Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Parti İçi Demokrasi Yine Ertelendi | Tarhan Erdem | Radikal
Seçim beyannamelerinin açıklanması bitti.
Dün AK Parti beyannamesini açıklayan Davutoğlu’nu dinlerken bir ara sevindim, hemen arkasından gelen cümleyi duyunca sevincim yarıda kaldı.
Sevindim, çünkü Sayın Davutoğlu, “Siyasi Partiler Kanunu (SPK)’nu kaldıracağız” dedi. Sevincim yarıda kaldı çünkü SPK’yı kaldıracağız dedikten hemen sonra, parti içi demokrasiden bahsetmeden, ”yeni bir SPK hazırlayıp çıkaracağız” dedi.
Davutoğlu partilerin kapatılması, partilere ve adaylara yapılan yardımların şeffaflığı ve denetimiyle ilgili düşüncelerini söyleyerek SPK’yla ilgili bölümü bitirdi.
SPK’nın kaldırılması gereğini gördüğü için AK Parti liderini kutlamalıyız.
Evet, bu kanun değiştirilerek düzeltilemez, yürürlükten kaldırılması zorunludur. Yeni kanun hazırlanıp yürürlüğe girinceye kadar, Medeni Kanun’un ve Dernekler Kanunu’nun uygulanması önemli bir sakınca yaratmaz.
Davutoğlu’nun partilerin kapatılması ve yardımların şeffaflığıyla ilgili söyledikleri doğru gibi görünüyor ama partilerdeki lider yönetimi değişmeden, düşündüğü kuralların bir anlamı olmaz, tam tersine zararı olur; söylenmesi gereken parti liderlerinin yetkileri ve parti içi demokrasinin ilkeleriydi!
Medyada Korku Çağı | Can Dündar | Cumhuriyet
Türkiye’de medyanın haline ilişkin küçücük bir saptama: İki ay önce Alman Stern dergisinden, “Türkiye’de basın özgürlüğü” konusunda bir yazı istediler; yazdım.
Derginin yayın yönetmeni Christian Krug, yazımın yayımlandığı sayıdaki “Editoryal” sütununda şöyle yazmış:
“Stern’de yabancı gazetecilerden makaleler yayımlamak yeni yaptığımız bir şey değil. Fakat Cumhuriyet’in Yayın Yönetmeni’nden aldığımız yazıda başımıza gelen, bizi çok şaşırttı: Yazıyı çevirmesi için yolladığımız tercüman, bu yazının bilgisayarında kayıtlı olmasından bile çekindiği için çeviri isteğimizi reddetti. Bu, Türkiye’de devletin birçok insanı nasıl sindirdiğinin en iyi göstergesi… Bu durum onları, ‘Fazla öne çıkmasam daha iyi’ diye düşünmeye sevk ediyor.”
Özgür basın susturulamaz
Çevirmenin korkusu ve Stern’in tek paragraflık saptaması, Türkiye’de medyanın durumunu, benim uzun yazımdan çok daha iyi yansıtıyordu.
Neyse ki basında herkes, “Öne çıkmasam iyi olur” ürkekliğinde değil. “İnadına ve asıl şimdi gazetecilik” diyenlerle yan yana, omuz omuza yürüdük cumartesi günü…
Hürriyet’in vandallarca, Dicle Haber Ajansı’nın polisçe basılmasına, iktidar ve tetikçileri tarafından hedef gösterilen Ahmet Hakan’ın dövülmesine tepkimizi, “Özgür basın susturulamaz” diyerek gösterdik.
'Orantısız Şiddet' İle 'Orantısız İlgi' Arasında 'Ahmet Hakan Olayı' | Fatma Barbarosoğlu | Yeni Şafak
I- Gündemimiz korku kültürü ve şiddet sarmalı.
Korku kültürü meselesini sondan geriye doğru işleyeceğimiz için Gazeteci Ahmet Hakan'ın dövülmesinden başlayabiliriz.
Evvele şunu söyleyelim. Gazeteci Ahmet Hakan'ın dövülmesi kötü bir olaydır. En kötüsü de dayak hadisesini medya olarak ele alış şeklimiz, şuyuu vukuundan beter “yorumlar”la iyice seviyesizleşmiş olmamızdır.
Kamuoyu “şehit haberleri” ni bile kanıksamış olduğu için dövme, yaralama, darp, hırsızlık olaylarını önemsemez bir ruhu hali içinde dinliyor.
Olaylara ya bizim başımıza gelmediği için seviniyor, ya çoktan hak etmişti oh olsun frekansında dinliyor ya da aman canım gazeteci/polis/subay her mesleğin riskleri var diyerek pek “profesyonel” bir tutum takınıyoruz.
Toplumsal düzen açısından meseleleri, olayları, şiddeti ele alış şeklimiz hiç de hayra alamet değil.
Medya olarak durumumuz içler acısı.
Ahmet Hakan'ın dövülmesi haberi iki uçta salındı/ salınmaya devam ediyor. Bir tarafta “orantısız bir ilgi” var/dı, nitekim aynı gün şehit olan askerlerin bazı kanallarda birinci haber olarak verilmemesi insanlarda infial yarattı.
Enflasyon Yine Yükselişte, Nedeni... | Erdal Sağlam | Hürriyet
2008 küresel krizinden sonra dünya ekonomisinde yaşanan gelişmeler nedeniyle ülkelerin enflasyon oranları hızla aşağı indi.
Bu süreçte enflasyonda başarılı olamayan ülkelerin başında da, maalesef, yine Türkiye geldi. Nedeni açıktı; bollaşan küresel ekonomi sayesinde gelen sermaye, altyapı başta, harcamalara aktarıldı, fırsattan istifade yapısallar gerçekleştirilmediği için enflasyonla kalıcı mücadele verilemedi. Merkez Bankası siyasi baskı nedeniyle, yasada yazmasına rağmen, görevini layıkıyla yerine getiremediği için enflasyon düşürülemedi.
Bugün eylül ayı enflasyon rakamları açıklanıyor. Türkiye bu uygun süreçte enflasyon oranını yüzde 7'in altına indiremediği gibi, şimdi enflasyon yeniden artışa geçti. Geçtiğimiz ağustos sonu itibariyle yıllık Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) artışı yüzde 7.14'e çıkmıştı. Artan kurlar ve kamu harcamaları nedeniyle canlı tutulmaya çalışılan içtalep enflasyonun yönüne yukarı çevirdi. Geçen yıl eylül ayı TÜFE artışı yüzde 0.14 idi, yani düşük bir orandı. Bugün açıklanacak enflasyon oranıyla birlikte, eylül sonu itibariyle yıllık oranın yüzde 8'lere doğru yeniden çıkmaya başlaması bekleniyor.
Merkez Bankası da zaten geçen ay yaptığı açıklamada artan kurların gecikmeli etkisi ve işlenmemiş gıda fiyatlarındaki artış nedeniyle eylül sonunda enflasyon oranlarının yükseleceğini açıklamıştı.
Vatan 'Sağ' Haysiyet Ve Onur Öldü! |Erdal Sağlam | T24
Geçtiğimiz hafta cenazesi ailesine verilmeyen Aziz Güler’le ilgili bir yazı yazdım. Gelen birkaç tane mail arasında Kürtlerle neden kardeş olamayacağımızı anlatan uzunca bir yazı vardı. Özeti Kürtlerin aslında hep hain olduğu ve bu ülke topraklarından sökülüp atılması gerektiği idi. Sosyal medyada yapılan hakaret ve yorumlar cabası. Aziz’in cenazesi ailesine hala verilmedi. Annesi biricik oğlunu son kez hala göremedi. Aziz’in hala bir mezarı yok. Ailesi Aziz’in cenazesini almak için bütün yolları denerken başka ölüm haberleri gelmeye devam ediyor.
Devlet ülkemizin doğusundaki insanlar ‘huzur’ içinde yaşayabilsin diye hemen her gün bir çocuğu, bir genci ya da yaşlı bir amcayı bazen sokak ortasında, bazen kapısının önünde bazen de bir parkta öldürüyor.
Ve biz 9 yaşında öldürülen bir çocuğun “masum” olduğunu anlatmaya çabalıyoruz. 9 yaşında bir çocuğun masum olduğuna inanmayan insanlarla aynı göğün altında yaşıyoruz. Ve bu insanlar bize istemiyorsak gidebileceğimizi, istemiyorsak ölebileceğimizi salık verip sürekli hakaret ediyor. Kalemini kıramadıklarının kemiklerini kırıyor. Ve biz hala bu insanlara bir kalpleri olduğunu hatırlatmaya çalışıyoruz. Onlarsa bu ülkenin sadece kendilerinin olduğunu sanıyor.
Medya ve Özgürlük | Orhan Miroğlu | Star
Geçen gün Silvan’dan bir akrabayla konuştum. Halk şehri terkediyor; gidebilenler başka şehirlere gidiyor dedi. Yaşlı amca ve halalar da şehri terketmişler. Bunun sadece Silvan’a mahsus bir durum olmadığını biliyoruz.
Birkaç gün önce HDP milletvekili Adem Geveri’nin babasının evinin önünde patlayan bomba evin içini oturulamaz hâle getirmişti. Kürd illerinde normal vatandaşın hayatını zehir eden bir siyasi hamakat sözkonusu. Hergün masum insanlar, sekiz yaşında çocuklar kurşunlara hedef oluyor.
Bunun adını çok net koyalım: Mevcut şartlarda sivil olmayan ve başıbozuk silahlı şehir milisleri ile güya uygulanacak bir öz-yönetim kararı terörizme davetiyeden başka birşey değildir. Yani bu yaşananlar kendi kendine sahip çıkma anlamındaki öz-yönetim değil bir kendi kendini paralama ve halkı panzerin önüne atma anlamında öz-terörizmdir.’
Mücahit Bilici Taraf gazetesindeki köşesine bu yazıyı yazdı ve hemen ardından, okurlarına veda etti.
HDP Milletvekili Adem Geveri, bilicinin bu yazısını retweetledi ve kendi siyasi camiasının kontrol ettiği sosyal medyada, kişilik katline uğradı,
Bilici, prestijli üniversitelerde okumuş, akademik kariyerini İslami anlayışlar ve Kürt meselesi üzerine yapmış Silvanlı bir Kürt aydını.
Artık Yüzde 50'yi Evde Tutmuyor | Mustafa Alp Dağıstanlı | Diken
Bu ülkede vahşet bardağı hiç taşmaz; bardağı taşıran bir damla imkansızdır. O bardak, şimdiki haliyle Türkiye, her tür yeni vahşete yer açacak kabiliyettedir, genişledikçe genişler.
Sonsuz bir dip
Aynı şekilde, dibe vurmak diye bir şey de yoktur; “Artık dibe vurduk” dediğiniz anda kesinlikle yanılmışsınızdır yine. Dibe vurmanın, sert bir düşmenin verdiği acı yoktur. Sonsuz bir dibi vardır bu vahşet ülkesinin.
Bu ülkede yaşayan bazılarında hiçbir durumda dibe bile vuramamanın verdiği acı kalır sadece, çaresizlik acıyı katmerler. Bardak hiçbir zaman taşmadığı, dip de hiç olmadığı için bir utanmazlık da vahşetle, yolsuzlukla, çürümeyle birlikte evrenin genişlemesi gibi genişler.
Ayakkabı kutularındaki paralar, Cumhurbaşkanı’nın oğlunun gemicikleri, Cumhurbaşkanı’nın yalanlarının kendi ağzından ortalığa dökülmesi, çocukların kurşunlanması, ‘güvenlik’teşkilatının bir cinayet örgütü olarak faaliyet göstermesi, kadın cinayetleri, tecavüzler, iş cinayetleri, doğa ve tarih katliamları, yargısız infazlar, hukukun paspas edilmesi, iktidar partisinin elemanlarının medyaya saldırı düzenlemesi, gazetecilerin dövülmesi, başlarına silah dayanması… bunların hiçbiri son damla da olmadı, dibe vurma da.
Good luck Russia* | Ceyda Karan | Cumhuriyet
Şapkadan Rusya çıkınca felekler şaştı. Suriye’de cihatçı gruplara 4.5 yıl yüz milyonlarca dolar silah ve mali destek akıtanlar ağlaşmakta. Bizim “neocon Türklerin” gözleri şişti… Bölgede “cehennemin kapılarını” elbirliğiyle aralayanlar için iki seçenek var. Ya, Ortadoğu’dan sonu herkesin malumu yeni bir Afganistan yaratacaklar, yahut “aklıselime” gelecekler. Artık bu diyarda ne kadar olabilirse…
***
Bakmayın siz ABD Başkanı Barack Obama’nın BM kürsüsünden esip gürlemesine. Washington lobilerine “çiçek attı” lakin sihirli cümleyi kurmadı. “Esad’lı geçiş dönemi” pozisyonu baki. Obama’nın Putin ile pazartesi günkü “sonuçsuz” temasından iki gün sonra Moskova’nın bir saat evvelden ABD’yi haberdar ederek giriştiği hava harekâtları geldi. Rusya, ABD’yle askeri temas halinde “uçuşa yasak bölgeyi-NFZ” kurmuş görünüyor. Doğrusu Suriye’de gidişatı izleyip anlamaya çalışanlar için çok şaşırtıcı değil...
***
Lakin “liberal müdahaleci bir başkanları olmadığı” hakikatiyle yüzleşen Amerikan ana akım medyası şokta. Rusya’nın “Esad’ın kalmasını sağlamaya çalıştığı” tespitleri için “Günaydın” diyelim. IŞİD’in yanı sıra cihatçı grupların mevzilerinin de vurulmasından -o bölgede hakikatte pek az sivil kaldı, 7 milyondan fazla insan yönetimin kontrolündeki bölgelere göç ettişaşkına döndüler.
10 Kadın Çıkmadı! | Necati Doğru | Sözcü
Laik, Atatürkçü ve solcu kadınlar içinden yüzlercesi çıktı. Hatta liberal kadınlar içinden de sesini yükseltenler, öne atılanlar oldu. İslamcı kesim hanımlardan “10 türbanlı kadın” bile çıkmadı, çıkamadı.
Bunu ben söylesem!
Taraflısın dersiniz.
İslamcı muhafazakar demokratlar; hukuksuzluğa ve kaba kuvvet despotizmine karşı sesini yükseltecek “10 türbanlı hanım bile çıkartamadı” sözünü ben söylemiyorum. Türbanlı hanımları savunan bir emeritüs (bilimden kopmamış) profesör acılar içinde itiraf ediyor: Hürriyet Gazetesi’nin “pazar söyleşilerini” yapan İzzet Çapa’nın Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde Emeritus Profesör olarak çalışan Faruk Birtek ile röportajı vardı.
***
Prof. Faruk Birtek anlatıyor:
ABD’nin en prestijli okullarından biri Yale’de öğretim üyesiydim. Çok sevdiğim kentte araştırma bursu kazanmıştım. Aynı günlerde Türkiye’de seçim olmuş ve hükümet değişmişti. Ülkeden “İslamofaşizm geliyor” haykırışları yükselince bu kâbusla mücadele etmek için Yale’deki görevimi de, kavuştuğum o muhteşem hayatı da bırakıp hemen geri döndüm. Çünkü oturduğum yerden yazı yazıp ahkâm kesmektense, ülkemde ve olayların bizzat içinde olmayı görev bildim. İtiraf ediyorum, belki de bunu yaparken içimde topluma katkım olacağını varsaydığım bir kibir de söz konusuydu…
Dünyadan Mars’a Manipülasyon | Betül Tansel | Taraf
Geçen sene aralık ayında Sony Picture’ın bilgisayar sistemi hacklenmiş ve beraberinde gündemi günlerce meşgul edecek bilgiler tüm dünyaya servis edilmeye başlanmıştı. Bu sırada da varlığından ilgililer hariç kimsenin haberi olmadığı bir filmin yayınlanmaması hakkında tehditler savuran açıklamalar internete düşmeye başladı. Komedi türündeki filmin adı “The Interview”du ve Kuzey Kore liderine yapılacak bir suikastı konu ediniyordu. Kendisini dünyadan soyutlayan bir rejimle yönetilen bu ülkenin yerini haritada gösterip hakkında birkaç kelam edebilecek insan sayısı bile çok azken tehditler sayesinde birden hem ülke hem de film dünya gündemine oturdu. Filmin yayınlanacağı salonlara yapılacağı iddia edilen saldırı nedeniyle ön gösterimler ve oyuncuların röportajları iptal edildi. Gösterimi bir özgürlük meselesine dönüştürülen filmin yayınlanması isteği başta ABD Başkanı Obama olmak üzere birçok kişinin açıklamalarında yer buldu. Sonuçta filmin internet ve sinema salonlarında elde ettiği hâsılat 31 milyon doları geçti.
Yaşananları farklı şekilde yorumlamak da mümkün ama ben tüm bu yaşananların filmin izlenmesi için hayata geçirilen, herkesin rolünü iyi oynadığı bir senaryodan ibaret olduğunu düşünüyorum. Yoksa dünya güç dengesinden biraz haberdar olan bir kimse, Kuzey Kore’nin ABD’ye kafa tutacağı fikrine sadece gülüp geçer. Ama mevzu izleyici çekmekse, Amerikan halkının en hassas yanını kullanıp özgürlüklerini ellerinden alma tehdidiyle onları harekete geçirmekten daha parlak bir fikir olamazdı.