Her Kadının İhtiyacı! Kan, Ter ve Gözyaşı Sonrası Dövüş Sanatları ile Değişen Hayatım
Merhaba sevgili Onedio okurları,
Sizinle hikayemi paylaşmak istiyorum, belki size de ilham verir ve hayatınızda olumlu bir etki yaratır diye...
İşte bu işlerle hiçbir alakası olmayan bir kadın olarak dövüş sanatlarına merak salma, ilerleme ve ustalaşma hikayem. Ayrıca dövüş sanatlarının, bedenimde, karakterimde ve hayatımda yarattığı muazzam değişimler!
Bu coğrafyada kadın olmak hiçbir zaman kolay olmadı, evet. Yakın tarihte de olmayacak muhtemelen...
Ben de işte sıradan bir Türk kadınıyım. Sokakta, metroda gördüğünüz o tin tin işine giden kadın. Yan komşunuz. İlkokul arkadaşınız.
Tek fark; ben bir dövüş sanatları ustasıyım.
Geçtiğimiz günlerde, otuz yaşımdan sonra Judo'da siyah kuşağıma kavuştum. İşte bu kuşağın öyküsünü ve aslında sıradan bir kumaş parçası gibi dursa da bana kattığı maddi manevi gücü anlatmak istiyorum sizlere.
Benim hikayem orta direk bir Türk ailesinde başlıyor. Fazlasıyla ortalama bir kız çocuğuydum.
Öyle sporcuların olduğu bir aileden falan gelmiyorum yani.
Ne çok enerjik ve atletik, ne de herhangi bir bedensel engeli olan; son derece ortalama bir çocuktum işte. Ailem gayet orta/alt sınıftı. Dolayısıyla, lisede voleybol takımına katılmak vesaire dışında herhangi bir spora teşvik edilmedim. Merakım da yoktu zaten. Sokakta ip atlamak, yakan top oynamak dışında çocukluğum gayet sakin geçti.
Zeyna'yı izlerdik... Onu hatırlıyorum ama!
Savaşçı prensesin oradan oraya atlayıp zıplaması, kötüleri dövmesi, TİLİLİLİLİ diye bağırarak kılıcını savurması ne kadar da güzeldi!
Belki sadece Zeyna'dan öğrenmiştim kadınların da dövüşüp savaşabileceğini; onun dışında bir örnek yoktu. Zaten o savaşçı kadın da ejderhaların, devlerin, konuşan hayvanların olduğu fantastik bir dünyadaydı.
Gidip gelip toplumun gerçekliğine çarpıyorduk işte: Kadın fıtratı!
Neyse... Öyle böyle büyüdük. Büyüdükçe de o duvarları, baskıları ve korkuları fark ettik...
Korkunun beni nasıl kamburlaştırdığını, küçülttüğünü farkettiğimde bir üniversite öğrencisiydim.
Yıllar yıllar önce, henüz genç bir öğrenciyken, bir gece işten çıkmış eve dönüyordum. Harbiye sokaklarında, sanki yeryüzünde olabilecek en az yeri kaplamam gerekiyormuşçasına, fare gibi kenardan kenardan sessizce, hızlı hızlı yürüyordum. Karşıdan bir elemanın geldiğini gördüm. İyice ufaldım, hızlandım, kaldırımın diğer yanına geçtim.
Bu ülkede yaşamış her kadın ama her kadın, bu korkuyu, artık otomatiğe bağlamış refleksleri bilir.
Herif sanki dünyanın en normal, en sıradan şeyini yapıyormuşçasına yüzüme bile bakmadan beni kenara sıkıştırdı, kalçamı ve bacaklarımı elledi, sonra yoluna devam etti. Sanki her gün yaptığı bir şeymiş gibi de rahattı. Her şey saniyeler içinde oldu. Ne tepki verdiğimi hatırlamıyorum bile. Ebette çırpınıp kurtulmaya çalıştım fakat o an içerisinde o duruma karşı koyamamamın sebebi herifin fiziksel üstünlüğü değil; bendeki korkuydu.
Sokaklardan, toplu taşımalardan korkar hale gelince sosyal hayatta varolmak zor elbette... Ama dahası da var!
Bu korku sadece gecelerde, sokaklarda kalmıyor. İnsanın ruhuna işliyor. Özel ilişkilerinden iş hayatına kadar cinsiyetler arası bir güç dengesizliği yaratıyor bu korku.
Karşıdan gelen birinden korkmayı, kendi yolundan çıkmayı ve kaçmayı öğreniyorsun. Öğretiliyorsun!
Korku vardı ama mücadele de vardı elbette. Korksam hayattan vazgeçmedim.
Dizlerim titreyerek de olsa şehrin her yerindeydim! Gezdim, çalıştım, eğlendim... Yine de korku hep oradaydı. Ama o korkuyla yaşamayı öğrenmiştim.
Fakat gün geldi, o korkuyla artık yüzleşmem gerektiğini farkettim. Yıllar sonra, bir sabahın köründe nezih mahallemdeki atm'den para çekiyordum. Çevrede kimse yoktu. Daha kartı atm'ye sokalı birkaç saniye bile geçmemişti ki, arkamdan hanzonun teki bağırdı 'yav hadi çabuk' diye. O yüksek erkek sesi, etrafın tenhalığıyla da birleşince nasıl korkutmuşsa beni; bir baktım resmen atm'nin önünden üç adım sağa ışınlanmışım. Hani kediler salatalık görünce sıçrıyorlar ya, aynen öyle ışık hızında kaçışmışım. Yazık yahu, ne kadar korkutmuşlar bizi gerçekten de.
Öyle korkmak çok gücüme gitti. İşte o noktada bu durumu değiştirmek için harekete geçmem gerektiğini anladım.
Eve döndüm, biraz ağladım. Tavşan gibi ürkek ve korkak olmama ağladım. Her an bu memlekette dehşet ve saldırı beklememden, bunu kabullenmiş olmamdan utanıp ağladım. Üzüldüm çok.
Sonra oturdum, düşündüm. Eninde sonunda bu ülkede bir kadın olarak yine saldırıya, tacize uğrayacağım muhtemelen... Bunu engellemek için kendimi eve mi kapatacağım? Elbette hayır. Hayatımdan vazgeçmeyeceğim. Bu durumda ne olabilir? Bir adam bana vurur mu? En kötü ne olabilir? Nasıl karşı çıkabilirim?
Düşündüm düşündüm ve dövüş sanatlarını araştırmaya başladım.
Dövüş sanatları temelde ikiye ayrılıyordu:
'Grappling ve striking' yani;
Jiu jitsu, judo gibi güreş-savunma temelli olanlar ile kick boks, Muay Thai gibi saldırı temelli olanlar...
Elbette ki benim gibi yirmili yaşlarının ortasına kadar herhangi bir sporla ciddi bir şekilde ilgilenmemiş, ortalama güçteki bir kadın için uygun olanlar; adeta fiziğin temel kanunlarıyla karşı tarafın gücünü manipüle eden savunma dallarıydı... Önce jiu jitsu'yu, ardından da ayakta dövüşe daha fazla önem verdiği için judo'ya göz attım. Araştırdım, öğrendim, okudum, izledim ve bir kurs bulmaya karar verdim.
Bu arada hayatımdaki erkeklerin hepsi ama hepsi, bir kadının herhangi bir erkek karşısında asla bir şansı olmayacağını söylüyordu.
'Tek yumrukta bayıltırım' diyorlardı, herhangi bir kadın için. 'Saçmalama, kadının gücü asla erkeğe denk olmaz. Sıradan bir erkek sana bir koysa ölür gidersin. O yöntemler gerçek hayatta sökmez, boşuna zamanını harcıyorsun' gibi laflarla cesaretimi kırmaya çalıştılar. Sanırsınız ki hepsi birer Mcgregor...
Elbette erkek bedeni, kadın bedenine göre daha kaslı, darbelere de daha dayanıklı. Eee? Bu yüzden hiçbir şekilde kendimizi savunmayacak, kuzu gibi kaderimize razı olacak, dayak yemeyi-cinsel saldırıyı mı bekleyeceğiz?
Dövüşmeden düşeceğimizi mi sanıyorlardı ciddi ciddi??
Hepsine kulaklarımı tıkadım: Doğada bile güç farklı şekillerde görünüyordu. Gücün tek bir biçimi yok!
Koca bir aslan tek bir bizonun boynuz darbesi ile yaralanıp ölürken, bazen bir kaplan dev bir timsahın o kurşun geçirmez derisini bile delebiliyor.
Doğada bile farklı güçte hayvanlar, farklı yöntemlerle varoluş mücadelesinden vazgeçmezken; ben niye 'kadın erkek kadar kaslı değil :(' diye mücadeleyi elden bırakayım ki?
Ve dersler başladı... Ben bu derslerde, sadece dövüşten fazlasını öğrendim!
Öncelikli olarak neyle karşılaşacağımı öğrendim. Daha önce tek bir fiske dahi yememiş biri olarak insanlarla boğuşurken, bedenlerinin ne kadar güçlü olabileceğini gördüm. Evet, bazı insanlar gerçekten çok güçlüler ama güç baş edilemeyecek gibi değil -yönlendirilebilir, kontrol edilebilir bir şey.
Daha da önemlisi, kendi bedenimin de ne kadar güçlü ve dayanıklı olabildiğini öğrendim!
Bedensel acı ve ağrı dayanılmaz değil. Korkulacak bir şey yokmuş yani karşınızdaki insanlardan. Kesinlikle abartılacak kadar değil.
Judo'da size gelen saldırıyı yere sağlam bir şekilde basarak karşılarken; aslında sizi bu dünyada yolunuzdan çevirmek isteyenlere, o yolun karşısından gelenlere 'Burası benim yerim, bu dünyada benim de hakkım var, hiçbir yere gitmiyorum!!!' diyorsunuz.
Yere sapasağlam basıyorsunuz bir kaya gibi! Bu ilk ve en önemli dersi.
Bunlar aslında herhangi bir dövüş sanatının size katabileceği basit özgüvenin temelleri!
Dövüş sanatları, bana ruhani bir boyutta; nasıl mücadele etmem ve asla vazgeçmemem gerektiğini öğretirken, bir taraftan da sınırlarımı bilmem ve hangi noktada yenilgiyi kabullenmem gerektiğine dair muazzam bir içgörü kazandırdı. Bedenimizle beraber öğreniyoruz gerçekten de. Judo yahut jiu jitsu artık sadece 'boğuşmak' değil, seni çiğ çiğ yutmak isteyen dünyada inatla ve onurla hayatta kalma mücadelesi!
Bu halimle yıllar öncesine dönsem ve o gece Harbiye'de yeniden yürüsem...
O tacizcinin kolunu kırıp kıçına sokarım evet ama daha da önemlisi şu: Öyle bir dimdik yürürüm ki, o karşıdan gelen tacizci kolay lokma olmadığımı duruşumdan, yaydığım enerjiden anlar!
En önemli ders ise dayanıklılık ve inadın yanında: Sabır!
Aynı hareketleri defalarca ve defalarca yaparken, sokaklarda asla işe yaramayacağını düşünebilirsiniz. Bedeninizin bu hareketleri ezberlemesi ve herhangi bir saldırı durumunda adeta otomatik pilota geçerek uygulamaya koyması; herhangi bir saldırı gelene kadar ikna olmayacağınız bir şey... Ama sabırlı olacaksınız!
Sizi yolunuzdan çevirmek isteyenlere, asla ama asla vazgeçmeyeceğinizi önce kendinize göstermiş olacaksınız a dostlar.
Ve en kötü durumda bile, mücadele etmeden yenilmeyeceksiniz!
Bu siyah kuşak, bana bir kadın olarak varolmanın ne keyifli olabildiğini de gösterdi.
Her desten zevk aldığım gibi, yakın zamanda kendim de eğitim vermeye başladım.
Aranızdayız, arkanızdayız;
Elimizde silah yok, arkamızda herhangi bir 'devlet büyüğü' yok; sadece kalbimizde varolmanın coşkusu ve mücadelenin ateşi var. Asla yalnız yürümeyeceksiniz!
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın
Sözlü ya da cinsel tacize asla boyun eğmeyin, özgüveniniz yüksek olsun sesiniz yüksek çıksın. Onlar ses çıkarmayan kadınlar yüzünden öyle rahat elini kolunu ... Devamını Gör
Dövüş sanatları kadını ne kadar korur bilinmez ama sağlam bir özgüven verdiği kesin. Yılmamak pes etmemek etkiye (taciz tecavüz girişimi ve daha bir sürü şey... Devamını Gör
kickboxcuyum.. inan dövüş sanatlarının bir kadını ne kadar koruduğunu tahmin bile edemezsin :)
ben de tam olarak bu nedenden 6 sene önce kickboxa başlamıştım. bir kaç yerde de (hafifde olsa:) ) kullanmak zorunda kaldım. gerekirse yine kullanırım. bazı ... Devamını Gör