Bir Analiz: Her Gün Aynı Şeyleri Yemekten Bıkmadınız mı?
Tüketiciler gıda ürünlerinde gerçekten göründüğü kadar çok çeşit ve alternatife sahip mi? Bugün dünyada üretilen gıdaların yüzde 75'inin sadece 12 çeşit bitki ve hayvan türünden elde edildiğini öğrenince ne düşünürsünüz?
Marketlerin raflarında birbirinden farklı tat ve lezzette yüzlerce ürün karşınızda duruyor. Hangi markanın hangi ürününü alsam diye bazen kararsız kaldığınız oluyor. Bazen de piyasaya yeni çıkan bir gıda ürününü denemek için sabırsızlanıyorsunuz.
Tüketiciler olarak gıda ürünlerinde gerçekten bu kadar çok çeşit ve alternatife sahip miyiz?
Business HT'den İrfan Donat'ın analizine göre sorunun cevabı maalesef hayır.
Dünyada üretilen gıdaların yüzde 75'inin sadece 12 çeşit bitki ve hayvan türünden elde edildiğini öğrenince ne düşünürsünüz?
Raflarda birbirinden farklı olduğunu düşündüğünüz ürünlerin hammaddesi topu topu 12 çeşit bitki ve hayvan türünden elde ediliyor. Daha da açık bir ifade ile sağlıklı beslenmek adına neredeyse her gün aynı ürünlerin farklı varyasyonlarını tüketiyoruz.
BM Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) 'tarımsal biyoçeşitlilik' raporundaki rakamlar biraz kaygı verici.
'Üretilen gıdaların yüzde 75'i sadece 12 çeşit bitki ve hayvan türünden elde ediliyor'
Amaç, içinizi karartmak değil ama içinde bulunduğumuz dönemdeki riskleri hatırlatarak geleceğe dönük projeksiyonlara ışık tutmak.
FAO, tarımsal biyoçeşitlilikte son 100 yılda yaşanan değişim ve bunların yarattığı sonuçları somut rakamlarla ortaya koymuş. Veriler çok da içaçıcı değil.
1900'lü yıllardan bu yana bitki genetik çeşitliliğinin yaklaşık yüzde 75'i kaybedilmiş durumda. İşin daha acı tarafı çiftçilerin yerel çeşitlerden uzaklaştırılması hatta bir adım daha öte giderek yanlış politikalar yüzünden çiftçinin toprağından koparılması sonucu bu kan kaybı hâla sürüyor.
'150-200: İnsanların tükettiği bitki sayısı'
Dünyada 250 bin ila 300 bin arasındaki bitki türünün yüzde 4'ü yenilebilir özelliğe sahip ancak insanlık bu zenginliğin içinde sadece 150-200 çeşidi tüketerek adeta kendi kendini fakirleştiriyor.
İş öyle bir noktaya gelmiş ki sadece pirinç, mısır ve buğday, insanların bitkilerden elde ettiği kalori ve proteinlerin yüzde 60'ını tek başına karşılar durumda.
'Hayvan ırklarının yüzde 30'u yok olma riski ile karşı karşıya'
Bitkisel üretim tarafındaki bu yok oluş hayvancılık tarafında da söz konusu.
FAO'nun verilerine göre hayvancılık tarafında da ırkların yüzde 30'u yok olma riski altında. Neredeyse her ay 6 yerel ırk kayboluyor. Aslında bu veriler insanoğlunun nasıl bir doğal zenginlik içinde fakir bir beslenme türüne sıkıştırılıp kaldığını gösteriyor.
Son 100 yılda bu tablonun oluşmasında bir çok etken var ancak en büyük nedenlerin başında insanoğlunun doğaya verdiği tahribat ve konuya ticari odaklı bakış açısı yatıyor. Özellikle son 60 yıla baktığımızda endüstriyel tarım ve gıda sektörünün kâr odaklı hızlı yükselişi yerel üretici ve ürünleri bir kenara atarken, gıda tüketiminde küresel şirketlerin dayatmaları ön plana çıkıyor.
FAO, tarımsal biyoçeşitlilikteki kayıpların nedenleri arasında bir dönem tüm dünyada kurtuluş reçetesi olarak sunulan söylem ve politikaları da sıralıyor.
Tarımda endüstriyel ve yeşil devrimin hızla büyümesi, gıda sisteminin patent ve fikri mülkiyetler sistemi içine hapsedilmesi, küresel bir pazar oluşturarak gıdanın üretim ve dağıtımının 5-10 şirketin tekeline girmesi bugün geldiğimiz noktaların ana nedenleri arasında yer alıyor.
Daha az çeşit, daha fazla rekabetçi yapı
Tüm bunlar sonucunda küresel gıda piyasası daha homojen, daha az çeşide dayalı ve çok daha fazla rekabetçi bir yapıya dönüştürüldü.
Sistematik olarak yürütülen bu süreç, dünden bugüne değil uzun vadeli politikalar sonucu oluşturulmuş durumda. Çünkü çiftçilerin yerel üretimden uzaklaştırılarak, gıda üretiminde uluslararası şirketlere kapıların aralanması kadar tüketici tarafında da söz konusu politikalara uygun altyapı hazırlandı. Tüketicilerin yaşam koşullarına paralel olarak tüketim algısı ve tercihleri de değiştirildi.
Küçük ölçekli çiftçilerin tarımsal üretimde sahip olduğu zengin biyoçeşitliliğine yönelik marjinal bir algı yaratıldı. Bu şekilde tarımsal biyoçeşitlilikte genetik erozyon yaratıldı. Ticarete konu olacak sınırlı ürün çeşitleri ön plana çıkartılırken, her iklimin ve bölgenin insan yapısına göre beslenme ve sağlık açısından kritik önemdeki bitki ve hayvan türleri bir kenara itilerek gözardı edildi.
Gıda güvenliğine yönelik risk artıyor
İşte bu yüzden tarımsal biyoçeşitlilik bundan böyle daha sık duyacağımız ve tartışacağımız konuların başında geliyor.
Çünkü, insanlığın gıda güvenliği ve ekonomik bağımsızlığı temelde biyolojik kaynakların sürdürülebilir yönetimine bağlı. Daha açık bir ifadeyle tarımsal biyoçeşitliliğinizi ne kadar korur ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturursanız geleceğiniz de o kadar güvende demektir.
Artık dünyada dengeler değişiyor, konjonktür farklı bir hal alıyor. Bugünün kıymetlisi petrol, doğalgaz ya da madenler olabilir ama gelecekte enerji güvenliğinin yapısı değişecek. Ama daha da önemlisi bunların yanına gıda, su ve toprak güvenliği de eklenecek. Yerli tohum, yerel bitki türleri ve hayvan ırkları, sürdürülebilir bir yapının oluşmasında önemli roller üstlenecek.
Tarımsal biyoçeşitlilik sadece gıda güvenliği demek değil. Aynı zamanda toprağın verimliliği, tarımsal arazilerdeki kırılganlıkların azalması, çiftçiliğin sürdürülebilir ve güçlü bir şekilde yapılmasının da anahtarı. Dışa bağımlı yapının en aza indirgenmesi, ekosistem yapısı ve tür çeşitliliğinde istikrarı koruma rolü de bulunan tarımsal biyoçeşitlilik, zararlı ve hastalık yönetiminde de kritik önemde.
'Petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanlığı yönetirsiniz'
Son olarak ABD'nin 1970'li yıllardaki meşhur eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger'ın yine o meşhur sözünü hatırlayalım: “Petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanlığı yönetirsiniz.”
Gıdayı kontrol dönemi çoktan başlamış durumda. Markette alışveriş yaparken bunları bir kez daha düşünün.
Kaynak: Business HT