İstanbul'un Kaybolan Eserleri Kitaplaştırıldı
“İstanbul’un 100 Kaybolan Eseri” isimli kitap, deprem, yangın ve insan unsurunun tahribatı sonucunda günümüze ulaşamamış 100 nadide eserin kısa hikâyelerini anlatıyor.
İBB Kültür A.Ş., İstanbul’da çeşitli sebeplerle ortadan kaldırılmış ya da bakımsızlıktan harap olmuş 100 tarihî eseri, “İstanbul’un Yüzleri Serisi” kapsamında kitaplaştırdı.
“İstanbul’un 100 Kaybolan Eseri” isimli kitap, bir zamanlar İstanbul’un süsleri sayılan fakat deprem, yangın ve insan unsurunun tahribatı sonucunda günümüze ulaşamamış 100 nadide eserin kısa hikâyelerini arşivlerden çıkarılan eski fotoğraflarıyla birlikte okuyucunun dikkatine sunuyor.
Araştırmacı yazar Fatih Güldal tarafından hazırlanan kitap, İstanbul envanterinin tamamını görmek isteyenler için kılavuz niteliğinde.
İstanbul’un kopan, koparılan eksik parçalarını hatırlamak ve hatırlatmak amacını taşıyan kitapta, Evliya Çelebi’nin İstanbul’un en ekabir takımının uğrak yeri olarak tarif ettiği hamamlardan, Sezai Karakoç’un “su yerine süs akıyor” dediği çeşmelere; Fatih Sultan Mehmed’in hocasının da ders verdiği Ayasofya medreselerinden, yol geçecek diye yanlışlıkla yıkılan camilere; Otuzdan fazla locası bulunan Osmanlı’nın ilk saray tiyatrosundan, işgal günlerinde Fransız askerlerine Cumhuriyet sonrasında ise futbol müsabakalarına ev sahipliği yapan Topçu Kışlası’na kadar günümüze ulaşamamış ama tarihimizde iz bırakmış 100 eser yer alıyor.
AYASOFYA MEDRESESİ
DOLMABAHÇE SARAYI TİYATROSU
POLİGON SARAYI
TAKSİM TOPÇU KIŞLASI
DAMAD İBRAHİM PAŞA SIBYAN MEKTEBİ
“Lale Devri”nin sadrazamı Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın bugüne ulaşmayan önemli eserlerinden biridir. Sıbyan Mektebi, Paşa’nın Babıâli’deki külliyesinin bir parçasıydı. Büyük Postane’nin arkasında, Âşir Efendi Sokağı’nda, aynı paşa tarafından yaptırılan sebilin üstünde yer alıyordu.
1938 yılında sebili ziyaret edip bazı notlar alan İbrahim Hakkı Konyalı bu notlardan hareketle “şu baykuş yuvası, işte tarihe ad veren birçok büyüklerin yetiştiği İbrahim Paşa mektebidir. Kubbesinin üstü meyvesiz ağaçlar fidanlığına dönmüş, sarmaşıklı ahtapot gibi pençelerini narin kubbenin ciğerlerine kadar işletmiş. …komşular mektebin duvarlarını delmişler, içerisini hurda eşya ambarı yapmışlar…” şeklinde duygu dolu bir yazı yazmış ve mektebin kendi haline terk edilişinden bahsetmiştir.
1968 senesine kadar direnebilen mektep, anıtlar kurulu üyesi Semavi Eyice’nin defaatle itirazlarına rağmen Vakıflar İdaresi’nin iş hanı yapma isteği sonucu yıkılmıştır.
SADABAD SARAYI (ÇAĞLAYAN KASRI)
1940 yılında yazdığı bir yazıda İ. H. Konyalı sarayın 79 odasının olduğunu bu haliyle Türkiye’nin en büyük ahşap binası olduğunu belirtir. Kâğıthane’de Eyüp Sultan Caddesi’nde bugün Kâğıthane Belediyesi binası olarak kullanılan arsa üzerindeydi.
Kâğıthane 16. yüzyıl sonlarına doğru sultanların av ve eğlence yerleri haline geldi. 18. yüzyıl başlarında Yirmisekiz Mehmet Çelebi yaptığı Fransa seyahatinden sonra Fransız saray mimarisinden etkilenerek Sultan III. Ahmed’e bir rapor hazırlamıştır. Bu doğrultuda Kâğıthane’de dere yatağı temizlenerek buraya çeşitli kanallar açılmış bu kanallar mermerlerle döşenmiş, derenin önüne çeşitli setler ve kaskatlar yapılarak şelaleler oluşturulmuştur. 1722 yılında sadece 64 günde tamamlanan sarayın etrafına daha sonra 173 ahşap köşk inşa edilmiştir. Patrona Halil isyanından sonra burada bulunan yapılar büyük ölçüde harap olsa da Sultan I. Mahmud döneminde 1743 yılında Sa’dabad Sarayı’nın onarılmasına başlanmıştır.
1917 yılında üç ay kadar Erkan-ı Harp Mektebi olarak kullanılmış, ilerleyen yıllarda ise Çağlayan Darü’l-Eytamı (yetimhane) olarak hizmet vermiştir. Ünlü sanatçı Safiye Ayla’nın burada yetiştiği söylenmektedir.
Saray 1941-42 yılında ani bir kararla saray yıkılır ve 1953’de bu alana İstihkâm Okulu inşa ettirilir.
İşlerine hile karıştıran esnafın cezası burada urgan bükmekti
İPLİKHANE-İ ÂMİRE FABRİKASI
Bir dönem işlerine hile karıştıran esnaf için binanın bir bölümü bir nevi yarı açık cezaevi olarak kullanılmış suçlulara tersane-i amire ve donanma için burada urgan ve halat büktürülmüştür.
Sultan II. Mahmud zamanında sanayi devrimi karşısında direme çabaları çerçevesinde devletin batılılaşma politikasının uygulamalarından biri olup hem Tersane-i Amire gemilerinin yelken ihtiyacını karşılamak hem de Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye askerlerine elbise ve iç çamaşırı temin etmek için 1827 yılında Eyüp’te, Haliç kıyısında kurulmuştur.
Yaklaşık 300 metrelik yelkenli gemi halatlarının dayanıklı olabilmeleri için tek parça olarak üretilmeleri gerektiğinden, İplikhane binasının uzunluğu bu durum göz önüne alınarak tasarlanmıştır.
Fabrika kurulurken makinelerin yerli olmasına azami dikkat edilerek kimseye bağımlı olmadan üretim yapmak amaçlanmıştır. Yapılan üretimle hem askeri ihtiyaçlar karşılanmış hem de vakıflar hazinesine gelir elde edilmiştir.
Ancak ilerleyen yıllarda fabrikanın teknolojisinin yenilenememesi ve Sultan Abdülaziz zamanında İngiltere’den alınmaya başlanan gemilerle donanmada buhar gücüne geçilmiş olması sebebiyle İplikhane önce kapanmış sonra hapishane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra ise askeri kışla ve depo olarak hizmet vermiştir.
1970’li yıllardan itibaren parça parça yıkılan İplikhane binası arazisinin bir bölümü Eyüp Lisesi’nin (Anadolu) yapımına diğer bir bölümü de yol için ayrılmış, büyük bölümü de park olarak kullanılmaktadır.
ÇUKUR HAMAM
Hamam toplam yüz on kurnalıdır. Bütün renk renk mermerler ile döşenmiş büyük bir hamamdır. Büyük bir kubbesi var ki beş bin adam alır çifte hamamdır.”
Bugün mevcut olmayan bu hamam Fatih Külliyesi’nin bir parçasıydı. Evliya Çelebi hamamdan birçok yerde bahseder. Çelebi’nin İstanbul hamamlarının hangisine kimlerin gittiği şeklinde ilginç tasnifine göre Çukur Hamam mülhidlerin (dinsiz ve imansız) daha çok tercih ettikleri bir yerdi.
Hamam Fatih Camii’ni de etkileyen 1766’daki depremde büyük zarar görmüş ve bir daha tamir edilmemiştir. Elimizde bir fotoğrafı ya da gravürü bulunmayan hamamla ilgili en önemli çizim mimar C. Texier’in 1864 yılında yayınladığı kitabındaki plan ve kesittir. Buna göre yapılan değerlendirmeler sonucunda yapının Türk hamam mimarisinde farklı bir yerinin olduğu anlaşılır. 19. yüzyılın sonlarına doğru tamamen yıkıldığı tahmin edilen hamamın 1918’deki Cibali Yangını’ndan sonra bütün izleri kaybolmuştur.
Hürrem Sultan Hamamı’nın sanatsal değerine eş
KIZLAR AĞASI (ABBAS AĞA) HAMAMI
1916 yılında yol yapımı gerekçesiyle yıkılmaya başlanan hamamın aslında yolu işgal etmediği anlaşılmışsa da iş işten geçmiştir.
17. yüzyılın en meşhur harem ağalarından olan Abbas Ağa’nın en önemli eserlerinden biri olan hamam, Laleli’den Aksaray’a inen caddenin sol tarafında yer alıyordu.
Evliya Çelebi XVII. yüzyıl İstanbul hamamlarını sayarken bu hamamı da şehrin ekâbirinin uğradığı itibarlı hamamlardan biri olarak gösterir. Gerçekten de Mimar Sinan eseri olan Haseki Hürrem Sultan Hamamı gibi sanatsal değeri yüksek bir yapıydı.
1916 yılında yol yapımı gerekçesiyle yıkılmaya başlanan hamamın aslında yolu işgal etmediğini söyleyen yazarlar da olmuştur. Dönemin belediye başkanı Cemil Topuzlu’nun, hamamın tamamen yıkılması ve molozunun kaldırılması için açtığı ihale gazetelere yansımıştır.
- Mürekkep haber
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın
Özellikle Menderes döneminde İstanbul'un tarihi mirası çok büyük tahribat görmüştür.