‘Gezi Olayları Sırasında Penguen Gösterilmesi Tamamen Şapşallık’
Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan, Gezi Parkı olayları başladığı sırada Doğan grubu yayınlarından CNN Türk'te penguenlerle ilgili belgesel gösterilmesi konusunda ilk kez konuştu. Doğan, 'O tamamen bir şapşallık. Yani bir kasıt falan değil' dedi. Doğan, protestolara neden olan belgesel yayını konusunda Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı olan kızı Begümhan Doğan Faralyalı'ya 'Ne yapıyorsunuz siz? Belgesel yayınlıyorsunuz' diyerek kendisini uyardığını söyledi.
T24'ten Sinem Babul'un haberine göre Aydın Doğan, bu açıklamayı görüşleri nedeniyle işsiz bırakılan gazetecileri ve bu bağlamda medyaya yapılan baskıları ele alan 'Persona Non Grata' adlı belgeselde dile getirdi. Belgeselde, görüş, haber ve yazıları nedeniyle işsiz bırakılan gazetecilerin hikâyeleri, kendi anlatımlarıyla dile getiriliyor.
Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün desteğiyle hazırlanan, Tuluhan Tekelioğlu'nun çektiği, müziğini Erhan Güleryüz'ün yaptığı, Fazıl Say'ın da eserlerini kullanma izni verdiği belgeselin ilk gösterimi, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü etkinlikleri kapsamında sponsorluk desteği veren İsveç İstanbul Başkonsolosluğu'nda gerçekleştirildi.
Hasan Cemal'in Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yaptığı P24'ün hayata geçirdiği projede sırasıyla şu isimlerin anlatımlarına yer verildi:
Can Dündar, Fatih Yağmur, Uluç Özcü, Sibel Oral, Ahmet Şık, Murat Aksoy, Hasan Cemal, Derya Sazak, Fatih Altaylı, Bekir Coşkun, Ayşenur Arslan, Gürkan Hacır, Sevim Özay, Rıdvan Akar, Aydın Doğan, Doğan Ertuğrul, Yekta Kılıç, Tuğçe Tatari, Mustafa Kuleli.
Belgeselde yer alan isimlerden bazılarının açıklamaları şöyle:
'Ömrümüzün yarısı mahkemelerde geçiyor'
Can Dündar / Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni: Bugün 26 Şubat. Cumhurbaşkanımızın yaş günü. Kendine özgü bir yaş kutlaması yapıyor. Kendisine hakaret ettiğini idia ettiği gazetecilerin yargılaması var bugün.
İki dizi yaptım. Birisi 17 Aralık’ta ne yaşandığını anlatan bir diziydi. Onun savcısıyla konuştum. Onunla ilgili soruşturma başlattılar. Savcıyla konuştuğum için. Orada ifade vereceğim.
Öbürü de 25 Aralık yolsuzluk operasyonuyla ilgili polis fezlekelerini yayınlamıştım. Orada da hakaret ve gizliliği ihlalden dolayı dava açıldı. 9 yıla kadar hapsim istemiyor. Orada da bugün mahkemenin ilk duruşması. Zorla getirilme kararı var hakkımda. Dolayısıyla yarım saate kadar yetişemezsek tutukklanma ihtimali var. Onun için köprü trafiğini aşmaya çalışıyoruz.
Bir dava daha var bugün yargılamasına başlanacak. O da fezlekelerin açıklanması üzerine yasak konmuştu, sansür vardı ve o yasağın karşısına çıktım, o fezlekeleri bilmek halkın hakkı diye bir köşe yazısı yazmıştım. Onda da hakaret suçu bulmuşlar. Orada da dava açıldı. İkisinde de başbakan ve oğlunun karşısında bugün sanık olarak bugün mahkemeye çıkacağım. Artık mesleğin bir parçası gözüyle bakıyoruz. Yargılanmayanlarda bir mahçubiyet hissi oluyor. Biz işin tadını çıkarıyoruz.
Dünkü duruşmayı manşete çektik bugün. Aslında sadece benimle ilgili değil. Son üç ayda 80 kişi Erdoğan’ a hakaretten suçlanmış, davalar açılmış. Tüm listeleri de gördük. Ciddi bir, her eleştiriyi hakaret sayan bir cumhurbaşkanımız var. Dolayısıyla bizim ömrümüzün yarısı mahkemelerde geçmeye başladı.
'İşten atıldım, haberlerim silindi, sitemiz kapatıldı'
Fatih Yağmur / Adliye muhabiri: 14 Ağustos günü gazeteye işten atılmam için uyarı geldiğini öğrendim. Yönetim tarafından bana anlatılana göre MİT Müsteşarı Hakan Fidan Erdoğan'a, başbakanlığı döneminde şahsımla ilgili brifing verdiği, benim polis ve savcılarla irtibatımın olduğu, telefon görüşmelerimin olduğu, bu polislerden bilgi belge aldığımı ve bu polislere hizmet ettiğimi söylemiş. Bu şekilde bir belge geldiği ifade edildi MİT'ten. Bu konuda ben de gazete yönetimine sordum kiminle görüşebilirim. Ben bir adliye muhabiriyim. Bir manavdan ya da çaycıdan haber alacak değilim.
Radikal’de yayımlanan haberlerim yine mahkeme kararıyla geçmişe dönük siteden sildirildi. Açtığımız site kapatıldı. Sonrasında attığım tweetler mahkeme kararıyla karartıldı. Ve halkın haber alma özgürlüğü, bilgiyi aktarmak için ne yapılabilir diye düşündüğümde, gazeteciliği yapabileceğimiz bir mecra kalmadı.
'Sadece işten değil, sektörden attılar'
Ahmet Şık / İşinden atıldı, 375 gün tutuklu kaldı: Haberlerimizin giderek daha fazla sansürlenmesine itiraz ettiğim için, birebir sansürle boğuşmak zorunda kaldığım için ve bu sendikal faaliyetlerde bulunmak nedeniyle beni sadece işten değil, sektörden attılar.
Bu sadece iktidarlar eliyle olmadı. Her iktidar bunu ister. En demokratik görüneni bile. Burada mesele insanların kendi mesleğine, kendi özgürlüğüne ve meslek ahlakına sahip çıkmamasıyla ilgili bir sorun var. Ve eskiden şey diye rasyonalize edebiliyordum. ‘insanların ekmek parası. Çoluğu çocuğu var.’ Ama artık bu rasyonelleştirme amacını aşan çok korkunç bir dönem yaşıyoruz.
Çünkü risk almak istemiyorlar. Hayatlarındaki birtakım var olan iyi ya da kötü olanaklarından vazgeçemiyorlar. Kartvizitlerinde gazeteci yazması çok önemli. Egoları tatmin oluyor. Bunların hepsini mesleğin ciddi bir hastalığı olarak görüyorum ben. Bir kere bunlardan kurtulmak lazım.
'Hiçbir diktatör gazetecilerin sesini kesemez'
Hasan Cemal / Köşe yazarı: Ben 46 yıllık gazeteci Hasan Cemal. İşimi, bir gazeteci olarak bu memleketin başbakanıyla, Tayyip Erdoğan’la gazetecilik anlayışımız uyuşmadığı için kaybettim.
Türkiye ‘Emret komutanım’ gazeteciliğinden ‘Beyefendi rahatsız olmasın’ gazeteciliğine gelmiştir. Bu çok acıdır.
Umudum var. İyimserim. Türkiye’de basının ve gazetecilerin sesini hiçbir diktatör kesemez.
'Tapeler ortaya çıkınca şoke oldum'
Fatih Altaylı / Habertürk köşe yazarı: En ufak bir haberde bir gazetenin bilmem işte 27. sayfasının en dibinde yer alan bir haberle ilgili olarak ya da televizyondaki bir altyazıyla ya da televizyonda söylenmiş bir cümleyle ilgili olarak 'Beyefendi bundan çok rahatsız oldu, beyefendi buna çok sinirlendi, beyefendi buna çok bozuldu, beyefendi bunu okudu çok bilmem ne oldu' diye söyleyince benim içimden şöyle geçti, bunu söyledim de: ‘Ya kardeşim Başbakan bununla mı uğraşıyor? Herhalde sen dedim kraldan önce kralcılık yaparak onlar adına konuşuyorsun. Böyle bir şey olmaz.'
Fakat tapeler ortaya çıktığı zaman şoke oldum ben. Ülkeyi, 80 milyona yaklaşan nüfusuyla büyük problemlerle boğuşan bir ülkeyi yöneten bir liderin, bu kadar detay medya haberleriyle medya analizleriyle uğraşması bana çok absürt geldi.
Gezi Parkı kendi kendine oluşmuş çok büyük bir olaydı gezi eylemleri. Orda bir grup buluştu Tayyip Erdoğan’la. Hepsinin içerdeki tavrı gördük. Bir sendikacı kadın dışında kimse ağzını açıp tek kelime söyleyemedi. Peki o zaman siz kapalı kapılar ardında yaptığınız görüşmede hiçbir şey söylemiyorsunuz da ben o gerilimli ortamda televizyonda mı yapacağım sizin yerinize? Niye yapayım? Gerçek Tayyip Erdoğan’ı ben o programda soyup halkın onünde gösterdim. Dolmabahçe’de ofisinde oturup, vapurdan inenlere, kızlı erkekli, kol kola, sarmaş dolaş olmasından ne kadar rahatsız olan bir başbakanımız olduğunu… Başbakan buna bakar mı? Biz öğrendik ki bakıyormuş. O program bana sorarsanız, o gün benim çok hakaret işitmeme çok küfür işitmeme neden oldu. Eşim başta olmak üzere. Çünkü eşim de çok duyguysaldı o günlerde. Bir sürü insan da bana hakaret etti, ama mesela kızım da geldi ‘Baba çok iyi bir iş yaptın’ dedi.
'Penguen belgeseli yayını tam bir şapşallık'
Aydın Doğan / Doğan Holding Onursal Başkanı: (Gezi olayları sırasında CNN Türk'te penguen belgeseli gösterilmesini değerlendiriyor) O tamamen bir şapşallık. Yani bir kasıt falan değil. Gece 12’den sonra yahut gece yarısından sonra tam saati bilmiyorum, otomatiğe bağlıyorlar. Geceye bir kişi kalıyor. Ötekiler programı otomatiğe bağlamış gitmişler. Sabahleyin benim en küçük kızım holdingin Yönetim Kurulu Başkanı Begümhan da geldi 'Ne yapıyorsunuz siz' dedi, 'Ne yapıyoruz' dedim. 'Belgesel yayınlıyorsunuz' dedi. Ondan sonra, erken saatte bunu söyledi. Biz oradan fark ettik. Meslek kazası olmuştur. Hiçbir kasıt yoktur. Hükümet bunu o dönemde kasten yaptılar dediler. Hayır biz öyle şeyde değil, tamamen mesleki bir hatadır.
36 yıldır gazete sahipliği yapıyorum. Ne 28 Şubat döneminde, ne de bu siyasi iktidar döneminde, ne de bundan önceki siyasi iktidarlar döneminde ben grubumdan hiçbir gazeteciyi baskıyla ya da başkalarının isteğiyle kurumumdan atmadım. 2007 yılından sonra bizim grubumuz, hepinizin bildiği gibi o konuda fazla şey yapmayacağım, bir vergi belasıyla fazla haksız yere, hiç olmadık yere fazla sıkıştırıldı. Biz de küçülelim diye başladık ve gazetelerimi satmak istedim. Milliyet ile Vatan’ı ve Star’ı sattım. Zamanın ruhu diyeyim buna.
Bir önemli ölçüde yandaş diyorlar ama ben onu sevmiyorum. Hükümet yanlısı yayın organları çıkt. Reklamların bizim gruplar tarafından alınmasını mesele etmeye başladılar. Biz bu endişeyle ekonomiye gidelim malesef gazetelerde ve televizyonlarda ekominin birinci yolu da insan tasrrufundan geçiyor. Biz de o bakımdan epeyce arkadaşımızla istemeyerek yollarımızı ayırdık. Zaman zaman bağrımıza taş basarak kırgınlıklar küskünlükler oluyor. Çok sevdiğimiz arkadaşlarla yollarımızı ayırmak durumunda kalıyoruz. Bu da bizi üzüyor ama ne yapalım. Çoğunluğun geleceği için bazı azınlıklardan fedakârlık ediyoruz. Bütün bunların sonunda ben 36 yıldır hiç hata yapmadım demiyorum. Ben de sütten çıkmış ak kaşık değilim. Ne hataları yaptık. Gazetelerimde de ne hatalar vardır. Mutlaka.
Vergiyi hiçbir şart altında bana haklıdır dedirttiremezsiniz ama vergiyi de daha fazla konuşmak istemiyorum. Çünkü yine ah çekeceğim o zaman bütün her şey dökülecek, onu yapmak istemiyorum. Şu an ister kes, ister kesme. Sen de beni bu vergi işinde fazla sıkıştırma. Tuluhan şekerim sen de beni çok sıkıştırıyorsun. Hadi git. (Gülüyor)
'Çocuğum babasının düştüğünü düşündü'
Rıdvan Akar / Eski CNN Türk Haber Müdürü: Pazartesi günü işe gittiğimde mail box’ımda yaklaşık 3-4 bin tane protesto maili vardı. Çünkü sorumlu müdür olduğum için bu CNN Türk’ü kime şikâyet edelim dendiğinde benim mailimi görmüşler ve binlerce mail. Hepsi protesto eden zehir zemberek mailler.
Sadece ekmeğinizden olmuyorsunuz. 30 yıllık mesleğinizden oluyorsunuz. Geçmişte bizim sektörümüzde hakikaten bir mobilizasyon vardı, yani bir yerden ayrılıyorsanız diğer yerde kendinize iş bulabiliyordunuz. Ancak bu dönem işsiz kalan gazeteciler ne yazık ki o mobilizasyon imkânından yoksunlar ve mesleğin dışına düşmek hakikaten çok koydu. Yani nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum ama çocuğum babasının düştüğünü düşündü.
Hep kendimizi önemsediğimiz için, birlikte davranmanın ne kadar önemli ve erdemli olduğunu unuttuğumuz için şimdi tek tek kendi başımıza kaldığımızda birçok şeyi sorguluyoruz.
Ve biz bu gün bunları yaşıyorsak, biraz da buna müstahak olduğumuz içindir.
'Persona Non Grata!' belgeselini buraya tıklayarak izleyebilirsiniz.