Faiz Artışı İle ‘Sıtmaya’ Razı Olduk!
Faiz Artışı İle ‘Sıtmaya’ Razı Olduk!
“Yüksek faiz de yüksek döviz kuru da büyümeyi, enflasyonu olumsuz etkiler, işsizliği artırır. Ancak öbür türlü kurlar yükselmeye devam etseydi dış kaynak bulma ihtimali daha da zorlaşacaktı ve daha olumsuz sonuçlarla karşı karşıya kalacaktık. Dolayısıyla ölmektense sıtmaya razı olundu diyebiliriz. Türkiye şu an bu müdahale sayesinde hastanenin yoğun bakım servisinin kapısından döndü ama yoğun bakımın kapısındaki serviste yatıyor.”
İktisatçı Ali Bilge , Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) döviz kurlarındaki yükselişi geriletmek için faiz artırma kararını bu sözlerle değerlendiriyor.
Merkez Bankası’nın dün akşamki olağanüstü toplantısı sonucunda haftalık repo faizi yüzde 4.5'tan yüzde 10'a, gecelik borç verme faizi de yüzde 12'ye çıkarılmıştı.
Merkez Bankası'nın kararı öncesi 2.2550 TL seviyesinde bulunan dolar, kararın ardından 2.2090 TL'ye kadar düşmüştü.
“Merkez Bankaları'nın ellerinde bir takım araçlar var. Bu araçlardan biri de faiz. Mayıs 2013'ten itibaren iki tane vektör var. Bir tanesi iç istikrara ilişkin Gezi'yle birlikte başlayan gelişmeler. İkincisi de 2007-2008'den itibaren dünya ekonomisinde yaşanan iktisadi krize yönelik ABD Merkez Bankası'nın (FED) dünyaya verdiği para miktarını kısıtlama politikası.
“Gezi direnişi olmasaydı bile FED'in dünyaya verdiği para miktarını kısıtlamasından Türkiye ve benzeri ülkelerin etkilenmesi kaçınılmazdı.
“Dolayısıyla Mayıs'tan itibaren Gezi direnişi, iktidarın otoriterleşmesi ve FED'in dünyaya ucuza pompaladığı para miktarını azaltması Türkiye'de kur üzerinde baskı hissedilmesine neden oldu.
“Krize giren gelişmiş ülkelerin politikaları sonucu gelişmekte olan Türkiye gibi ülkeler kendi açıklarını finanse etmeyi başardılar ve bu içerde büyüme karşılığı buldu.
“Ancak bu büyüme kalitesiz bir büyümeydi. Daha çok betona yani inşaat sektörüne dayalı bir büyümeydi. Türkiye'nin üretimini, teknolojiyle olan ilişkisini, içerde yarattığı katma değeri, cari açığını azaltıcı, istihdamı yükseltici nitelikli bir büyüme değildi.
“Ama bunun da sonuna gelindi. Çünkü ucuz para imkanının daralması, iktidarın otoriterleşmesi, yolsuzluk ve iktidar çatışması Türkiye'nin politik riskini artırdı.
“Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı politik istikrarsızlık ve yolsuzluk süreci, dış kaynak akışını etkileyebilecek, kısıtlayabilecek duruma işaret etti. Bu da kurlar üstünde kendini gösterdi ve astronomik kur arışıyla karşı karşıya kaldık.
“Merkez Bankası bu kur artışı karşısında kullanabileceği araçlarını hükümetin baskısıyla bir hafta önceki Para Piyasaları Kurulu (PPK) toplantısında maalesef yerine getirmedi. Bu olayı daha da vahim bir noktaya taşıdı.
“Hükümet başından beri faizlerin artmasını istemiyordu. Merkez Bankası ise uluslararası gidişatı gördü. Kurlardaki bu artış, Türkiye'yi hastanenin yoğun bakımına doğru götürüyordu.
“Türkiye şu an bu müdahale sayesinde yoğun bakımda değil ama yoğun bakımın kapısındaki serviste yatıyor. Bizim gibi ekonomiler en fazla hastanenin bahçesine çıkabilir. Çünkü her türlü iç dış dalgalanmada hemen virüs kapar.
“Hasta yoğun bakıma gitmekten kurtulsa da yoğun bakıma gitme noktasına gelinmesi çok ciddi tahribat yarattı. Bizim gibi ekonomilerde kurların yükselmesi durumunda hem içerde hem dışarıda çeşitli etkiler yaşanır.
“Dışarıda kaynak bulma sıkıntınız artarken içerde de reel sektör bilançoları, finansal sektör bilançoları büyük tahribat yaşar. Türkiye'nin özel sektörünün dış borcu oldukça yüksek. Bu dış borcun bir kısmı da Türkiye'deki finansal sektör üzerinden yapılan borçlanma. Dolayısıyla bankaların hem bu borcu çevirme imkanı hem reel sektörün borcu çevirme imkanı risk altına girdi. Son bir hafta Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve özel sektör örgütlerinin isyan etmesi bunun sonucu.
“Yüksek faiz ve yüksek kurların ülke ekonomisi için ciddi tahribatları oluyor. Yüksek faiz, Türkiye'nin borçlanma maliyetini artırıyor ama aynı zamanda dış finansman bulma sürecini de biraz kolaylaştırıyor. Çünkü yüksek getiri veriyorsunuz.
“Öbür türlü kurlar bu şekilde devam etseydi dış kaynak bulma ihtimali daha zorlaşacaktı.
Yani bu iki etken de büyümeyi, enflasyonu, işsizliği olumsuz etkileyen unsurlar. Ancak yüksek kur daha olumsuz sonuçlara neden olurdu. Dolayısıyla ölmektense sıtmaya razı olundu diyebiliriz.
“Türkiye küresel finans sistemine entegre olmuş bir ekonomi. Sermaye hareketleri serbest ve bu sisteme gelecek kaynaklara da muhtaç… Türkiye ekonomisinin motoru ancak dışarıdan gelen kaynakla çalışabiliyor.
“Açığınızı o kaynakla kapatıyorsunuz, o açık burada istihdam, yatırım, büyüme yaratıyor. Buna rağmen bile işsizlik oranı yüzde 9-10 arasında. 10 yıllık dönemde büyüme elde ettik dediler ama işsizlik oranında ciddi bir düşüş sağlamadılar.
“Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 'Faiz lobisi' açıklamalarından bu konularda bilgisiz ve yetersiz olduğunu görüyoruz. Yüksek faizin olumsuzlukları olmasına rağmen Başbakan, ülkeyi yoğun bakıma sokuyordu.
“10 yıl Türkiye ekonomisinin cari açık, istihdam gibi yapısal sorunlarını çözmediler. Onun yerine konutlar, çılgın projeler gibi popüler yatırımlar yaptılar.
“Ülkenin üretimdeki teknoloji yapısını bir üst noktaya götürüp yüksek katma değer yaratan pozisyonlara ulaştırmadılar. Dolayısıyla kaynakların büyük kısmı tüketime harcandı.
“Kurdaki yükseliş ve ardından gelen yüksek faizin üretim sektöründe yarattığı tahribatın fiyatlara yansıdığı günleri yaşayacağız. Bu da açıkçası Türkiye'de dar gelirlileri olumsuz etkileyecektir.
“Türkiye'de mevduatın dağılımı da adil değildir. Toplam mevduatın yüzde 75'i toplam banka hesaplarının binde 3'ü kadardır. Faiz ve kur değişimleri alt ve orta gelir gruplarını olumsuz etkileyecektir.
“Kur ve faiz yükselmeleri ülkelerin bütçeleri üstünde ek olumsuzlar yaratır ve ek önlemler almayı gerektirir. Bunlardan bir tanesi bütçe üzerindeki borçlanma faiz giderlerinin yükselmesi demektir. Bunun ötesinde tüketimin azalmasıyla yaşanacak vergi kaybını telafi etmek için yeni vergiler gündeme gelebilir.”
Bianet