10 Kasım'da Atatürk’ü Anlamanın En Güzel Yolu! İşte 10 Kasım'da Okunabilecek 10 Etkileyici Kitap
10 Kasım, sadece bir anma günü değil; Atatürk’ün fikirleriyle yeniden güç bulduğumuz bir hatırlama günüdür! Her 10 Kasım'da bir milletin kalbi aynı ritimle atar. Minnet, gurur ve özlemle andığımız Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamak ise kurduğu Cumhuriyet'in değerini kavramamızı, inancını ve fikirlerini yaşatmamızı sağlar. İşte, Cumhuriyet’in kurucusunu ve bu toprakların yeniden doğuş hikayesini anlatan, 10 Kasım’da ilham ve gururla okunacak 10 unutulmaz kitap
Ayrılıkların Şairi: Ahmet Selçuk İlkan'ın Kalp Atışlarında Ezber Bozan Bir Kara Sevda
Kocaeli'nin sonbahar rüzgârlarının kitap sayfalarını usulca okşadığı o günlerde, fuar alanı bir masal diyarı gibi canlanırdı. Standlar arasında dolaşan kalabalık, sanki unutulmuş bir şiirin dizelerini arar gibi, kokularla, seslerle dolardı: Mürekkebin derin kokusu, eski plakların cızırtılı fısıltısı, bir yerlerden sızan udun iniltisi... Düşünün bir: 'Altaylar’dan Tuna’ya Müzik Birleştirir' diye başlayan bir ezgi, Ekim akşamı Akçakoca Salonu'nda yankılanırken, korkunun o gri gölgesini dağıtan bir rüzgar eser mi içimizde? Kocaeli Kitap Fuarı, 4-12 Ekim 2025'te, Anadolu Mayası'nın sıcak hamuruyla yoğrulmuş bir ekmek gibi yükseldi Kocaeli Kongre Merkezi'nde – 515 yayınevinin tohumlarından filizlenen 1050 etkinlik, sahaf plaklarının eski fısıltılarıyla karışır. Kocaeli Kitap Fuarı, endüstriyel bir şehrin beton damarlarında atan bir kalp gibi, edebiyatın ve müziğin nabzını tutardı. İşte o kalabalığın ortasında, bir köşede, Ahmet Selçuk İlkan'ın gözleri parıldardı – o, kara sevdanın şairi, şarkıların gözyaşlarını mürekkebe döken adam. Röportajımız, fuarın bu büyülü kaosunda, bir fincan çay eşliğinde başladı; sanki her soru, bir bahar dalından düşen çiğ tanesi gibi, onun ruhundan bir hikâyeyi uyandırıyordu. Konuşmamız, aşkın acılı tatlılığını, müziğin kök salma sancısını ve geleceğin umutlu fırtınasını döktü ortaya; Kocaeli'nin endüstriyel havası bile, o anda, bir aşk bestesine dönüştü.
Han Kang’ın Yunanca Dersleri Kitabından Hayatı Sorgulatan 14 Alıntı
Han Kang, duyguların felsefesini yazıya dönüştüren, sessizliğin içindeki anlamı kelimelere döken bir yazardır. Yunanca Dersleri’nde aşkın, kaybın ve sessizliğin sınırlarında gezinen Han Kang, okuru hatırlamanın, unutuşun ve insan ruhunun derinliklerine dokunan bir iç yolculuğa davet ediyor. İşte duygunun felsefeyle, kederin ise şiirle buluştuğu o alıntılar 👇
2025 Nobel Edebiyat Ödülü'nü Kazanan Macar Yazar László Krasznahorkai'nin Tüm Kitapları
2025 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi belli oldu: Macar yazar ve senarist László Krasznahorkai. İsveç Akademisi, Krasznahorkai'yi etkileyici ve vizyoner eserleri nedeniyle ödüllendirdi. Ödülün gerekçesinde, 'apokaliptik terörün ortasında sanatın gücünü yeniden teyit eden çarpıcı ve vizyoner yapıtları' ifadesi kullanıldı.Gelin hep birlikte yazarın eserlerini daha yakından tanıyalım👇
Kumların Altından Doğan Bir Mücevher: Diamond Sutra'nın Gizemli Yolculuğu
Türkiye’nin en büyük kitap fuarlarından biri 4 Ekim Cumartesi sabahı saat 10.30'da Uluslararası 15. Kocaeli Kitap Fuarı'nın kapıları ardına kadar açılıyor. Türkiye’nin kültürel nabzı 'Altaylar'dan Tuna'ya Müzik Birleştirir' programıyla açılacak bu fuara kitlenmişken, Türkiye'nin etkinlik ve ziyaretçi sayısı bakımından en büyük kitap fuarı 9 gün süreyle, 12 Ekim Pazar gününe dek Kocaeli Kongre Merkezi'nde açık olacak. Geçen yıl, 'Savaşın ve Acının Edebiyatı' temasıyla 1 milyon 23 bin 514 ziyaretçiyle rekor kıran fuar, bu yıl o sayıyı aşma hedefiyle yola çıkıyor. Fuarın uluslararası boyutu, Türk ve dünya edebiyatının yıldızlarını bir araya getiriyor. Bunun şerefine size dünyanın ilk kitabı olarak kabul edilen Diamond Sutra’yı anlatmak istiyoruz.
Dan Brown’ın Yeni Romanı Sırların Sırrı Çıktı!
Tam “daha ne yazabilir ki?” dediğimiz anda, Dan Brown elini uzatıyor ve hepimizi ölümden sonrasına doğru sürüklüyor. Tarihi şifreler, gizli örgütler tamam da… bu kez mesele çok daha kişisel: ya ölüm sandığımız şey sadece kapı aralığından başka bir yere geçişse?
The Telegraph Seçti: İşte En İyi 20 Bilim Kurgu Romanı
Bilim kurgu, hayal gücünü zorlayan kurgularıyla geleceği değil bugünü de sorgulatır. Türün en güçlü eserleri, toplum düzeninden teknolojiye, insandan evrene kadar her şeyi yeniden düşünmemizi sağlar. The Telegraph tarafından hazırlanan tüm zamanların en iyi 20 bilim kurgu kitabı listesi de tam olarak bunu yapıyor. Kimi kitap politik eleştirilerle, kimi kitap da evrenin sınırlarını zorlayan vizyonuyla öne çıkıyor. İşte The Telegraph'a göre bilim kurgunun unutulmaz 20 kitabı...Kaynak
Türkiye'de Sineroman Türünde İlk Kitap: 4N1K Yazarı Büşra Yılmaz'dan Kozmos!
Kitap okurken aynı zamanda zihninizde film çekenlerden misiniz? Satırlarda anlatılan karakterleri canlandırıp hatta arkaya bir de müzik ekler misiniz? O halde size müjdeli bir haberimiz var!4N1K kitabının yazarı Büşra Yılmaz, yeni eseri Kozmos ile Türkiye’ye ilk kez 'sineroman' formatını getiriyor. Edebiyat ve sinemayı bir araya getiren Kozmos, iki ciltlik çekilmemiş senaryosuyla okuyucularını hikayenin yaratıcısı olmaya çağırıyor. Yani sizler, bu hikayenin yönetmeni olacaksınız.Gelin, detaylara birlikte bakalım.
Bir Yazarın Sessiz Vedası: Stefan Zweig’in Son Mektubu
22 Şubat 1942’de, Brezilya’nın Petropolis kentinde eşi Lotte ile birlikte intihar eden Stefan Zweig, ardında sadece edebiyat dünyasında derin bir iz değil, aynı zamanda bir dönemin kapanışını simgeleyen bu mektubu bıraktı.
Seray Şahiner - Vatan Millet Samatya “Annelerin Sustuklarını, Kızları Anlatıyor”
Geçtiğimiz ay, Bi Dünya Kitap Grubu’nun davetiyle konuk ettiğimiz sevgili Seray Şahiner’le, Penguen Kitabevi’nde ‘Vatan Millet Samatya’ üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. İlk kez orada tanıştık ama öyle güçlü, öyle renkli bir karakter ki… Birebir sohbet etme şansı olanlar, onunla geçirilen zamanın ne kadar kıymetli olduğunu hemen fark eder. Kitap, net bir tarih aralığında geçen bir “tarihi roman” ya da klasik anlamda bir “dönem hikayesi” değil. Ancak, toplumsal belleği ve bir dönemin ruhunu taşıdığı için dönemsellik hissi veren bir metin. Bu açıdan, nostaljik bir sosyolojik dönemi okumayı sevenler için Vatan Millet Samatya…
Yüksek Şatodaki Adam: Gerçekliğin Gıyabında Yazılmış, Tarihi Darp Eden Roman
Bir gün bir kitap açarsınız ve ilk cümleden itibaren dünyanız kayar. Ama öyle nazikçe değil. Altınızdan halı çeker gibi değil. Daha çok kafanıza bir taş düşer gibi. Philip K. Dick’in Yüksek Şatodaki Adamı işte öyle bir kitap. Çünkü bu roman, size “ya her şey yalanmışsa?” demiyor. Daha beterini yapıyor: “Her şey hâlâ yalan olabilir” diyor.Naziler kazanmış, Japonlar Pasifik kıyılarına kurulmuş, Amerika üçe bölünmüş. Dick, tarihi alıp sigara kâğıdı gibi buruşturuyor, sonra onu kül tablasına fırlatıyor. Ve tam da orada başlıyor hikâye.
Küçürek Öykü Kraliçesi: Demet Çaltepe
Sizi yazın dünyasının mütevazı cevherlerinden biriyle, Demet Çaltepe ile tanıştırmak istiyorum. Türk Dili ve Edebiyatı ile Felsefe bölümlerinde öğrenim gören Çaltepe, 2012’de Gürhan Uçkan Öykü Ödülü’nü kazanarak dikkatleri üzerine çekti. 2014’te Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde öykü dosyası dikkate değer bulundu. Aynı yıl editörlük yapmaya başladı. 2020’de ise Çeper adlı öykü kitabı yayımlandı. Anlayacağınız o hem başarılı bir editör hem de özgün bir yazar. Benim içinse o bir “Küçürek Öykü Kraliçesi.” Şaşırmış olabilirsiniz ama tam da böyle. İlk kitabı Çeper’i okuyanlar ve ayrıca kendisinin küçürek öykü atölyesine katılmış olanlar ne demek istediğimi anlayacaktır☺ Bu tanımı, sadece yazdıklarıyla değil, küçürek öyküyü edebiyat kuramları çerçevesinde hücrelerine ayıracak kadar iyi analiz ettiği, bunu bizlere de aktarabildiği, yolumuzu aydınlattığı için yapıyorum… Bu tanım için geçerli sebeplerim yalnızca bunlar da değil; geçen ay Distopya Akademi’nin öncülüğü ile basılan, içinde ben de öykülerimle yer alabildiğim için büyük mutluluk duyduğum küçürek öykülerden oluşan kolektif kitabın editörü ve biz yazarların rehberi olduğu için de… E, buyurun sohbetimize, neler konuşmuşuz bir bakın ☺
Pınar Kür’e Veda Ederken…
20 yaşındayım. Bir türlü dinmek bilmeyen ayrılık acısına bulabildiğim tek çare evde tek başıma olacağım süreyi mümkün olduğu kadar kısa tutmak. Ders çıkışları dans dersinden Bizans Tarihi paneline, Almanca kursundan rock konserine, uyku saatime kadar ne bulabilirsem, gidiyorum. Daha doğrusu, kendimi sürükleyerek götürüyorum. Yorgunluktan bayılacak halde eve vardığımda ajandamı açıp biten günün üzerini çiziyorum ve kendimi yatağa atıyorum. Her hafta görüştüğüm terapistim “nasılsın?” diye sorduğunda “yorgun” diyorum çoğu zaman, bazen de “yaşlanmış”.
Güneş Altunkaş ile İçli, Yürekli, Dobra Bir Sohbet
“Susarak büyüyen herkes bu kitabın bir yerindedir.” Güneş Altunkaş ile “İstanbul’un Kalbindeki Ejder” Üzerine— Bu söyleşi bir röportaj değil, iki insanın iç sesi arasında kurulmuş ince bir köprü.Bazı insanlar vardır; bir şeyi anlatmadan da ne demek istediklerini duyarsın. Güneş de onlardan. Cümleleriyle değil, boşluklarıyla konuşur. İçinde susan ne varsa öyle güzel taşır ki… sen onun sessizliğinde kendi sesini duyarsın.Biz Güneş’le dostluğu biraz başka yerden kurduk. Onun ne yazdığı değil, nasıl yaşadığıyla ilgilendim ben hep. Çünkü o cümlelerini yayınevine değil, insanlara teslim edenlerden. Çocuklara burs veriyor mesela, ama bunu broşüre bastırmıyor. Yazıyor, yazıyor, sonra gidiyor bir çocuğun yolunu açıyor. Ama kalkıp da bununla kendine “yazar” payesi biçmiyor. İşte o yüzden Güneş sadece yazmıyor; yaşıyor, taşıyor, susuyor, sonra bir gün yazıyor.İstanbul’un Kalbindeki Ejder ise suskunlukla yazılmış bir metin. Çığlık atmıyor. Ama okuyunca için zonkluyor. Çünkü karakterin kilosu değil, kalbi ağır. Çünkü anlatılan ev bir yalı değil, bir tür tabut. Ve çünkü o kız çocuğu aslında hepimizin bir parçası. Birinin anne babası suskundu, birinin kendi sesi… birinin de bedeni hiç savunulmadı.O yüzden bu kitap bir hikâye değil, bir yüzleşme. Ve ben de bu satırları yazarken onu bir yazar olarak değil, çok sevdiğim bir dostum olarak görüyorum. Çünkü bazen birinin yazdıkları değil, neden yazdığı önemli olur. Güneş için bu kitap, kelimelerden değil, yara izlerinden yapılmış bir şey. Ve biz onunla bu kez, yazının değil, yaranın içine oturduk.Derken bir noktada, ne zaman başladığımızı bile hatırlamadığımız o sohbetin içinde kendimizi şu cümlede bulduk:“Hazırsan biraz içini deşeceğim.”Ve Güneş gülümsedi. “De bakalım,” dedi. “Sen sor, ben artık hiçbir şeyi saklamam.”
Kubilay Aktaş ile Son İnsan Medeniyeti Kitabı Üzerine Samimi Bir Röportaj
+ Kubilay hocam öncelikle röportaj için teşekkür ediyor, Son İnsan Medeniyeti kitabınızı okuduğumu ve çok beğendiğimi ifade etmek istiyorum.- “Allah razı olsun Burçak hanım.”+ Son İnsan Medeniyeti isimli kitap başlığını gördüğümde, elbette medeniyetin ve illaki İslam medeniyetinin önemini aktaracağınızı tahmin etmiş, İslam medeniyetinin tüm medeniyetlerin üstünde olduğunu vurgulayacağınızı hissetmiştim. Öyle de oldu… Tarihi okuyanlar bilirler ki medeniyetler doğar ve ölür. Fakat İslam medeniyeti, bu çerçevede yalnızca bir tarihsel durum değil aynı zamanda tüm kıtalara yayılmış, kıyamete kadar sürecek olan bir hakikatin yansımasıdır.Ve tam da burada bir başka kitabınızdaki şu cümleleri hatırlıyorum; Medeniyet sadece imanla başlamaz, imanla birlikte ilim ister, irade ister, insicam ister.Yine sohbetlerinizden bildiğim kadarıyla insan doğmakla insan olmak arasındaki farkın üzerinde çokça duruyorsunuz ve Kamil insan olmak için şahsi dünyamızda fazla vaktimizin kalmadığına özellikle dikkat çekiyorsunuz. Kitabın ismindeki “son” vurgusunun da buradan geldiğini düşündüm.