Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Soma’da Göz Göre Göre Gelen Cinayet
CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, Soma faciasına yol açan hükümet eylemlerini, sonrasında yaşanan ve adeta Soma'da OHAL ilan edilmesine yol açan gelişmeleri değerlendirdi.
Taşeron sistemi ölüm saçıyor
İş kazalarıyla ilgili faslı AB istiyor, AKP açmıyor
Madem ‘fıtrat’, ölümler ülkeden ülkeye nasıl değişiyor?
Soma, dünyada 650 yılın en büyük 24. faciası oldu
CHP İstanbul Milletvekili, Parti Meclisi Üyesi Umut Oran, Soma faciasının temelinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın iki yıl önce tüm maden ruhsat izinlerini bizzat kendisine bağlamasının yattığını, kontrolsüz özelleştirme ve iş güvenliğini gözardı eden çığırından çıkan taşeronlaşma sonucunda bu faciaya davetiye çıkarıldığını belirtti. Umut Oran, 'Danışmanı vatandaşı tekmelerken Başbakanın ise karşılaştığı protestolar üzerine kaçıp saklandığı markette, protestocu sandığı genç bir maden işçisine “Kaçma ulan İsrail …” diye bağırıp tokat atması ise siyasi tarihimize geçti. Öfke kontrol bozukluğu olan, en ufak bir eleştiri karşısında kendini kaybeden, yüzlerce kişinin önünde bir vatandaşa fiziki şiddet uygulayan, küfredip tokat atan Başbakanın psikolojisi kaygı vericidir. Erdoğan öncesindeki 58 hükümet boyunca böyle vahim bir başka örnek yaşanmamıştır' dedi.
CHP'li Oran, konuyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada şunları kaydetti:
Türkiye, Soma’da tarihinin en büyük iş cinayetlerinden birini yaşadı. Bu olay, Türkiye’nin bugüne kadar yaşadığı en büyük facialardan biridir. Son bilgilere göre ölü sayısı 301’e ulaşırken, yurttaşlarımız beş galeriden ikisine hiç ulaşılamadığı, betonlaştırarak yangını söndürmek amacıyla buralara küllü su basıldığı, bunun ise içerideki yaklaşık 450 işçimizden umudun kesildiği kaygısı taşıyor. Ölen işçilerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır, yaralılara acil şifalar ve halen göçük altındaki işçilerimizin kurtarılıp ailelerine dönmelerini diliyorum.
Tokat atan Erdoğan siyasi tarihe geçti
Tüm ülkenin yüreğini dağlayan bu elim faciadan sonra, koruma ordusu ile Soma’ya giden Başbakan ve çevresindekilerin Türkiye’ye yaşattığı sahneler de ayrı bir facia olmuştur. Ölen işçilerin acılı yakınlarının haykırışlarına bile tahammül edilmedi, tepkilerine izin verilmedi. Yürekleri dağlı bu insanların yaşadıkları acı ve can havliyle hükümete yönelttikleri tepki ve protestolar, kolluk güçlerinin orantısız güç kullanımı ve aşırı sert müdahaleleri ile sindirildi. Bizzat Başbakan ve adamları, tarifsiz acılar içindeki işçi yakınlarına ve halka saldırdı. Erdoğan’ın “müşaviri” Yusuf Yerkel, özel harekat polisleri tarafından zaten etkisiz hale getirilmiş yerde yatan protestocu genci herkesin gözü önünde defalarca tekmeledi. Danışmanı vatandaşı tekmelerken Başbakanın ise karşılaştığı protestolar üzerine kaçıp saklandığı markette, protestocu sandığı genç bir maden işçisine “Kaçma ulan İsrail …” diye bağırıp tokat atması ise siyasi tarihimize geçti.
Öfke kontrol bozukluğu olan, en ufak bir eleştiri karşısında kendini kaybeden, yüzlerce kişinin önünde bir vatandaşa fiziki şiddet uygulayan, küfredip tokat atan Başbakanın psikolojisi kaygı vericidir. Erdoğan öncesindeki 58 hükümet boyunca böyle vahim bir başka örnek yaşanmamıştır.
TOMA’ları sokup OHAL ilan etti
Yayınladığı genelgeyle 2 yıl önce tüm maden ruhsat izinlerini kendisine bağlayan, keyfine göre özelleştiren, kontrolsüz taşeronlaşmaya göz yuman, kendisine yakın firmalara kağıt üzerinde denetim yapan Erdoğan bu facianın baş sorumlusudur. İnsanlara ölümleri kader diye dayatan, bu ölümleri kabullenmek istemeyen acılı ailelere tekme tokat girişen, TOMA’ları Soma’ya sokmaktan çekinmeyen, kentte OHAL ilan eden Erdoğan’ın yaptığına diktatörlük, polis devleti denir.
Başka ülkeler için ağladı
Başka ülkelerde yaşanan acı olaylar için gözyaşı dökmekten çekinmeyen Erdoğan, Soma’da ölen yüzlerce işçi için aynı duyarlılığı gösteremedi. Bu cinayeti “kader ve “takdir-i ilahi”ye bağlamaya çalışan Başbakan, ölümlerin madenciliğin “fıtratında” olduğunu savundu, dünyada 200-300 yıl önceki maden kazalarını emsal göstererek bu iddiasını inandırıcı kılmaya çalıştı.
Bu bir kaza değil cinayettir…
Alınacak önlemlerle önüne geçilebilecek durumlar için “kader” ya da “kaza” denilemez. Bu olayda ciddi “ihmaller” vardır. Ancak olay bunun da çok ötesinde, daha derin ve sistematiktir. Öncelikle bu olay bir ilk değil, AKP döneminde her gün yaşanan, giderek artan ve binlerce kişinin ölümü ya da sakat kalması ile sonuçlanan iş cinayetlerinden sadece biridir. Farkı şu ki; can kaybının bu denli yüksek oluşu, olayı Türkiye tarihinin en büyük iş cinayetlerinden biri yapmıştır. Bu toplu ölümler AKP’nin ülkeye dayattığı yanlış özelleştirme, sendikasızlaştırma ve taşeron işçiliği sisteminin kaçınılmaz bir sonucudur.
Özelleştirmeler kapsamında kamu varlık ve tesislerinin mülkiyetini tabana yaymak yerine, stratejik kurumları yabancı kartellere ve yandaş sermayeye peşkeş çeken AKP, çalışma yaşamında sendikasızlaştırma vetaşeronlaşmayı dayattı. Bu politikalarla örgütsüz, eli kolu bağlı bir emek kesimi ve ucuz iş gücü cenneti yaratmaya çalıştılar, sonuç ortada...
Sendikaları pasifize ettiler…
AKP, işçi örgütlerini baskı ve zayıflatıcı önlemlerle etkisi hale getirdi, kendine biat etmeye zorladı, göstermelik bir vesayet sendikacılığını tercih etti. 2012’de yürürlüğe giren 6356 sayılı yasa öncesi 3 milyon dolayındaki sendikalı işçi sayısının fiktif olduğu gerekçesiyle yeniden belirlenmesi, sendikaları adeta biçti. Toplam 92 sendikadan 49’u yüzde 1’lik işkolu barajını aşamadı. 12 Eylül’ün ardından çıkarılan 2821 ve 2822 sayılı yasalar döneminde bile sendikaları bu kadar biçmemişti. Yaygın kayıt dışı işçilik ve hızla artan taşeron işçilerinin üyeliklerinin sayılmaması da sendikaları zayıflattı. Sendikalaşma istatistikleri vahim bir tablo ortaya koyuyor. Türkiye’de 11.6 milyon işçiden sadece 1.1 milyonu sendikalı. Kayıtlı işçiler dikkate alınarak yapılan bu hesaplamada yüzde 9.5 olan genel sendikalaşma oranı, bazı işkollarında yüzde 2-3’lere kadar düşüyor. Ancak kayıt dışı ve taşeron yanında çalışanlar da dâhil edildiğinde toplamda 16.5 milyona ulaşan ücretli (işçi) sayısı esas alınarak yapılan hesaplamada ise sendikalaşma oranı yüzde 6.6’da kalıyor. Yani her 15 ücretliden sadece biri sendikalı… Aynı yöntemle hesaplandığında OECD’de ise sendikalaşma oranı yüzde 20’ye yaklaşıyor.
Sendikalara üye olmak isteyen işçilere birçok engel çıkarılırken, yeni düzenleme kapsamında işkolu barajının 2016’da yüzde 2’ye, 2018’de yüzde 3’e yükselecek olması, sendikaların bu sürede gerekli üye artışını sağlamasını zorlaştırıyor. Bu da çok sayıda sendikanın yetkisiz kalması ile büyük çaplı bir sendikasızlaşma tehlikesinin kapıda olduğunu gösteriyor.
Taşeron işçiliğini patlattılar…
Sendikasızlaştırma ile paralel biçimde taşeronlaşmayı yaygınlaştırdılar. AKP, on binlerce insanı hukuka aykırı biçimde taşeronlara mahkûm ettiler. Mevzuatta “alt işverenlik” şeklinde yer alan taşeronluk uygulaması AKP döneminde adeta doruğa ulaştı. 2002’de 358 bin olan taşeron işçi sayısı bugün kamu ve özel sektör toplamı olarak 2.5 milyona ulaşmış durumda. Bunun 1.1 milyonu belediyeler de dâhil kamuda çalışıyor.
Mevzuatta; kamu işyerlerinde belirlenen norm kadrolar ile yapılacak asıl işlerin dışında kalan tali işlerin taşeron aracılığıyla yerine getirilebileceği düzenlenirken, bu kurala uyulmadı. Taşeron eliyle kamu kurum ve kuruluşlarında işçiler yasa gereği çalıştırılmamaları gereken işlerde çalıştırıldılar. AKP taşeronluk uygulamasında, kasten hukuku çiğnedi. Çok zor koşullarda çalışan, haftalık çalışma sürelerine uyulmayan, bırakın yıllık izni, bayram izni dahi olmayan binlerce işçinin, bu haklarını almak için teker teker dava açıp kazanmalarına rağmen, AKP yargı kararlarını da uygulamıyor…
Taşeron sistemi ölüm saçıyor…
Özel sektörde giderek adeta genel istihdam şekli haline gelen taşeronluk sistemi; “kuralsız çalışma”; yani taşeron aracılığıyla esnek çalışma, kiralık işçilik gibi uygulamalar demek. Sendikayı çökerten taşeron uygulaması ile örgütsüz, güçsüz bir emek kesimi, ucuz işçilik cenneti hedefleniyor. Taşeron işçilerin yıllık izin, kıdem tazminatı, fazla mesai ve sendikal örgütlenme hakları taşeron firmalarca girdi-çıktı oyunları ile gasp ediliyor. Taşeron işçileri, ücretlerini tam ve düzenli alamıyor. İşçi, sık işveren değişikliği nedeniyle yıllık ücretli izne hak kazanamıyor. Taşeronlar, iş sağlığı ve güvenliğini ana işverenden bekliyor, eğitimlere gereken önemi vermiyor. Kârı maksimize etmek için kısa süreli iş sözleşmeleri ile “en ucuza” işçi çalıştırmayı esas alan taşeronlar, eğitim ve kıdem gerektiren işlerde donanımsız kişileri çalıştırıyor, her yıl yüzlerce işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor.
İş cinayetlerine yılda 1.250 kurban…
İş gücü maliyetlerini minimize etmeye dayalı taşeron sisteminin yaygınlaşması ve “maliyet artırıcı” görülen iş güvenliği önlemlerinin ihmali sonucu ülkemizde sürekli iş cinayetleri yaşanıyor, neredeyse her gün birkaç kişi bu şekilde yaşamını yitiyor, ancak bu olaylar yeterince kamuoyu gündemine gelmiyor. Dönemsel olarak bakıldığında ise bu olaylarda ölen işçi sayısının rekor boyutlarda olduğu görülüyor. Ölümlerde inşaat, tarım, taşımacılık ve madencilik başı çekiyor.
Türkiye, literatürde “iş kazaları” olarak geçen iş cinayetlerinde dünyada 3., Avrupa’da ise 1. sıradadır. 2002-2013 yılları arasında yaşanan toplam 880 bin iş kazasında 13 bin 442 işçi yaşamını yitirdi. Bu yılın ilk dört ayında verilen 396 kurban ve en son Soma faciasının yaşandığı Mayıs ayı ile birlikte sayı 14 bin 500’e dayandı. Bu da yılda ortalama 1.250, ayda ortalama 105, günde yaklaşık 4 ölüm demek… Bu kazalarda binlerce işçi de sakat kalıyor.
Soma, dünyada 650 yılın en büyük 24. faciası oldu
Dünyada 1375 yılından itibaren maden kazalarının kaydı tutuluyor ve Soma 650 yıldan beri dünyada yaşanmış en büyük 24. maden faciası olarak kara tarihe geçti. Son 50 yıl içinde dünyada 300’den fazla madencinin hayatını kaybettiği 6 kaza oldu. Almanya’daki son büyük maden kazası 1962 yılında olmuş ve 299 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu kazaların da büyük çoğunluğu yangından değil, kömür madenlerdeki gaz patlamaları sonucunda gerçekleşti.
Madenci ölümlerinde Türkiye açık ara önde…
İş cinayetlerinin yaygın olduğu sektörlerin başında madencilik geliyor. ILO’nun en son 2012 sonunu yansıtan verilerine göre madencilikte önde gelen ülkeler içinde işçi başına en yüksek ölüm oranı bizde… 2003-2012 döneminde Türkiye’de 100 bin maden işçisi başına ölüm 677 kişi ile İngiltere ve Norveç’in 11 katı, Almanya ve Avustralya’nın yaklaşık 6 katı, Polonya ve İtalya’nın yaklaşık 4 katı, ABD’nin ise 2.5 katı düzeyinde bulunuyor.
Madem ‘fıtrat’ ülkeden ülkeye nasıl değişiyor?
Erdoğan, maden kazalarında Türkiye ile Victoria dönemi İngiltere’sini karşılaştırıyor. Oysa AKP’nin ilk on yılını kapsayan 2003-2012 döneminde Türkiye’de toplam 766 maden işçisi ölürken, İngiltere’de bu sayı sadece 41 oldu.Ölüm madenciliğin fıtratında varsa, bunun oranı ülkeden ülkeye nasıl değişiyor?
İş kazalarıyla ilgili faslı AB istiyor, AKP açmıyor
İş cinayetlerine verilen kurban sayısındaki artışta AKP’nin ihmal değil, adeta kastı bulunuyor. 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun en önemli bölümlerinin uygulamasını ertelediler. İş cinayetleri can almaya devam ederken, ILO’nun “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”ni AKP imzalamaya yanaşmıyor. Avrupa Birliği, iş kazaları, çocuk işçi çalıştırma, yüksek kayıt dışılık, meslek hastalıkları konularını içeren 19 numaralı Genel Sosyal Politika ve İstihdam Faslı’nın açılmasını isterken AKP, gerekli önkoşulları yerine getirmediği için bundan kaçıyor. Türkiye, Uluslararası Maden Güvencesi Anlaşması dâhil ilgili birçok uluslararası metni de yıllardır imzalamıyor. İş güvenliği ve işçi sağlığına ilişkin mevzuat, denetimler ve cezalar yetersiz. Bu önlemler, bir maliyet unsuru olarak değerlendirilip alınmadığı için iş kazaları artarak sürüyor. AKP, bu eksiklikleri gidermek yerine cinayetleri “kader” olarak göstermeye çalışıyor.
Kâr hırsı insan hayatından önde mi?
Son acı olay da gösteriyor ki taşeronlar tarafından daha fazla kâr için ucuza çalıştırılan, gerekli formasyondan ve iş güvenliğinden yoksun garibanlar, ekmek uğruna canından oluyor. Facianın yaşandığı kömür ocağını 2005’ten bu yana TKİ’den devralarak işleten Soma Holding’in sahibi, daha önce 130-140 dolara olan bir ton kömürün maliyetini 23.8 dolara düşürerek kârlılığı optimize etmekle övünüyor. İşçilerine, işten çıkarma tehdidiyle AKP’ye oy verme baskısı yaptığı söylenen bu şahısa sormak lazım: Hangi girdiden çalarak maliyeti düşürdünüz? Kömür madenciliğinde dünyada olmayan yeni bir teknoloji mi keşfettiniz, yoksa taşeron vasıtasıyla, madencilikle ilgili eğitimi, deneyimi olmayan garibanları, çoluk çocuk demeden, hayatları pahasına üç kuruşa çalıştırarak mı maliyeti aşağı çektiniz?
İnsan odaklı bir sisteme ihtiyaç var
Emek ve sermayeye dayalı ekonomik sistemde, bu iki kesimin güçlerini dengelemez, zayıfı güçlüye ezdirirsek ülkede demokrasi var olamaz, sistem topal işler, sosyal barış sağlanamaz. Toplumsal barışın olmadığı bir ülkede bireyler ve sosyal kesimler, birbirine ve topluma yabancılaşırlar, birlik ve aidiyet duygusu kalmaz. AKP ise birçok konuda olduğu gibi çalışma hayatına ilişkin düzenlemeleri ve dayatmaları ile de sosyal barışı dinamitliyor.
Kronik işsizlik ve yaygın yoksulluk sorununu çözmeyen AKP, taşeron uygulaması ile asgari ücretin bile altına razı milyonların iş-aş umudunu istismar ediyor. Evine ekmek götürme derdindeki milyonlar temel haklardan yoksun biçimde üç kuruş ücrete çalışmaya razı oluyor, modern köleliği kabul etmek zorunda kalıyor. Çünkü umudunu yitirip iş aramayı ertelemiş olanlar hariç tutulup işsizlik oranı yüzde 9-10 gösterilse de iş başı yapmaya hazır bu kişilerle birlikte ülkede 5 milyona yakın bir işsizler ordusu var ve gerçek işsizlik oranı yüzde 20’lere yaklaşıyor.
Her yıl yüzlerce insanımız iş cinayetlerine kurban gitmektedir. En fazla iş cinayeti özelleştirilen ve taşeronlaştırılan iş yerlerinden yaşanmaktadır.
Soma’da toplu katliam şeklinde bir iş cinayeti yaşanmıştır. Açlık sınırında ücret, ödenmeyen sigorta primleri, kullandırılmayan izinler ve kıdem tazminatı gaspını içeren taşeronluk modelinin yaygın iş kazaları demek olduğu, Soma faciası ile daha net görülmüştür. Bu cinayetin de asli failleri çalışma hayatını taşeronlaştıran, iş güvenliğini es geçen AKP’dir. Maden kazalarında ölmenin işin “fıtratında” olduğunu savunan AKP hükümeti, bu ölümlerin baş sorumlusudur…
Sendikal örgütsüzlüğü, kuralsız ve güvencesiz çalışmayı, kayıt dışılığı getiren, çalışanları modern kölelere dönüştüren taşeronluk modelinin ülkenin genel istihdam şekli haline dönüştürülmesinden vazgeçilmelidir.
Sendikal örgütlenmenin önündeki engel kaldırılmalı, sendikasızlaştırma politikalarından vazgeçilmelidir. Çalışma yaşamının kuralları, demokratik, çağdaş bir toplum ve sosyal devlet konseptine göre yeniden düzenlenmelidir.
Ülke huzuru ve toplumsal barış için; çalışanların insanca yaşayabilmesi, işçinin hayatının güvencede olması için, tamamen kâra odaklı mevcut ekonomik ve siyasal anlayıştan insan merkezli, çevreye ve doğaya saygılı bir yapıya geçilmelidir.