Denizden, köpükler içinde, boynunda incilerden bir kolye ile doğan Venüs, aşkın sembolüdür ve birçok yerde, elinde bir ayna ile kendine bakarken resmedilir. Bu tasvirde, deniz, ayrıştırılmamış yaşam enerjisini ve keşfedilmemiş derinlikleri temsil eder. Denizin içinde tüm yaşamlar aşk yanılsamasındaki gibi bir olur. Yüzyıllardır değerli süs maddeleri arasında yer alan ve bir canlı tarafından yaratılan tek mücevher incidir. Yumuşak ve tatlı pırıltılarıyla inci, hemen her dilde güzellik, aşk, saflık, masumiyet ve yüksek değerle eşanlamlı bir sözcük olarak kullanılır.
İnci, başta istiridye, tarak ve bazı midye türlerinin içinde oluşur. Bunlar denizlerde yaşayan yumuşakçalar sınıfından kabuklu canlılardır. İşte, bu canlılar yumuşak vücutları içine giren yabancı bir maddenin zararsız duruma getirilmesi için çevrelerinde kılıflar oluşmaya başlarlar. Böylece soyutlanan yabancı madde zamanla kalınlaşır ve çeşitli katmanlarla yuvarlak bir biçim alır. Daha çok istiridyenin içinde gelişen bu kat kat kılıflar sedef katmanlarıdır. İnci bu katmanların tümünün küresel bir biçimde oluşmasıdır.
Aşk da aynı inci katmaları gibi oluşur, bir başkası ve ona ait olan duygular yabancı bir madde gibi insanın ruhuna girer ve zamanla değerli ve vazgeçilmez olur. Âşıklar birbirlerinin gözlerinin aynasında kendilerini görürler, eksik parçalarını bulurlar, denizin ayrıştırılmamış yaşam gücü gibi, ayrışmış ruhlarını bütünleştirmek isterler, farklı bir dünyayı fark ederler. Bu fark ediş inci gibi bir parıltılıdır ve gözü kör eder. Bu nedenle “Aşkın gözü kördür!” derler.
İncinin renk ve parlaklığı alttaki katmanların ışığı yansıtma ve kırmasıyla oluşan ilginç bir olaydır. Nasıl ki bir incinin değeri göz alıcı doğal pırıltılarının yanı sıra kendine özgü değeriyle ölçülüyorsa, aşkın değeri de âşıkların kendi değerleriyle ve gözlerindeki parıltılarla ölçülür. Nasıl ki bir incinin değeri ışığı yansıtmasının yanı sıra şeklinin düzlüğüyle ölçülüyorsa, aşkların değeri de âşıkların karakterlerinin düzgünlükleriyle ölçülür. Nasıl ki incinin rengi istiridyenin cinsine, suyun içirdiği tuzun niteliğine, suyun derinlik ve ısı derecesine bağlıysa, aşkların rengi de âşıkların derinliklerine bağlıdır. Nasıl ki inci genellikle beyaz, fildişi, pembe ya da açık gül renginde, mavimsi hatta siyah olabiliyorsa, aşk da rengârenktir. Nasıl ki, değerli inci için istiridyenin kabuğunun iç yüzeyini kaplayan sedef tabakasının parlak, düzgün ve temiz renkli olması gerekiyorsa, aşkın kalitesi için de âşıkların saf ve masum olması gerekir. Bu nedenle âşık olmanın dayanılmaz bir ağırlığı vardır.
Yalancı aşkları gerçek aşklardan ayırmak
Mevlâna’ya “Sevgili nasıl olmalı?” diye sormuşlar. “Sevilecek biri olmadığı zamanlarda bile seni sevmeli. Sarılacak biri olmadığı zamanlarda bile sana sarılmalı, dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı” demiş.
Mevlâna gerçek aşkı tarif etmiş: “Bu gece meltem gibi es yüreğime, ay ışığı vursun bensiz titreyen tenine, mehtap sarılırken çaresizce kadehime, sen de kana kana iç şerefime!” dedirten “gerçek aşk” gerçek inci gibidir; “Seni seviyorum, kalbim sana emanet, ona iyi bak!” demektir.
“Yalancı aşk” ise kültür incisi gibidir. Japonlar 1800 yıllarda istiridyeden daha çok ve daha ucuz inci elde etmenin yollarını geliştirmeye giriştiler. Bugün tüketim toplumunun bir yansıması olarak kültür incisi üretimi Japonya'da büyük bir sanayi durumuna geldi. Kültür incisi elde etmek için ufak ve yuvarlak bir sedef parçası canlı istiridyenin içine yerleştirilir. Sonra bunlar dibe serili ağdan yataklar üzerine indirilerek orada 3-5 yıl süreyle bırakılır. Böylece istiridye içinde oluşan inciler hem sayı bakımından çok olur hem de kısa sürede oluşur ama gerçek inciler kadar değerli olmazlar. Ancak bunların iyileri gerçek incilerden ancak deneyimli gözler tarafından ayırt edilebilir. Şimdiki aşklar da kültür incisi gibi olmaya başladı. Sanal ortamlarda başlayan yakınlaşmalar aşk olarak görülür oldu.
Gerçek aşk gönül işiyken yalancı aşk akıl işidir. Şems-i Tebrîzî bunu şöyle anlatır: “Sanmayasın ki aşk akıl işidir, gül ki her gönlün mürşididir, kimini kokusuyla şad eder, kimini de dikeniyle irşad eder!” Mevlâna ise aşkın önce yüreğe düşmesi gerektiğini söyler ve “Aşk-ı zikretmek için söz dudağa gelmeden önce cemre gibi yüreğe düşmelidir!” der.
Instagram
Facebook
Twitter
YouTube
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Yorum Yazın