Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Zulüm ve Ölüm Kimlik Sormaz! | Emre Kongar | Cumhuriyet
Başbakan Erdoğan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) toplantısında“Ben diktatör olsaydım, meydanlarda rahatça dolaşamazdınız” dediği sırada, Uğur Kurt adlı vatandaşımız, Okmeydanı’nda kurşunla öldürüldü!
30 yaşındaydı, Narin’le 3 yıllık evliydi, iki yaşında Ali Kemal adlı bir oğlu vardı,Beyoğlu Belediyesi’nde taşeron firmada temizlik işçisi olarak çalışıyordu...
Oğluna da giydirdiği Fenerbahçe formasıyla çektirdiği, eşiyle birlikte poz verdiği gülümseyen fotoğrafları internette dolaşıyor...
Üstelik Cihan Haber Ajansı’nın kayıtlarında polisle çatışırken değil, bir cenaze için gittiği cemevinin avlusundayken vurulduğu açıkça görülüyor...
Gözlerim dolarak izlediğim fotoğraflarına bakarken düşündüm:
“Bir yaşam, bir umut, bir mutluluk, bir anne-baba, bir eş, bir evlat, yine şiddet__kurbanı oldu...
Devlet niye var?
İktidar niye var?
Canımızı korumak için mi?
Canımızı almak için mi?”
Ne yazık ki, dün Cengiz Çandar’ın da yazdığı gibi “‘Şiddet’, iktidarın her toplumsal olayla olağan baş etme yöntemi haline getirildi. Asıl sorun bu.”
Bu yönteme çanak tutmamak gerek!
Açık Mektup | Melis Alphan | Hürriyet
Sayın Ahmet Kekeç,
Oturup köşenizden ahkamınızı kesmişsiniz ancak bana vermeye çalıştığınız dersin gereğini keşke önce kendiniz yerine getirseydiniz.
Evet, bir iddiada bulundum ve bunun gerekçelerini de tek tek sıraladım. Alıntıladığınız bölüm, hurriyet.com.tr'de yayımlanan uzun bir yazının yalnızca bir paragrafıydı. Gerisini merak etmediniz, okumadınız, art niyetle cımbızlanan birkaç cümle üzerine koca bir yazı inşa ettiniz.
Yazık...
Oysa tartışmalı bir demeçle karşılaştığında gazetecinin ilk sorması gereken soru, 'Öncesinde, sonrasında ne denilmiş?' olmalıdır.
Bu dersi de ben size vereyim.
Bu soruyu kendi kendinize sormuş olsaydınız, böylesine dayanaksız, tutarsız bir yazı kaleme alamayacaktınız. Ama niyet halis olmayınca, akıbet de böyle oluyor demek ki!
Olanı anlamaya çalışırken.. | Fehmi Koru | Star
Kendimi tekrarlama pahasına da olsa hemen girişe yazayım: Dünyada ‘kodu mu oturtan lider’ arayışına cevap veren bir ortam var. Pek çok ülkede o tür liderler işbaşında ve tanıma uymayanlar —sözgelimi ABD Başkanı Barack Obama ve Fransa CumhurbaşkanıFrançoise Hollande gibiler— ise zorluk çekiyorlar...
ABD’de Obama’ya yönelik eleştirilerin başında ‘liderlik yapamadığı’ tespiti geliyor... Hem Kongre’deki Demokratlara, hem ülkesine, hem de ‘hür dünya’ diye anılan ve Washington’la yakın ilişki arayışı içerisindeki ülkelere...
Liderlik zaafı yaşanan demokrasisi olgunlaşmamış ülkelerde kargaşa çıkabiliyor ve hiç istenmeyen istikametlere sürüklenildiği de oluyor... (Mısır’da ve Tayland’ta yaşananlara bu gözle de bakılabilir.)
Moda ‘sert lider’ yönünde oluştu...
Polisin Sabrına Şaşan Bir Başbakan | Ahmet Hakan | Hürriyet
Okmeydanı’nda bir grup şiddet yanlısı, polis aracına molotof atıyor.
Araç bir anda yanmaya başlıyor.
Aracın içindeki polis, araçtan dışarı fırlayarak yanmaktan son anda kurtuluyor.
İşte bu görüntüyü yorumluyor Başbakan.
Diyor ki:
“Molotof falan atıyorlar polise... Bizim polis de nasıl sabırlı... Şaşıyorum.”
Madenciliğin fıtratında risk olduğunu söyleyen Başbakan, polisliğin fıtratındaki riski görmüyor.
Madenciye “sabır” tavsiye ederken polisin sabrına şaşıyor.
Üstelik polisin şaşılacak kadar sabırlı davrandığı falan da yok.
Çekmiş silahını, basmış tetiğe...
Ve bir kişiyi kafasından vurarak öldürmüş.
Üstelik öldürdüğü adam eylemci de değil.
Kahvede oturan vatandaş, “Polis yine sabırlı abi! Ben olsam alayını tarardım bunların” falan diyebilir.
Ama Başbakan diyemez.
Düşman Üretmek | Ayşe Böhürler | Yeni Şafak
1930'lardan bu yana Cumhuriyet'in kurucu ideolojisinin en iyi yaptığı şey 'düşman üretmek' oldu. Türkiye'de militarist ideolojinin belirli dönemlerde sistemi yeniden restore etmek için başvurduğu yollardan birisi olarak bu yöntem her devirde uygulanıyor. İlk yıllarda millet yaratmak için, sonrasında orduyu düzene sokmak için, sonrasında da uluslararası sisteme entegre etmek için derken arka fonda militarist ideolojinin hakim olduğu bir çok çatışmanın içinde büyüdük hepimiz. Şimdi ise Türkiye'nin güvenlik şemsiyesini oluşturanlar farklı bir değişime ihtiyaç duyuyorlar. Sokaklar yeniden canlanıyor, canlandırılıyor. Uyuyan hücre örgütler uyanıyor, silahlı çatışmalar, kamplaşmalar her zaman tutan mezhep ayrışmalarını körükleyecek acı hadiseler yaşanıyor. Nasıl geçmişte bu tutum halkın iktidarına yol açmadıysa bugün de açmayacak. Sadece militarizmin güçlenmesine neden olacak. Sokak çatışmalarının artması Türkiye'de geçmişte olduğu gibi bugün de militarist ideolojinin tekrar güçlenmesinden başka bir şeye hizmet etmeyecek...
Fıtrat Sınavı | Yılmaz Özdil | Hürriyet
Üç gün sonra unutmak, fıtratımızda var.
Hafızamızı taze tutmak için, buyrun...
Bu katliam madenini bu taşeron patronlarına kim verdi?
a, kertenkele
b, iguana
c, semender
d, süleymancık
1993 model paslanmış gaz maskeleri ne markaydı?
a, Patek Philippe
b, Franck Muller
c, Bvlgari
d, Ulysse Nardin
Rödovans nedir?
a, Devletin malı deniz’in Fransızcası
b, Üzümünü ye bağını sorma’nın İngilizcesi
c, Bal tutan parmağını yalar’ın Almancası
d, Deveyi havuduyla götür’ün Arapçası
Okmeydanı Neden Alarm Veriyor? | Eyüp Can | Radikal
Yine bir şiddet sarmalı ile karşı karşıyayız.
Okmeydanı barut fıçısı.
Dün biri cemevinde diğeri sokak ortasında iki vatandaşımız öldü, onlarca polis yaralı. Bir yanda molotoflu protestocuların şiddeti diğer yanda her toplumsal olaya orantısız müdahale etmeyi alışkanlık haline getiren polis şiddeti.
Şiddet şiddettir, kimden gelirse gelsin, kabul edilemez…
Devlet de yapsa yanlış, birey de örgüt de…
Ama bir de her bireyin, her bölgenin, her ülkenin farklı bir psikolojisi ve sosyolojisi var.
Bir protestoyu TOMA’yla, gazla, jopla, tüfekle bastırabilirsiniz ama toplumsal olayları tek başına güvenlikçi bir bakış açısıyla çözemezsiniz.
Okmeydanı ve Yanlışlar | Nazlı Ilıcak | Bugün
Okmeydanı’nda bir grup liseli genç, Soma faciasında hayatını kaybedenleri ve Berkin Elvan’ı anmak için toplandı. Polis müdahale etti ve son derece vahim gelişmeler ortaya çıktı.
Bu gençler örgüt mensubu mu? Terörist mi? Kolayca o yaştaki insanlara böyle bir damga yapıştırılabilir mi? Neticede, lisede okuyorlar. Haylaz de, haşarı de, kanun-nizam tanımaz de, polise molotofkokteyli attıkları, yaralanmaya sebebiyet verdikleri için kına ama devletin de toplum psikolojisinden anlamadığını kabul edelim. Çevrede tedbir alıp, eylemin gerçekleşmesine göz yumsanız, hadise büyümeyecek. Lakin siyasi irade, “Mutlaka dağıtın, gösteri yapmalarına fırsat tanımayın” talimatını veriyor. Hal böyle olunca, herkes zarar görüyor.
Alevi sorunu derinleşirken... | Ruşen Çakır | Vatan
Türkiye’nin öteden beri bir “Alevi sorunu” var. Ve bir türlü çözülemiyor. Bunun kabaca iki nedeni var: İlkin, sayıca çoğunlukta olan ve buna bağlı olarak ülke yönetiminde daha etkili olan Sünniler, Alevilerin varlığını kabul etmekle birlikte, bir “Alevi sorunu”nun söz konusu olduğunu kabul etmiyorlar. Çünkü onlar Alevileri oldukları gibi değil de kendi istedikleri gibi görme eğilimindeler. İkinci olarak Aleviler kendi içlerinde paramparça. Ne Aleviliğin, ne de “Alevi sorunu”nu tanımlamada aralarında anlaşabiliyorlar. Örneğin bazıları Alevilerin Diyanet içinde temsilini talep ederken ciddi bir kısmı Diyanet’in lağvından yana; yine bazıları cemevleri ve buralardaki görevlilerin bütçesinin devlet tarafından teminini isterken, geri kalanlar “devlet gölge etmesin, yeter” çizgisinde.
Yurt dışında Erdoğan | Murat Belge | Taraf
Geçen hafta sonu Genova’daydım. 1914’ün yüzüncü yıldönümünde, “Yüz yıl sonra nereye geldik” tarzında bir toplantı düzenlenmişti. Nüfuz bölgeleri, güç odakları ne oldu? Eski imparatorluk alanlarında neler oluyor? Yeni sorunlar ne, eskiden beri sürmekte olan sorunlar ne?
Bu yoğun program içinde yazılarımdan birini de yazıp gönderemedim.
Şimdi bu sabah Taha Akyol’un yazısına bakıyorum: “Türkiye Nereye?” Daron Acemoğlu’ndan, Rifat Hisarcıklıoğlu’ndan ve Ali Babacan’dan alıntılar vermiş. Üçü de, ekonominin tökezlediğini, ama bunun başlıca nedeninin hükümetin, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın izlediği politika olduğunu söylüyorlar. Acemoğlu’ndan şu cümleyi de almış: “Bir zamanlar uluslararası toplumun sevgilisi idi, artık öyle değil.”
Frankfurter Allgemeine’nin bir sayısı geçti elime: birinci haber, uygun boyda manşetiyle: “Erdogan Nicht Willkommen”. Nasıl çevirirsiniz bunu? Mealen, “Erdoğan hoş karşılanmıyor” ya da “Erdoğan’a ‘hoşgeldin’ yok” gibi bir şey. Frankfurter Allgemeine’nin nasıl bir gazete olduğunu anlatmak yersiz; onun bu habere verdiği yer de “mânidar”.