İnsan Ne ile Yaşar: Hümanizmin Vahşi Kozmosu
'İnsanlar sadece kendi hayatları için kaygılandıkları, kendilerini kolladıkları için yaşar sanırdım, oysa onları yaşatan tek şey sevgiymiş.'
Lev Tolstoy, İnsan Ne ile Yaşar?
O sonsuz Rus ovalarının karla örtülü sessizliğinde, Lev Nikolayeviç Tolstoy'un kalemi bir kez daha dokunur insan ruhunun en derin yaralarına. 1885'te kaleme aldığı bu kısa öykü, 'İnsan Ne ile Yaşar?', bir masal kılığına bürünmüş bir felsefe dersi gibidir; ne ki, masallar gibi uçsuz bucaksız bir hayal âleminde değil, günlük hayatın tozlu yollarında, bir ayakkabıcı kulübesinin daracık kapısında açılır önümüzde. Tolstoy, hümanist bir bilgelikle, insanı ne bir melek ne de bir canavar olarak resmeder; o, sadece bir yolcudur, sevginin sıcaklığını arayan, yalnızlığın buzlu rüzgârında titreyen bir yolcu. Bu öyküde, maddenin ötesinde bir nefes ararız: 'İnsan ne ile yaşar?' diye sorar ve cevabı, günümüzün parlak ekranlarında kaybolmuş kalplerimize fısıldar – sevgiyle, merhametle, başkalarının acısına dokunarak.
Öykünün ipliğini çekelim, usulca, bir kış gecesi sobasının çıtırtısı gibi:

Fakir ayakkabıcı Simon, karlar altında bir adamı –nay, bir meleği– görür sokakta. Michael adındaki bu göksel misafir, kanatlarını yitirmiş, insan kılığına bürünmüş bir elçidir; Tanrı'nın gazabıyla yeryüzüne indirilmiş, üç sırrı çözmek için: İnsan ne ile yaşar? Ne ile giyinir? Ne ile kalır? Simon'un evinde sığınır, karısı Matryona'nın merhametli kollarında ısınır. Michael, sessizce çalışır, ayakkabı diker, ama gözleri hep uzaklara dalar – o uzaklar, ruhun sonsuzluğudur. Zengin bir beyefendi gelir, ölüm meleğini yanına çağırır; bir kadın doğurur, ikiz kızlarını kaybeder ve her sahnede, Michael'ın kalbi bir parça daha aydınlanır. Sonunda, kanatları geri döner: İnsan, sevgi olmadan yaşayamaz, çünkü sevgi, varoluşun ekmek ve suyudur; giysilerimiz inançtır, başkalarının gözünden görülen kendimizdir ve kalırız, yalnız değil, başkalarının sevgisiyle sarılı olarak. Tolstoy, bu sırrı bir peri masalı gibi sarar, ama altından felsefenin keskin bıçağı çıkar: İyilik, zorunluluk değil, ruhun doğasıdır; merhamet, bir lütuf değil, hayatta kalmanın tek yoludur.
Tolstoy'un üslubu, bir nehir gibi akar öyküde – sakin, ama derinlerde girdaplar taşır. Hümanist bir kalemle yazar; insanı yargılamaz, kucaklar. Simon'un fakirliği, Michael'ın gökselliği arasında bir köprü kurar, sınıf farklarını eritir sevginin ateşiyle. Masalsı dil, Rus folklorundan beslenir: Doğa, karakterlerin ruhunu yansıtır; kar, yalnızlığın simgesidir, sobanın sıcaklığı ise merhametin. Ama bu masal, didaktik bir vaaz değildir; Tolstoy, okuyucuyu bir ayna önüne koyar, 'Bak,' der, 'sen de buradasın.' Ahlakı, soyut bir kavram olmaktan kurtarır; onu, Matryona'nın bir lokma ekmek vermesinde, Simon'un yabancıya kapı açmasında somutlaştırır. Öykü, varoluşun temel sorularını sorar –ne için yaşarız? – ve cevaplarını, insanın en yalın haliyle verir: Başkalarında kendimizi bulmakla. Bu, bir edebiyat şölenidir; kelimeler, ruhun tohumlarını eker ve okur, sayfaları kapattığında, kendi hayatının bahçesinde filizlenmelerini izler.
Şimdi, bu fısıltıyı günümüze taşıyalım; ah, ne acı bir yankı!

Tolstoy'un kulübesinden çıkıp, beton ormanlarımıza, ekranların mavi ışığına adım atalım. Bugün, 'insan ne ile yaşar?' sorusu, bir lüks arabanın gaz pedalında, bir sosyal medya beğenisinin tatlı zehrinde boğulur.
'İnsan, neyle yaşadığını ancak sevdiği zaman anlar.'
Lev Tolstoy, İnsan Ne ile Yaşar?
Tüketim canavarı, Michael'ın kanatlarını keser gibi keser ruhumuzu: Sabahları kahve fincanlarımızda değil, algoritmaların sunduğu sahte bollukta yaşarız; akşamları, yalnız yataklarımızda, binlerce 'arkadaş' arasında yapayalnız kalırız. Sevgi? O, bir emojinin arkasına sığınmış bir gölge; merhamet, bir yardım kampanyasının like'ında eriyen bir para. Tolstoy'un zengin beyefendisi gibi, biz de ölüm meleğini yanımıza çağırırız – ama o melek, artık bir bildirim sesidir, bizi sonsuz bir koşuya sürükleyen. Günlük hayatımız, bir ayakkabı dikişinden ibaret değil; o, bir illüzyon ağı: Çalışırız, biriktiririz, sergileriz – ne için? İkiz kızlar gibi yitirdiğimiz değerler için mi? Yalnızlık, pandemi sonrası bir hayalet gibi dolaşır sokaklarımızda; komşumuzu tanımayız, ama influencer'ların kahkahalarını biliriz. Tolstoy'un hümanizmi, burada bir isyan çığlığıdır: Bu koşuda durun! Sevgi, bir post'ta değil, bir elin dokunuşunda gizlidir; inanç, bir markada değil, başkasının acısına eğilmekte yatar. Günümüzün eleştirisi mi? Evet, acımasız bir ayna: Maddenin efendisi olduk sanırken, ruhumuzun kölesi olduk; paylaşmayı unuttuk ve unutmak, ölmekten beterdir.
Sonuçta, Tolstoy'un öyküsü, bir lamba gibi yanar karanlığımızda: İnsan, sevgiyle yaşar – ne altınla ne şanla ne de ekranların yalan ışığıyla. Günümüzün fırtınasında, bu sırrı hatırlayalım; yoksa, Michael gibi, kanatlarımızı yitirir, yeryüzünde unutulmuş bir gölge oluruz. Okuyun onu, bir kış gecesi ve ertesi sabah, bir yabancıya gülümseyin.
Zira hayat, o gülümsemeyle yeniden doğar.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

