Depremzede bir çocuğun günlüğünden
Sevgili Günlük...
Sevgili Günlük… Yıl:1999 - (Evren Başer isimli depremzede bir çocuğun günlüğünden bir kesit)
15 Ağustos 1999
Sevgili Günlük;
Bugün Yalova’da hava çok sıcak. Artık tatile gitmek istiyorum. Fakat anne ve babam bu yıl dükkanı kapatamayacağımızı söylüyorlar. Üstelik sünnet olacakmışım. Onun için yarın annemle İzmit’e, anneannemin yanına gidecekmişiz. Annem İzmit’te sünnet olmamı istiyor, orada iyi bir sünnetçi varmış. Biraz korkuyorum açıkçası, keşke 9 yaşıma kadar beklemeselermiş de bebekken olsaymışım. Neyse artık, babam korkacak bir şey yok diyor ama bilmiyorum işte.
Bu sabah yine Selen’i gördüm. Hani daha önce bahsetmiştim, sınıf arkadaşım ve üst komşumuz olan; gözleri masmavi, sarışın, çıtı pıtı Selen. Dördüncü sınıfa başladığımız gün ona; “Seni seviyorum” diyeceğim. Bir an önce okulun açılmasını da bu yüzden istiyorum.
16 Ağustos 1999
Sevgili Günlük;
Sabah çok zor kalktım. Annem erkenden uyandırdı ve yola çıkmak için hazırlandık. İzmit, Yalova’ya 1.5 saat uzaklıkta. Fakat ben otobüs yolculuklarını sevmiyorum, hemen midem bulanıyor. Neyse ki bu sefer bulanmadı. Anneannem beni çok özlemiş, öyle bir sarıldı ki gözlerim yuvalarından çıktı. Ananemi çok severim; çünkü beni o büyüttü. Annem ve babam iş dolayısıyla sık sık gezerlerdi, bu yüzden ben anneannemin yanında daha çok vakit geçirdim. Annem ve babam Yalova’da dükkan açınca, artık anneannemi sadece tatillerde görüyorum.
Annemle gidip sünnetçiden gün aldık. 19 Ağustos günü sünnet oluyorum. Babamın değimiyle; tam erkek oluyorum. Sünnetçiden çıkıp, sünnet elbisesi almaya gittik. Beyaz gömlek, pelerin, lacivert pantolon, taç, birde asa aldık. Kendimi kral gibi hissetim ama heyecan ve korku gibi duygularda içimden geçmedi değil.
Anneannem kıyafetleri çok beğendi. Durmadan “Tü tü tü Maşallah” diyor. Annem demin babamla konuştu. Dükkanda işler yoğunmuş. Annem; “Çarşıdan bir şeyler alayım da sen anneannene getir, Evren. Ben eve çıkmadan Yalova’ya döneyim, sünnetten önceki gün babanla gelirim,”dedi. Annemin gitmesini hiç istemedim. Alışverişten sonra anneannemin evine çıkan bayırda, annemle vedalaştık. İçimden sebebini bilmediğim bir ağlama hissi geliyordu. Fakat ağlamadım; çünkü annem ağlamama kızardı. Bir kaç kere; “Gitme” dedim ama gitmesi gerekti. Çok yakında nasılsa gelecek diye döndüm eve.
Akşam babam aradı. “Krallar gibi gezdireceğim, oğlumu” dedi. Bende; “Baba, gelirken arabamızı süsle, beni öyle al” dedim. 19 Ağustos’ta görüşmek için sözleştik. Demin anneannem ve dedem tartıştılar. Onların kavgaları anne ve babama göre komik oluyor. İlginç sebeplerden kavga çıkabiliyor. Kavganın galibi hep anneannem oluyor ama olsun o kadar. Neyse artık yatma vakti geldi.
17 Ağustos 1999
Sevgili Günlük;
Bugün hayatımda korkmadığım kadar çok korktum. Şimdi sana, apartmanın önündeki boş araziden yazıyorum. Bu gece burada yatacağız.
Gece anneannem sarsarak uyandırdı beni. Işıklar yanmıyordu. Ağabeyim sağa sola koşuyor, hadi çıkalım diye bağırıyordu. Birçok eşya yerdeydi. Pencereden gözüken Marmara Denizi’ne baktığımda, çok korktum. Denizin üstü aydınlıktı ve pembe bulutlar kaplamıştı. En sonunda dışarıdaki boş araziye çıktık. Sokaktaki tüm apartmanlardan inenler oradaydı. Çok kalabalıktı. Kimi iç çamaşırlarıyla, kimi bulduğunu üstüne geçirmiş bir şekilde dışarı atmıştı kendini. Anneanneme bir sandalye gelmiş, ona oturuyordu. Bende ona sarıldım ve kucağına oturdum. Neler olduğuna dair hiçbir şey anlamadım. Anneannem “Zelzele” diyordu. O neydi ki?
Arada yer sarsılıyordu. Sanki yer bir kapıydı, kapının arkasından biri kuvvetle kapıya vuruyordu. Öyle korkmuştum ki ağzımdan ses çıkmıyordu. Ağlamadığımı düşünüyorum ama gözlerimden yaş akıyordu. Anneannem, Cananlara –annemin adı- ulaşalım dedi. Karşı komşu İsmail ağabey, cep telefonundan aradı ama bir türlü ulaşamadı. Tüm telefon hatları dolu, dedi. Dedem ise evden hiç çıkmadı. Bir şey olacaksa bana dışarıda da olur, diyordu. Etrafta çok şey konuşuluyordu, fakat ben hiçbir şey anlamıyordum.
Sabah 7 gibi eve girdik. Sanki ev yamuk duruyordu ya da bana öyle geldi. Telefonlar hala çalışmıyordu. Akşama doğru arazide kocaman bir çadır kuruldu. Bizde yatak çıkardık. Gündüzleri evde durup, geceleri de dışarıda yatacakmışız. İlk kez dışarıda yatacağım ama uyuyabilecek miyim bilmiyorum. Annemlerden de hala ses çıkmadı. Hep yola bakıyorum, otomobilimizin yokuşu çıkışını, babamla annemin inişini görmeyi bekliyorum.
21 Ağustos 1999
Sevgili Günlük;
4 gün oldu; babam ve annemden hala ses yok. Anneannem” Dükkan zarar gördüyse malları kurtarmaya çalışıyorlardır, yollar açılmadıysa gelememişlerdir,” diyor. Ağabeyimse ağlıyor. Kesin bir şey oldu, öldüler, diyor. Anneannem, onu susturmaya çalışıyor. Fakat ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Yarın eniştemler ve dayım, Yalova’ya gidecekler. Onlarla beraber geleceklerdir. Bu arada; artık evdeyiz. Dışarıda kalmak çok zor oluyor.
22 Ağustos 1999
Sevgili Günlük;
Annem ve babam öldü. Artık buna eminim. Ne hissedeceğimi, ne yapacağımı bilmiyorum. Ağlamak istiyorum ama yapamıyorum. Sanki bu dünyadan soyutlandım; ben, ben değilim. Kendime dair tek bildiğim şey, artık onlar yok. Kalbimde, midemde inanılmaz ağrılar var. Göz yaşlarım içime akıyor; kimseye bir şey belli etmek istemiyorum. Neden böyle yapıyorum onu da bilmiyorum…
Anneannem ve komşular mutfakta gizli bir şeyler konuşuyorlardı. Ben geldiğimde konu değişiyordu. Şüphelendim ama üstünde durmadım. Gittim televizyonu açtım. Haberler vardı ve enkaz dedikleri yıkılmış binalardan insan çıkarma çalışmalarını gösteriyorlardı. Canlı yayında gösterdikleri görüntülerdeki yer ise çok tanıdıktı. Sokak bizim Yalova’daki sokağımızdı. Kurtarma çalışması yapılan apartman ise bizim oturduğumuz apartman. İşte o zaman anladım…
Sokağımızda sadece iki bina ayaktaydı. Biri hemen bizim apartmanın yanında bulunan, yan yatmış; Yusuf Ziya İlköğretim Okulu, yani benim okulum, diğeri de 3 katlı bir apartmandı. Bizim sokağımızın altı eskiden bataklıkmış, bina yapılması sakıncalıymış, öyle diyordu haberde. Benden anne ve babamı alan, şehrin içinde gizlenmiş bir bataklık mıydı yani?
23 Ağustos 1999
Sevgili Günlük;
Bugün anneannem her şeyi anlattı. Teyzemlerle konuşurken, gizlice dinlediklerim de var tabii. Annem ve babam, dün enkazdan çıkarılmış. Apartman yıkıldıktan tam beş gün sonra yani. Evde ki herkes sessiz. Onlarında benim gibi göz yaşlarını içlerine akıttıklarını biliyorum. Onlar ben üzülmeyim diye yapıyorlar, peki ben neden böyleyim?
Üst komşumuz, sınıf arkadaşım, tek sevdiğim kız Selen’ de o binadan sağ çıkamamış. Yoksa benim sevdiğim herkes ölecek mi? Allah’ım böyle olacaksa ben de öleyim…
28 Ağustos 1999
Sevgili Günlük;
Geçen gün sünnet oldum. Annemin aldığı o kıyafetler şimdi üstümde. Fakat onlar yok ve bunu göremiyorlar. Bu haksızlık değil mi? Kocaeli’nin yerel gazetesini getirdiler demin. Böylece ilk kez gazeteye çıkmış oluyorum. Ne diye? Annesi, babası depremde ölen çocuğun hikayesi ve dernek yardımıyla yaptırılan sünnet. Kimlere bağırmalı, kimleri suçlu bulmalı? Kadere mi lanet etmeli? O sokağa bina yapanların peşine mi düşmeli? Üzüntülerimin, acılarımın hıncını kimden çıkarmalı? Cevabını bilmediğim bir sürü soru. Bundan sonra beni nasıl bir hayatın beklediğini bilmediğim gibi, 9 yaşında hayatının en önemli insanlarını kaybeden birinin, bununla nasıl başa çıkacağını bilmediği gibi…
Not:
Bu öykü, tamamen benim hayatımdan alıntıdır. Yazdığım en zor yazı oldu. Geçmişin üstüne, özlemlerimin, acılarımın hatta mutluluklarımın üzerine öyle bir perde çekmişim ki, o perdeyi birden çekince afalladım. Hatıralarla birlikte, duygular fışkırdı. Yıllardır, güçlü durmak için gizlediğim her şey, apaçık ortaya çıktı. Ezilmekten korktum ama onlarla yaşamayı öğrenmeli ve duygularıma, hatıralarıma sahip çıkmalıyım. Biraz da bunun için yazdım bu öyküyü. Her sene 17 Ağustos’ta ortaya çıkarmak ve hatırlamak için…