Umudunu yitirip iş aramayı bırakanlarla birlikte gerçek işsiz sayısı Mart 2014 itibariyle 5.4 milyona, işsizlik oranı da yüzde 18’e ulaşıyor. Halk sürekli borçla tüketmeye teşvik edildi; bankaların yurt dışından sağladığı kaynaklar tüketime ve inşaat başta belli sektörlere pompalandı. Tüketici kredisi ve kredi kartlarıyla henüz kazanılmamış gelirler üzerinden vatandaşa, bir sanal refah dönemi ve zenginleşme algısı yaşatıldı, bu da oya tahvil edildi. Bankacılık sektörünün adeta kaynak bombardımanına tuttuğu iç tüketim canlandıkça, ithalat, dış ticaret açığı ve buna bağlı olarak cari açık hızla büyüdü. AKP işbaşına geldiğinde 6.3 milyar lira olan tüketici kredisi ve bireysel kredi kartı şeklindeki toplam hane halkı borç yükü, 51.4 kat büyüyerek 331 milyara ulaştı. Tüketimle büyüme modeli, kaçınılmaz olarak Cumhuriyet tarihinin cari açık rekorunu kırdırdı ve tüm kesimleriyle ülkeyi ağır bir borç yükünün altına soktu. Sonuçta vatandaş bankalara; bankalar ve şirketler ise yurt dışı kreditörlere gırtlağına kadar borçlu hale geldi. Türkiye’nin toplam dış borcu AKP döneminde 3’e katlanarak 400 milyar dolara yaklaştı. Kamunun iç ve dış toplam borç stoku AKP iktidarı döneminde 257 milyar liradan 624 milyar liraya yükseldi. Ekonomi tıkanmıştır, sürdürülemez nitelikteki yönetim anlayışı ömrünü tamamlamış, artık duvara dayanmıştır. Ekonomideki açmaz büyüdükçe, vizyonsuzluk ve keyfilik daha net biçimde ortaya çıkmıştır. AKP’nin ekonomi yönetim anlayışı tıkanma noktasına gelirken, orkestradan farklı sesler yükselmeye başlamıştır.   Orkestranın şefi olması gereken Erdoğan ise dünyanın 17. büyüğü olmasıyla övündüğü Türkiye ekonomisini adeta bakkal dükkânı mantığıyla idare etmeye çalışıyor, tamamen kafasına göre sopa sallıyor. Ekonomi yönetiminde ortaya çıkan çatlak, aslında yıllardır var olan buzdağının ucudur. Bu vahim tablo karşısında bazı bakanlar otokrat Erdoğan’a karşı artık yanlışları ifade etme noktasına gelebilmiştir. Dinamiklerini anlamadığı ekonomiyi keyfi biçimde emirle yönetmeye devam edeceğini sanan Erdoğan her alanda otoriterleşirken, ekonomi giderek kötüleşecek, ekonomi yönetimindeki çatlak daha da büyüyecektir. Yani ekonomide kötüleşme arttıkça çatlak da giderek derinleşecektir.Ekonomi yönetimindeki vizyonsuzluk ve keyfilik Türkiye’yi büyük yapısal sorunlarla karşı karşıya bırakacaktır. Bunun faturasını tüm halkımız ödeyecektir. Türkiye ekonomisinin yeni bir liderliğe, yeni bir vizyona, henüz düşünülmemiş daha fazla katmadeğer yaratan yeni şeylerin üretiminin planlandığı yeni bir kalkınma hikâyesine ihtiyacı vardır. Bunu da otoriterlikten demokrasiye geçerek ve orta gelir tuzağından kurtulmayı hedefleyerek ancak gerçekleştirebilirsiniz.
Kılıçdaroğlu: 'Aday Değilim'
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığına aday olmayı düşünmediğini, Başbakan Erdoğan'ın da aday olacağına inanmadığını söyledi. Kılıçdaroğlu, 'Ben, bu kadar kirli işlerin içine girmiş bir kişinin bu ülkede cumhurbaşkanı seçileceğine inanmıyorum' dedi. Haber Türk televizyonunda katıldığı programda cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili değerlendirmelerde bulunan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, siyasi parti liderlerinin cumhurbaşkanlığı adaylığını doğru bulmadığını söyledi: 'Çünkü cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak kişi bütün toplumu kucaklamalı. Tarafsızlığı konusunda kimsenin endişesi olmamalı. Bu nedenle ben cumhurbaşkanlığı adaylığını zaten düşünmüyorum, Aklımın ucundan bile geçmemişti.' Kılıçdaroğlu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın aday olması durumunda görevinden istifa etmesi gerektiğini belirtti: 'Diğer adaylar için istifa öngörülmüşse Onun için de öngörülmesi gerekir. Onun da ayrılması lazım. Öngörmemişse yasa etik olarak, ahlaki olarak ayrılması lazım. Uygulaması var mı? Var. Kimi yaptı? Mevcut hükümet yaptı. Bakanlar, belediye başkanlığı seçimlerine katıldılar, bakanların istifası zorunlu değil ama Sayın Erdoğan ne dedi? 'İstifa edeceksiniz seçime öyle gireceksiniz, diğer adaylarla eşit koşullarda.' Onlar da istifa ettiler, eşit koşullarda seçime girdiler. Siyasette çifte standart olmaz. Çifte standart halkla alay etmek demektir.' 'Yakında belli olacak' Cumhurbaşkanlığı adaylığı için bir takvimin oluşturulup oluşturulmadığının sorulması üzerine Kılıçdaroğlu, cuma günü Almanya'ya gideceğini, dönüşte siyasal partilerin görüşlerini alacağını belirterek, 'Daha sonra da süratli bir şekilde adayı belirlemiş oluruz' ifadesini kullandı. Kılıçdaroğlu, adaylık konusunda gündeme gelen Yılmaz Büyükerşen, Deniz Baykal, Rıza Türmen, Abdüllatif Şener gibi isimlerden özellikle 'Özellikle öne çıkan var mı?' sorusunu 'O konuda yorum yapmak istemem' diye cevapladı. Erdoğan'a eleştiri Bir soru üzerine Erdoğan'ın resmen açıklanmayan adaylığıyla ilgili eleştirilerde bulunan Kılıçdaroğlu şöyle devam etti: 'Bana dünyada bir örnek gösterin halkını tokatlayan bir adam şu ülkede cumhurbaşkanı oldu deyin. Nasıl anlatacağız biz bunu çağdaş dünyaya veya şaibeli bir kişi, şu kişi şu şaibesiyle beraber şu ülkede cumhurbaşkanı oldu deyin. Bunlar olmaz, olmamalıdır. Türkiye gerçekten de bilgisiyle birikimiyle geçmişiyle şaibesiz bir kişiyi o makama oturtmalıdır. Eğer bir kişinin şaibesi varsa Türkiye bunu kaldıramaz kaldırmamalıdır. Biz bunu dünyaya anlatamayız. Olay budur. Bu kadar nettir olay.' 'Çatı adayı cumhurbaşkanı seçilemezse sorumlunun CHP mi MHP mi olacağı?' sorulan Kılıçdaroğlu, halkın oylarına, tercihlerine saygı duyacaklarını söyledi. Kılıçdaroğlu, 'Başbakan Erdoğan seçilse de mi?' sorusunu, şöyle yanıtladı: 'Ben, bu kadar kirli işlerin içine girmiş bir kişinin bu ülkede cumhurbaşkanı seçileceğine inanmıyorum. Eğer bu ülkenin vicdanı varsa, bu ülkede kul hakkı yiyen eğer gerçekten halkın oylarıyla cezalandırılacaksa böyle bir kişinin cumhurbaşkanı olma şansı yok, mümkün değil. Bir insanda yüz olur yani, ben nasıl cumhurbaşkanı adayı olacağım.' 'Aday olup seçilmesi durumunda onu seçen halkın oylarına saygı duyacak mısınız?' sorusuna ise Kılıçdaroğlu, 'Ben seçileceğine inanmıyorum, bu ülkenin vicdanı varsa seçileceğine inanmıyorum. Daha doğrusu aday olacağına da inanmıyorum. Bir insanda vicdan olur. Nasıl aday olacak?' yanıtını verdi. Erdoğan'a 'Diktatör' demesinin tansiyonu yükseltip yükseltmediği de sorulan Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti: 'Kendi halkını tokatlayana ne denir? 'Yasama organı benim için ayak bağıdır' diyene ne denir? 'Yargı benim için ayak bağıdır' diyene ne denir? Hazır başbakanı bulmuş, derdini anlatacak, 'ananını da al git' diyene ne denir? Dünyanın hangi ülkesine gidip sorsan böyle birine ne denir? Anamuhalefet partisinin telefonlarını dinleyen adama ne denir? Hukuku ayaklar altına alan adama ne denir? Anayasa Mahkemesinin verdiği karara 'bu, milli değildir bu mahkeme mili değildir' diyene ne denir? Ben merak ediyorum, o sevgili yurttaşım 'ne denir' diyorsa emin olun ben onu söyleceğim. Vicdanına sorsun, böyle adama ne denir? Ben de onun yanıtını vereceğim.' Kılıçdaroğlu, başka bir soru üzerine, 'Bir kişi cumhurbaşkanı seçildikten sonra sıcak siyasetin içine girer ve başbakana sürekli müdahale ederse o zaman başbakan kukla başbakan olur' ifadelerini kullandı: 'Herhalde Türkiye Cumhuriyeti'ni kukla bir başbakanın yönetmesini kimse istemez. Eğer bir başbakan, hükümeti kurduktan sonra güvenoyunu parlamentodan isteyecek. Sorumluluk kimde? Başbakanda. Kimin programı? Hükümetin. Davul kimin boynunda? Başbakanın boynunda. Bir başbakan, davul kendisinin boynundayken, tokmağı birisine verirse 'sen istediğin gibi çal' derse o başbakana ne denir? 'Kukla' denir. Kılıçdaroğlu, haftaya diğer siyasi partilerle de görüşeceklerine değinerek, ziyaretlere HDP ile başlayacaklarını söyledi. Kılıçdaroğlu, 'Bütün bu özeni göstermemizin nedeni, belirleyeceğimiz adayın toplumun geniş kesimlerince kabul görmesini sağlamaktır' ifadesini kullandı. 'HDP'ye MHP ile bir çatı aday üzerinde konuşuyoruz, gelin bu arayışa ortak olun der misiniz?' sorusuna karşılık Kılıçdaroğlu, şunları söyledi: 'Ben, daha öncede ifade ettim, cumhurbaşkanı bir cepheleşmeyle belirlenmemeli. Bütün muhalefet bir arada, iktidar karşı tarafta, böyle bir cepheleşmeyi doğru bulmuyorum. Doğrusu geniş bir toplumsal uzlaşma yaratmaktır. Cepheleşme içine girerseniz, başka cumhurbaşkanı adayına oy vereni ötekileştirmiş olursunuz. Bu ülke en büyük sorunlarını cepheleşmeden yaşadı. Demokrasinin özü uzlaşmadan geçer. Onun adı toplumsal uzlaşmadır. Siyasette, uzlaşma kültürü olmadığı için gerilim var. Aynı havayı teneffüs ediyoruz, aynı suyu içiyoruz ama yan yana geldiğimizde tokalaşmıyoruz bile. Neden? Bunu aşmak istiyoruz. Herkesin sevgiyle sempatiyle baktığı bir cumhurbaşkanı adayı belirleyelim diyoruz. Pazartesi günü üç siyasi partiye gideceğiz, onlar da bu ülkenin partisi. Bir yurttaşın oy verdiği parti, bizim için değerlidir. Milli irade bu demektir. Biz, ayrım yapmayız.' Kaynak: Anadolu Ajansı | Al Jazeera
Türkiye'nin Politik Tarihinden Nostaljik Meclis Kavgaları
İngiliz Kralı John, karşılaştığı bir dizi isyandan bunalması ve bu işin böyle gitmesi halinde yerine geçebilecek herhangi bir varis olmasa bile bazı baronların kendisini öldürmesinden korkması gibi her mantıklı insanın pek de fena bulmayacağı sebeplerle, bir kerelik olsun bir değişiklik yaparak farzı misal sırf canı öyle istiyor diye kimseyi öldürmemeyi, vergi konusunda da tebaasına danışmayı kabul etti. Bugün Magna Carta Libertatum adıyla bilinen bu büyük sözleşme gerçi John'un hayatını kurtarmasına yardımcı olmadı ama, 'Parliamentum' adıyla bir kurul kurulmasına ve dünyada modern meclis geleneğinin başlamasına neden oldu. 1215 yılında Thames Nehri'nin kenarında bu gelişmeler yaşanırken, bizim buralarda hava birazcık daha değişikti. Daha ortalarda Osmanlı İmparatorluğu yoktu ve John adı verilen keferenin türlü çeşit garbi nedenle vazgeçtiği imtiyazlarına külli sahip olan Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus, kardeşi Alaaddin Keykubat'a karşı kazandığı zaferin ve Sinop vilayetini küffardan alışının tadını çıkartıyordu. Bu sebeple olacak bize Meclis envai çeşit ecnebi memleketten 6 yüzyıl kadar sonra geldi. Gerçi, bu 6 yüzyıl da pek fena yaşanmış değildi ama 19. asrın sonuna gelindiğinde Devlet-i Aliye artık birazcık kendisini çağın dışında kalmış, küffarla mücadelesinde de biraz geriye düşmüş buluyordu.  Bu sebeplerden, Memleketin halifesi, Memalik-i Ali Osmaniye'nin tek maliki, Rum'un sultanı, Cezayir'den Mısır'a envai çeşit memleketin yegane hakimi biricik Osmanlı İmparatoru İkinci Abdülhamid, üstünde güneş batmayan İmparatorluğun İmparatoriçesi, Hindistan'ın maliki, türlü çeşit uzak diyarda olmadık kolonileri bulunan dönemdaşı Büyük Britanya ve İrlanda Kraliçesi Victoria'nın bile parlamento adı verilen bir kuruma bir takım yetkileri bırakarak rahata erdiğini, memleketin külli ahalisini de Benjamin Disraeli adlı bir başka keferenin idaresine bırakmış olması nedeniyle habire yan gelip yattığını ve bayağı da kilo aldığını farkettiğinden olacak, en sonunda bir Anayasa yazılmasını, memleketin her neviden işiyle uğraşmaktansa bu işlerle tebaasından bir takım tabilerin uğraşmasını, bu arada da sağdaki ve soldaki insanların keyfi olarak tavuk gibi öldürülmemesini, kanun ve nizamın hakim olmasını, herkesin belli haklara sahip olup bu hakların da gene tebaaya mensup şahısların görev aldığı mahkemeler eliyle korunmasını kabul etti. Biz de böylelikle 1876 yılında bir Anayasa'ya kavuştuk. En sonunda şükürler olsun, Meclis-i Umumi adıyla parlamentomuz kapılarını Padişah efendimiz tarafından seçilmiş bulunan Heyet-i Ayan ve bu gariban halkın -artık hangi akıllarla Allah bilir- seçtiği bir takım vekillerden oluşan 'Heyet-i Umumi'ye açtı. Biz de tarihimizde ilk kez olsun Mebus denilen insanlarla tanışmış olduk.  Gerçi o zamanın Mebusları da güçlü kuvvetli kimselerdi ama, birbirleriyle şöyle adam akıllı bir kavga etme fırsatı bulamadan Rus Harbi sebebiyle Meclis kapanıverdi. Daha sonraları bazı tarihçiler bunu bazı mebusların Rus Harbi sırasında Padişah Efendimizin asabiyesini bozacak nazarda yaptıkları tenkitlere bağlarlar ama, Padişah hazretlerinin de bu parlamento denilen işe pek akıl sır erdiremediği, canı nasıl çekerse öyle hükmetme hakkı varken hangi sebeple habire durdurulmaya çalışıldığını pek anlamadığı da vakiadır. Sene 1908'e gelindiği zaman memleket ahalisinde bir takım huzursuzluk baş göstermeye başladı. Özellikle baş vergisi denilen bir vergi türü Erzurum'dan İzmir'e ahalinin canını sıkıyor, olmadık yerlerde olmadık isyanlar baş gösteriyor, Padişah efendimizin yolladığı tabur tabur erat bile isyankarlara katılarak 'hak isteriz' de 'hak isteriz' diye tutturuyor, Avrupa'yı mesken eylemiş bir takım zevatın adalet, özgürlük ve eşitlik talepleri memleket ahvalinde de zemin buluyor, millet Anayasa da Anayasa diye birbirini boğazlayacak hale geliyordu. En sonunda Resneli Niyazi Bey namlı bir zat Manastır'da hürriyeti ilan ediverince iş yayından çıktı ve Padişah Efendimiz, Thames nehrinin kenarında duran John gibi düşünerek, Anayasayı bir kez daha kabul etmenin pek fena bir fikir olmadığı noktasına geldi.  Artık bir Padişah tahta çıktığı zaman, Meclis-i Umumi önünde Anayasa hükümlerine uymaya ve millete sadakat yemini ediyor, en üstün iradenin milli iradenin tecellisi olan Anayasa ve hükümleri olduğunu kabul ediyordu. Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra Mondros Mütarekesi ilan edilince, memlekette bir kere daha Meclis kapatıldı.  Gazi Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Kuva-i Milliye hareketi de İstanbul'da açılan Meclis'in pek bir işe yaramadığını, habire kapatılıp açıldığını, böyle açıp kapatma usulüyle de memleketin idaresinin biraz savsakladığını büyük bir isabetle fark ederek, bu Meclis işini Padişah'tan biraz uzakta Ankara civarında hayata geçirmenin çok daha sağlıklı olacağını, hem bu suretle İşgal Kuvvetleri ile de pek muhatap olunmadığını öngörerek, Ankara'da Büyük Millet Meclisini açtılar.  O tarihten itibaren de yüce Meclisimizin çatısı altında vatan görevini ifa etmekte olan vekillerimiz arasında nümayiş hiç eksik olmadı. Vekiller kah alengirli sözcükler ve ithamlarla birbirlerine vatan aşklarını gösteriyor, kah sövgülerle millete hizmet sevdalarını dermeyan ediyor, bazı hallerde fiziken birbirlerine müdahalede bulunmak suretiyle milli çıkarları koruma noktasındaki kararlılıklarını birinci elden gösteriyordu.  Her ne kadar bazı başka parlamentolarda vekiller Judo, Aikido, Karate hatta Kick Boks gibi sporlarla gençlerini teşvik etme yolunda büyük merhaleler kat etmiş olsa da, bizim parlamentomuz böyle bir boyut asla kazanmadı. Konunun özünden sapmadan ve yan yollara dalaşmadan birbirinin üstüne çullanan, yürüyen, tokat, tekme, kafa atma gibi geleneksel ikna yöntemleriyle işini görmeye keskin kararlı vekillerimiz sayesinde memleketin her tarafında tartışma adap ve usulü gittikçe gelişti. Yasama görevini sadece bir gönül ve fikir işi olmaktan çıkartıp fiziki bir kondisyon meselesi haline de getiren bu yöntem uzun yıllar parlamentomuza damgasını vurduğundan olacak, kanun yapma işi de bayağı önemli bir anlam kazandı. Artık kanunlarımız sadece manen veya zihnen yetkin vekillerimiz eliyle değil, aynı zamanda fiziken de dirayetli, memleketin hangi ucuna gitse kondisyonuyla parmak ısırtacak vekillerimiz aracılığıyla yapılıyor, bir kanun vekillerimizi listelere yazan haşmetmaaplarının hoşuna gitmeyecek olsun gerekirse boğaz boğaza ceng edilerek hali yoluna koyuluyor.
Perinçek ve Şener Suriye Lideri Esad’la Görüştü
Suriye Devlet Başkanı Esad, Vatan Partisi lideri Perinçek başkanlığındaki Türkiye heyeti ile Şam'da bir araya geldi.Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in öncülüğündeki 13 kişilik Türkiye heyeti, Suriye temaslarının son durağında Devlet Başkanı Beşar Esad tarafından kabul edildi.Suriye resmi ajansı SANA'nın haberine göre, görüşme sıcak bir ortamda gerçekleşti.Esad, görüşme bitiminde Türkiye heyetini kapıya kadar uğurlarken, tam bir görüş birliğinin sağlandığı belirtilen görüşmede güvenlik, ekonomik, sosyal ve kültürel alanda ortak çalışma kararı alındığı belirtildi.ESAD: SURİYE BÖLÜNÜRSE, TÜRKİYE DE BÖLÜNÜR1 saat 45 dakika süren görüşmenin öncesinde basına açıklama yapıldı. İlk sözü alan liderlerden Beşar Esad, böyle bir dönemde Türkiye heyetinin kendisini ziyaret etmesinin Arap dünyası ve tüm dünya kamuoyu için büyük bir kardeşlik mesajı niteliği taşıdığını belirtti.İki senedir hiçbir Türkiye heyeti ile bir araya gelemediğini hatırlatan Esad, sözlerini şöyle sürdürdü:'Bazıları siyasi hükümetle, iktidarla halk arasındaki farkı bilmeyebilir. Fakat burada çok büyük bir fark var. Özellikle bu olaylardan önce Türkiye-Suriye ilişkileri için çok umutluyduk. Özellikle bu bölgenin kaderini, geleceğini biz, Türkler ile Suriyeliler olarak belirlemek bizi mutlu eder. Ve teknolojik, iktisadi alanda Türkiye-Suriye işbirliği tüm bölge için hayırlı olacaktır. Türkiye'nin bölünmesi Suriye'nin bölünmesi, Suriye'nin bölünmesi de Türkiye'nin bölünmesidir.'Türkiye ve Suriye'nin bulunduğu bölgeyi, dünyanın kalbi olarak tanımlayan Beşar Esad, 'Ancak herhalde bu yerlerdeki devletler için adam gibi adamlar gerekiyor. Kapalı insanlarla iş yapılmaz. Bütün Türkiye halkını temsil etmeyen, vizyonsuz bir lider bütün dünya için böyle bir projenin lideri nasıl olabilir? Tüm bunları sohbetimizde konuşacağız, tekrar hepiniz hoşgeldiniz' dedi.PERİNÇEK: TÜRKİYE'NİN BARIŞI, SURİYE'DEN GEÇİYORDoğu Perinçek ise, Suriye'nin terörle mücadeleye karşı insanlığın cephesi olduğunu belirterek 'Suriye halkı ve Beşar Esad'a birlik ve beraberliğimizi ifade etmek için geldik' açıklamasını yaptı.Perinçek, SANA ajansına verdiği röportajda, 'Suriye'de barışın, Türkiye'de barış olmasından geçtiğinin farkındayız. Suriye'de var olan terörizm, Türkiye'yi de hedef alıyor. Terörizmi tamamen yenmek ve Suriyenin milli birliği ve ulusal egemenliğini korumasını istiyoruz' dedi.Doğu Perinçek, Esma Esad'ın çağdaş kadını temsil ettiğini vurgulayarak, Beşar Esad'a ve eşine özel olarak saygılarını sunduğunu ifade etti.MUALLİM İLE GÖRÜŞMESuriye Devlet Başkanı Esad'ın daveti üzerine cumartesi günü başkent Şam'a giden Perinçek başkanlığındaki heyet, dün Dışişleri Bakanı Velid Muallim'le bir araya gelmişti.Heyette, Ak Parti'nin kurucularından da olan eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, CHP sıralarından TBMM'ye giren vekillerden Süheyl Batum ve Birgül Ayman Güler, eski Milli Savunma Bakanı Barlas Doğu, Genelkurmay İstihbarat eski Başkanı İsmail Hakkı Pekin başta olmak üzere 13 kişi yer alıyor.Sputniknews
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Erdoğan’ın ‘öncelikli’ hedefi ‘Türk tipi başkanlık sistemi‘ getirmek olsa da, ‘hayati’ olan hedefi AKP’nin bir kez daha tek başına iktidarda olmasıdır. Eğer araştırmalar Davutoğlu liderliğindeki AKP’de ciddi bir erimeye işaret ediyorsa, Gül’ün siyasi prestijinden yararlanmayı tercih eder, ‘başkanlık sistemi hevesini’ seçim sonrası gelişmelerine bırakabilir.Evet, başkanlık sistemi konusunda Erdoğan ile Gül’ün fikirleri uyuşmuyor ama unutmayalım ki siyaset böyle bir şey ve seçim sonrasında Gül’ü bu değişikliğe razı etmek de her zaman ihtimal dahilindedir.Bugünkü AKP Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’na ‘bu sıkletteki’ siyaset oyunlarında figüranlıktan başka rol de düşmüyor, onu belirteyim! Erdoğan ona derse ki “Git ve Abdullah Bey’i gösterişli bir şekilde partiye davet et”, Davutoğlu’na düşecek rol bunu yapmaktan ibarettir.
Fehmi Koru: 'Erdoğan Saray'ı Kendisi Vermeli'
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile olan dostluğu 1970'li yılların Milli Türk Talebe Birliği'ne dayanan Habertürk Gazetesi yazarı Fehmi Koru 'Başkanlık sistemini seçmen gündemden kaldırdı. Madem orası artık bir başkanın sarayı olmayacak o halde Tayyip Bey kendini başkan değil normal bir cumhurbaşkanı olarak düşünmeli. Cumhurbaşkanı'nın yeri de Çankaya' dedi. Erdoğan'ın pazarlık konusu olmadan kendiliğinden saraydan Çankaya Köşkü'ne çıkması gerektiğini vurgulayan Koru, AK Parti fabrika ayarlarına dönmeli, ANAP'ı hatırlayın, siyaset ölü partilerle dolu” ifadesini kullandı. Gül'ün 12 yıl başdanışmanlığını yapan Ahmet Sever'in Gül'lü yılları anlattığı kitabından, koalisyon adımlarına Fehmi Koru'nun Cumhuriyet'ten Selin Ongun'un sorularına verdiği bazı cevaplar şöyle: