Saçmalama Ayça Ya Ne Özür Dilemesi... Sevgiliyle Küs Geçirilen 5 Gün
Sevgiliyle küsmek bütün aktivitelerinizi, gündelik yaşamınızı akamete uğratabilecek bir gelişmedir. Kadınlar bu süreyi daha verimli geçirebilirken, erkeklerde küslüğün etkileri daha yıkıcı olur.
Burada size sevgilisi Ayça ile küsmüş olan Ferhat’ın 5 gününü anlatacağız.
Haklıyım tabii!! (ilk gün)
Oğlum barışırsınız dedi Cemil, lan tabii barışırız da mesele o değil, nicedir böyle boktan sebepler yüzünden kavga edip küsüyoruz tepem atıyor abi dedim. Boş ver, olur böyle şeyler diyerek benim sorunumla zerre ilgilenmediğini çok açık ifade etti. Sağ ol ya, dedim, gerçekten inanılmaz yardımı oldu, ben bunu nasıl da göremedim? diyerek laf çarptım ama eyvallah demekle yetindi benim şuursuz arkadaşım. Ancak durmaya niyetim yoktu, haklı olduğumun tescil edilmesini istiyordum. Sen haklısın abi, Ayça kaçtır bunu yapıyor, senin gibi adama bu yapılır mı? Seni öpsün de başına koysun denmesini istiyordum. Cemil bunları diyecek biri değildi, bana bir kadın lazımdı… Yani bunları deme potansiyeli olan bir kadın.
Sevda sağ olsun buluşma teklifimi geri çevirmedi, kalktı ta Maltepe’den ayağıma kadar geldi. Durumu ona en ince detaylarına kadar anlattım, bundan sonra top ondaydı artık bana “sen haklısın Ferhatcım” dememesi için önünde hiçbir engel yoktu! Tabii bir de olayı Ayça’dan dinlemek lazım deyince başımdan aşağı kaynar sular döküldü, ne yani bana inanmıyor musun? Abartıyor muyum? Uyduruyor muyum? diyerek duyar damarına oynadım. Ya Ferhat bu tip konularda iki tarafın anlattıklarını dinlemek lazım dedi. Senin geldiğin yolu s…yim dedim içimden. Ta Maltepe’den kalkıp Fatih’e bunu demeye mi geldin a..na koyum diye de ekledim. Limonata içip kalktık, kimsenin bana sen haklısın dememesi içimi iyice sıkmıştı, birisi haklısın dese bu gece rahat uyuyacaktım ama anlaşılan bunu diyecek biri yoktu.
Eve döndüğümde Hakan ve Özgür gelmiş, biraları açmış içiyorlardı. İçer misin hacı dolapta var dediler. Ulan belki içki masasında bir onay koparabilirim umuduyla bir bira alıp yanlarına iliştim. Konuştukları konuyu bölmedim, kendi derdime giriş yapmak için zaman kolladım. Tam “bemin de Ayça’yla aram kötü ya” dedim ki Cemil, olm hala mı Ayça ya? diyerek ambiyansı s.kip attı. Olm daha 2-3 saat oldu, ne hala mı daly..ak diye çıkıştım. Hiçbir şey demeden birasından bir yudum alıp benim kederimi yavşak yavşak elemanlara anlattı. O kadar yavan ve piç bir edayla anlattı ki bu saatten sonra kimsenin bana “sen haklısın” deme ihtimali yoktu. Ama Hakan beni yanılttı, şaşırttı ve “senin bir suçun yok aga!” dedi. Allah’ım kulaklarıma inanamıyordum, Cemil’in boktan anlatımıyla dahi beni haklı bulmuştu, demek olayı benden dinlese omzuna alacaktı beni. Ohh be, dedim, nihayet birisi gerçekleri gördü! Tabii olm ne sandın, kardeşimiz hep haklıdır zaten diyerek boktan bir gerekçelendirme yapmış olsa da bunu duymamazlıktan geldim. 3 bira içip yattım.
Aramadı mı? (2. gün)
Saat 3’e doğru yaklaşırken telefonumda ne bir arama, ne bir mesaj, ne de bir whatsapp yazışması vardı. Tamamen haklı olduğum bir konuda, bu neyin inadıydı anlamak gerçekten zordu. Ancak ben de aramaya hiç niyetli değildim, ne yani, telefon edip haklı olduğum için özür dilerim aşkım mı diyecektim. Önce büyüsün ve sorumluluklarının, hatalarının farkına varsın dedim kendi kendime. Başım ağrıyordu, 3 bira bile beni akşamdan kalma yapmaya yetmişti. Tabii ki bu sadece alkol etkisi değildi; üzüntü, stres, sinir, vs. hepsi birleşmiş ve beni mahvetmişti. Ah be Ayça yaptığın insanlığa sığacak şey değildi.
Hava karanlık, hava yağmurlu, İstanbul ıslak ve üzgün… İyice salaklaşmıştım iki günde. Ayça’ya olan kırgınlığım, öfkem, üzüntülerim, yaralarım hepsi bir olup beni tükenme noktasına getirmişti. Her şeye üzülüyor, her şeyden huzursuz oluyordum. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Eminim ki Ayça da bu durumdaydı, öyleyse bu neyin inadıydı? Resmen git gide Hakan Altun’a dönüşüyordum, derhal bu havayı dağıtmam, kendimi bu olayın dışına çıkarmam lazımdı. Böyle dedikten sonra gurur falan demeyip Ayça’yı aramam gerekirdi belki ama, hayır! Kalkıp okula gitmeye karar verdim. Hava yağmurlu da olsa yürümeyi tercih ettim, topu topu 15 dakika sürüyordu zaten. Yolda Ekrem’i aradım okulda mısınız, nerdesiniz dedim, okuldayız gel yapraam dedi, neden benim arkadaşlarım böyle ve ben neden bunların onayına muhtaç bir hayat sürüyorum diye hayıflandım. Okula gittiğimde bizim ekip komple kantindeydi, ders yok mu lan diye masaya daldım, sen öğrenci değil misin olm ders var mı yok mu bilmiyor musun diye karşıladı beni Sanem hemen. Bu Sanem’e gıcık oluyordum sanki sürekli beni bir ezme gayreti içindeymiş gibi hissettiriyordu bana. Bıraktım ben okulu haberin yok mu dedim, höeee gibi bir ses çıkarıp, hiç aşina olmadığım bir mimik yaptı. Hazır masada Cemil yokken Ayça konusunu açma isteğim bu mimikle eriyip gitti, çünkü ne dersem diyeyim bu Sanem beni haksız çıkaracak, iti g*tüne sokacaktı beni. Sustum.
Akşam eve yorgun, siniri daha da artmış ve hiç aranmamış biri olarak döndüm. Olm beni bir tek Ayça mı arıyor lan telefonla dedim kendi kendime. Sonra evi aradım, babam açtı, daha selam vermeden noldu paran mı bitti diyerek beni güzelce gömdü… Ulan hiç tadım kalmadı ya diye sayıklayarak uyuduğumu hatırlıyorum en son.
İyiyim ya… (3. gün)
Bugün güzel uyandım, hani böyle bir mutlu 9olursun ama sebebini bir türlü bulamazsın ya aynen öyleydim. Yataktan kalktım, banyoya gittim, duş aldım, güzel güzel giyindim… Bugün okula gitmeyip tek başıma İstanbul’un keyfini çıkaracaktım. Hava düne göre daha güzeldi, ben daha iyiydim, aklımda Ayça yoktu… Ayça, aramış mıydı ki acaba diye düşündüm, telefonun içini dışını kurcaladım, sosyal medya hesaplarına kadar baktım, derin internete daldım ama yok, laf dahi sokmamıştı bana. Benden ayrılmayı düşünüyor olabilir miydi? Yoksa bu bir ayrılık mıydı zaten…
İki kuruşluk keyfimin içine bu ayrılık düşüncesi s*çmıştı. Acaba Ayça bu küslüğü basit yoldan bir ayrılık bahanesi olarak kullanıyor olabilir miydi? Ferhat’tan böyle temiz, basit ve kısa yoldan ayrılmış sayıyor olabilir miydi kendini? Vallahi öyle düşünüyor olmalıydı. Yoksa böyle boktan bir sebep yüzünden neden 3 gündür arayıp sormuyordu beni. Lan özür dilemesine bile gerek yoktu, naber dese ben zaten olayı hiç hatırlatmadan iyiyim canım, ya sen demeye hazırdım… Derhal bunu birileriyle konuşmalıydım yoksa ölecektim. Ayça’nın en yakın arkadaşı Yeliz’i aradım… Açmadı. Duymadı da mı açmadı yoksa açmadı mı? Allahım nereye gidiyordu bu iş? 2 yıllık ilişki böyle bitebilir miydi? Kısa mesajla, bir telefon aramasıyla biten ilişkiler biliyordum, Cemil’i kız arkadaşı whatsapp’ta terk etmişti mesela… Ulan ne gülmüştük elemana, ahı mı çıkıyordu yoksa. Yok canım daha neler, Ayça öyle bir kız mı? Ayça nasıl bir kız…. Bilmiyorum, belki de bana hiç göstermediği bir nemrut yönü var, kestirip atıyor böyle bir anda. Daha önce hiç böyle bir küslük yaşamadık ki… Ya deli çıkacağım, bu çok boktan bir sebep… Allahım deliriyor muyum acaba, koca Ferhat buna mı taktı şimdi kafayı… Koca Ferhat mı?
Bizim Murat’la konuştum, özet olarak “takma be abi” dedi. Bu kadar sığ, sığır, yavan arkadaşlarım olduğuna inanamıyordum. Yoksa ben mi çok pimpirikliydim acaba, gerçekten takmamalı mıydım. Kesinlikle benim aramamı bekliyordu, başka bir sebep yoktu ortada. Ne ayrılığı falan ya, ben iki koca yıl verdim bu ilişkiye, ne ayrılığı yaa!?
İnadım inat kıçım iki kanat! (4. gün)
Yok öyle, madem sendeki inat bendeki de inat kardeşim dedim Selin’e. Meseleyi en ince detaylarına kadar anlattım, 3 gündür çektiklerimi de dramatize ederek sundum, üstüne Selin’den küçük de olsa bir haklısın tabii koparınca coştum. O aramıyorsa ben de aramayacaktım. Bir tek ben mi aşıktım ona? O hiç sevmemiş miydi… Aklıma Hakan Altun’un “severse arardı, aramıyorsa zaten hiç sevmemiştir” lafı geldi yok yere, ulan adam haklı olabilir miydi?
Ona sadece “hiç mi sevmedin yani” diye sormamak için kendimi zor tutuyordum. 3 günün ardından artık ona “o” diyor olmam bile bir şeylerin bittiğini gösteriyordu içimde. Ve ne biliyor musun kardeş, bu fikir artık korkutmuyordu beni. İlk başlarda aklımda olan, okuluna gideyim, yoluna çıkayım, evine gideyim, vb. düşünceler aklımdan bir bir uçmuştu, salt bir kin, öfke ve kırgınlık yumağı olmuştum. Aramıyorsa o kaybediyor gibi altı boş bir düşünceye saplanıp kalmıştım. Bu kadar çok klişe kullanımı hiç hayra alamet değildi. Evden bile çok az çıkıyordum artık, vizeler yaklaşıyordu ve ben hala ayağı yanık it gibi fotokopi toplamaya bile başlamamıştım. Hayatımı bu kadar akamete uğratması normal miydi? O da böyle miydi… Belki gülüp eğleniyor, kerizden bir çırpıda nasıl kurtuldum diye anlatıp gülüyordu. Her gün, her saat, her dakika kendimi Ayça’ya karşı dolduruyordum, bu hiç iyi değildi, çünkü birazdan arayıp kusura bakma dese, saçmalama ya ne kusuru diyecek kadar basit biriydim ben, bu saçma düşünceler sadece benden götürüyordu. Bütün bunları bile bile…
Akşam Ömer, Caner ve Kenan geldi eve, oturduk, konuştuk, şarap getirmişler onu içtik… Ve ben bir kere bile Ayça demedim. Niye diyeyim ki?
Saçmalama ne kusur ya… (5. gün)
Bok gibi bir gün… Keyifsizim ama bunun Ayça’yla ilgisi yok… Bok yok.
Zorla da olsa not kovalamaya gittim, fotokopicide belgesel çekiyoruz, ne varsa ver diyorum, iktisatın notlarını bile almışım arada, kafa öyle gidik yani. Derken telefon titrer gibi oldu, hemen cebimden çıkardım yok öyle bir şey. Zaten içeride sırt sırtayız kim bilir kim sürttürdü. Derken telefon elimdeyken çalmaya başladı, zaten titreşimde bile değilmiş ki… Araya Ayça… Resmen kalbim hızlı atmaya başladı, sanki 4 gün değil de aradan 4 yıl geçmiş gibi, sanki evlenmiş de 4 çocuğu olmuş gibi heyecanlıyım. Hemen fotokopiciden çıkıp, konuşabileceğim rahat, tenha bir yer aramaya başladım. Mühendislik binasının yanındaki kısa, küçük koridor gibi açıklığa girdim, sol kulağımı parmağımla tıkayarak ve derin nefes alarak telefonu açtım.
Özür dilerse neler diyeceğimi aklımdan geçiriyor, özür dilemesine gerek yok diye de düşünüyorum. Geçirdiğim kabus gibi 4 gün gözlerimin önünden geçiyor ama kıymeti yok, olur böyle şeyler diyorum. Mutluyum, heyecanlıyım, titriyorum, kalbim hızla atıyor, kekeleyecek gibi hissediyorum…
-Alo Ayça n’aber
-Selam saol senden?
-İyi n’olsun not kovalıyoruz, sen n’aptın?
-Ben evdeyim… Sana bir şey demek istiyorum…
(ya saçmalama, özür dilemene gerek yok… hem ne bu resmiyet böyle be, aşkım değil misin sen benim manyak… sensin manyak işte, manyak manyak manyak…. hahahahahaha geliyim mi eve… geliyim geliyim, ne var üstünde…sensin sapık…)
-Ayrılmak istiyorum ben…