Görüş Bildir

Nazi Haberleri

Nazi ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Nazi ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

“Hukuk Herkese Lazım”
Türkiye’de özellikle son 10 yıldır yargı sistemi çokça tartışılır hale geldi, hukuka güven azaldı. Ergenekon, Balyoz Davalarıyla başlayan ve birçok kişi tarafından siyasileştiği ifade edilen davalarda günümüzde cemaate yakın isimlerin yargılandıkları görülüyor.Yaşanılan bu süreçte özellikle hukuk camiası içerisinden bazı isimler yaşanılan bu hukuksuzluklara itiraz ederek direndi, mücadele etti ve mücadeleye devam ediyorlar. Bunlardan birisi de Genç Avukat Onur Cingil. Cingil,1 Mayıs 2013′teki ve Gezi Direnişindeki polis şiddetinde başta dönemin Başbakanı ve İçişleri Bakanı olmak üzere sorumlular hakkında dava açmasıyla dikkat çekti. Daha öncesinde Ergenekon davalarında da avukatlık yapan genç hukuk savaşçısı Onur Cingil, kamunun avukatlığını yapmaya, gördüğü hukuksuzluklara karşı bağırmaya devam edecek.Biz de Genç Hukuk Savaşçısı Onur Cingil ile Türkiye’de çok tartışılan yargı sistemini, yargının sorunlarını, gündemi ve CHP Kurultayını konuştuk.“HUKUK HERKESE LAZIM”Ercan KÜÇÜK (EK) : Avukat Onur Cingil kimdir?Onur Cingil (OC) Öncelikle böyle bir imkan sağladığınız için teşekkür ediyorum. Avukat Onur Cingil 10.10.1987’de Burs Yenişehir’de doğmuş, İlk orta lise eğitimini orada tamamlamış, 2005’te Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanarak İstanbul’la tanışmış, hayallerinin şehri olan, her daim yaşamayı düşündüğü İstanbul’da 10 yıldır yaşayan 5yıldır faal avukatlık yapan, bir çok kişinin tabiriyle Hukuk Savaşçısıdır. Şuanda Marmara Üniversitesi’nde Uluslar arası Hukuk üzerine yüksek lisans yapmaktayım. Hukukun içerisinde lise çağlarından beri de siyasetin içinde yoğrulduk. Ülke sorunlarına her zaman eğildik. Kolektif yaşama inandığım için sadece kendi sorunlarıma değil herkesin sorunlarına eğilmeyi düstur edindiğim için bu şekilde bir mücadeleye lise yıllarımda başladım. Halen CHP’de ilçe yöneticiliği yapmaktayım. Hukuku her zaman insanları daha fazla özgürleştirmek ve toplumu düzenli bir hale getirmek için bir enstrüman olarak görüyorum. Onun için avukatlığı özel avukatlık olarak değil kamunun da avukatlığını yapmak ilkesiyle yapıyorum.YARGININ EN ÖNEMLİ SORUNU?EK : Sizce Türkiye’de hukuk sisteminin ve yargının en önemli sorunu nedir?OC Hukuk sisteminin her daim delindiği ve son 10 yılda hukuk sisteminin göz ardı edildiği bir ortamda hukukçu olmak çok zor. Çünkü sizin öğrendiklerinizin reel hayatta gerçek olmadığı ve açık açık yasaların çiğnendiği bir ortamda mücadele ettiğinizi görüyorsunuz. Hukuk sisteminin aslında en önemli sorunu bu. Hukuku tanımamak. Hukuku delmeyi bir siyasi eylem olarak görüyor iktidarlar. Sokaktaki vatandaşın hukuku, kanunları çiğneme dürtüsü dünyanın her yerinde olan bir şey. İnsan yasaları zorlamak ister. Bunu bilerek de yapmaz. Ama burada asıl tehlikeli olan ve Türkiye’nin en önemli sorunu, bilerek ve isteyerek hukuku tanımamak. Hukuk herkese lazım ifadesi buraya tam oturuyor. Hukuku çiğneyenler hukuka ihtiyaç duyuyorlar, daha da ihtiyaç duyacaklar. İşte o zaman hukuk sistemini delik deşik etmenin ne kadar kötü olduğunu görecekler. Bununla beraber çok fazla sorun var. İstanbul’da 2 tane adliyemiz var. Birisi dünyanın en büyük, diğeri Avrupa’nın en büyük adliyesi. Dünyanın en büyük adliyesi olması övünülecek değil aksine üzülecek bir şey. Çünkü adliyelerin büyümesi demek ülkedeki hukuk sisteminin aslında ne kadar kötüye gittiğini gösteriyor. Suç oranının ne kadar çok olduğunu, borçlunun ne kadar çok olduğunu, dosyaların ne kadar çok olduğunu gösteriyor. Ne kadar küçük binalar olursa hukuk o kadar kendi içerisinde işliyor, toplum o kadar kendi içerisinde hukuku içselleştiriyor demektir. En büyük sorun da belki çok fazla dosya, hantal bir sistem, hakimlerin, savcıların özgür bağımsız olmaması, iradeleriyle karar vermemeleri, bu sistem içerisinde bilgi eksik debelenip durmaları. Özetle,Hukuk sistemimiz patinaj yapıyor denilebilir.EK : Yargıçlar, hakimler özgür değil dediniz. Yargı sistemi içerisinde yıllardır yargı cemaatin kontrolünde denirdi. Ama özellikle 25 Aralıktan sonra cemaat sorgulanır hale gelmiş durumda. Sizce Türkiye’de yargı AKP’nin mi cemaatin mi kadrolaşması altında?OC Buna şu an başka cevap, 1 ay önce başka bir cevap, 17 Aralık’tan sonra başka bir cevap verebilirim. İşte sıkıntılardan birisi de bu. 17 Aralık’ta bir hukuk sistemimiz var. 22 Temmuz da başka bir hukuk sistemimiz var. 2007’de Ergenekon, Balyoz davalarında başka bir hukuk sistemimiz var. Çünkü hukuk sistemi siyasete endeksli sürekli değişiyor.EK : Ama yasalar aynı yasalar..OC Aslında hem haklısınız hem haksızsınız. Önce şuna cevap vereyim. Hali hazırda hakimler ve savcılar AKP’nin hakim ve savcıları olma yolunda ilerliyor. Kadrolar bunlarla dolduruluyor. Özellikle HSYK 1.Dairesi’nde yapılan değişikliklerle oradaki bazı bizim bildiğimiz muhalif hakimlerin diğer bölümlere kaydırılması daha sonradan Sulh Ceza Mahkemeleri’nin kaldırılıp Sulh Ceza Hakimliklerinin kurulması, 22 Temmuzdaki tutuklamaları getirdi. 17 Aralık’tan sonra cemaatin hakim ve savcıları tasfiye edilmeye başlandı. Daha önceden hakimler ve savcıların belirli bir kısmı AKP ve cemaatin kol kola verdiği kararlarla atanmışlardı. Bunu suçlamak için değil durum tespiti için yapıyorum. Bizim hukukçu olarak arzu ettiğimiz şey şudur: Berlin’de hakimler vardır hikayesi vardır. Bizim arzu ettiğimiz ‘İstanbul’da, Ankara’da, Konya’da hakimler var’ diyeceğimiz, Türkiye’nin her yerinde gerçekten hukuku temin eden anayasada geçtiği gibi tarafsız ve bağımsız hakimleri savcıları görmek. Ama maalesef şuan göremiyoruz.EK : 17-25 Aralık operasyonlarından sonra bir iddia konuşuldu. AKP’ye yakın olan avukatların hakim ve savcılığa geçiş yaptığı konuşuldu. Siz bu iddialara katılıyor musunuz?OC Bu konuyla ilgili benim de kulağıma gelen bazı şeyler var. Ben bunu baro yetkilileriyle görüştüğümde, bu şüphe acaba doğru mu diye sorduğumda kendilerinden şunu duymuştum. “Evet gerçekten çok fazla hakimlik savcılığa başvuran avukat var”. Biz hakimlik savcılığa, noterliğe vs başvurduğumuzda faaliyet belgesi alırız. Kaç yıldır avukatlık yaptığımıza, mesleki durumumuza dair. Ayrıca baro ile ilişiği keseriz. Baro bunları tespit eder denetler kayıtlara geçirir. O dönemde çok olağandışı, fazla sayıda bir geçişin olduğu biliniyor, görülmüş ama bunun sebebi bizzat budur diyemeyiz, ama şüphe uyandırıyor.EK : Özellikle son 3 yılda bayağı dava açtınız. 1 Mayıs’ta, Gezi’de sorumlu olarak gördüğünüz Başbakan, İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi hakkında davalar açtınız. Takipsizlik kararları çıktı. Yargının bağımsız olmadığını söylediniz. Bu davaları açarken nasıl beklentileriniz vardı ki? Bu davalar hakkında bilgi alabilir miyiz?OC Dedik ya hukuk herkes için gereklidir. Bir kere biz hukuk gözüyle bir davanın sonucunu ne olacağını çok önemsemeyiz. Tabi ki de kazanmak isteriz fakat en önemli özelliğimiz belki de budur. Bundan bir şey çıkmaz diyerek sade bir vatandaş gözüyle bakmaz, davanın sonuna kadar gideriz. Bu davaları açarken ben şunu çok iyi biliyordum ki; Ben Haklıydım, Biz Haklıydık. Bunu zaten kamuoyu gerek 1 Mayıs’ta gerek Gezi döneminde görmüştü. Ama soruyorsanız dürüst bir şekilde cevap vereyim. Burada bir sonuç çıkmasını engelleyeceklerini biliyordum. Her şeye rağmen bir hukukçu olarak bunun savaşını verdik, vereceğiz, vermeye devam edeceğiz. Çünkü hukukun, yasalarımızın şöyle bir güzelliği vardır: İlla bir şeyden sonuç almak değil, birilerinin hala bir savaşı verdiğinin göstermesi önemli bir olgudur. Hala bu ülkede korkmadan birileri suç duyurusunda bulunabiliyor. Başbakan hep şunu söyler; Bu ülkenin koskoca başbakanı. Bu ülkenin koskoca başbakanı değil de bu ülkenin koskoca vatandaşları vardır. Çünkü burada asıl olan vatandaştır. Adı üstünde milletin vekili olan vekillerdir onlar. Vatandaşa yapılan her türlü haksızlığa, zulme karşı da hukukçular olarak mücadele vermek bizim boynumuzun borcudur. Bunu kendimiz için değil de, vatandaş için kamunun avukatlığını yapmayı düşünüyorsanız bunu yapmamanız zaten sizin için asıl yanlış olandır. Bu söylenen dosyalarda da bunları yaptık.Biliyorsunuz başka açtığımız davalar da var. Ama gündeme oturanlar bunlar. Türkiye’de 12 yıldır hukuk tanımazlık, baskı, şiddet rejimi vardı. Bu rejim içerisinde 1 Mayıs 2013 bana kalırsa bir fitilin ateşlenmesiydi. Tabi ki birçok faktör var ama zaten 1 Mayıs olmasaydı bence Gezi olmazdı. 2007-2009-2010’da da şiddet devam ediyordu. Ama 1 Mayıs’ta patlama oldu. 2013’te ben hukuksuzluğa da maruz kaldım. Tahminen 4 m mesafeden gözlerimin içine baka baka bir çevik kuvvetin attığı gaz kapsülü geldi bacağıma. Aynı gün Dilan’ın başına gelmişti kapsül. Bununla ilgili, hukukun gösterdiği gibi hiyerarşik açıdan sorumlular hakkında suç duyurusunu yaptık. Kimdir sorumlular? Başta emri bizzat ben verdim diyen Başbakan.Araçlar, belediye otobüsleri, tekneler, gemiler durdurulmuştu. Seyahat özgürlüğü de yoktu. Çevik kuvvet etrafımızı sardığından hürriyetimiz de kısıtlandı, canımıza kastedildi. Ve yaralandım. Böyle bakıldığında Başbakan, İçişleri Bakanı, polisin amiri olan emniyet müdürü, Vali, Belediye Başkanı ve polisler hepsi birlikte olanlardan sorumluydu. Gezide de aynısı yaşandı. Tahmin edebileceğimiz üzere takipsizlik kararı verildi. Bu kararlara karşı hukukun gösterdiği yollardan itiraz mekanizmasını işlettik. Şu an her iki dosya da Anayasa Mahkemesi’nde.Bireysel başvuruda bulundum. Bununla ilgili mücadeleyi bırakmayı düşünmüyorum. Bundan sonraki adım AİHM’dir. 1 Mayıs’ta 20 gün raporlu yatmıştım. Bu nedenle tazminat da talep edildi Anayasa Mahkemesi’nden. Bireysel başvurunun konusu da şu oldu: Bize etkin hukuk yolu tanınmadı. Bu Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine, insan haklarına aykırı bir durumdur. Ben hukuk sisteminin olduğu bir yerde Başbakandan, Bakandan, Validen hukuk sistemi içerisinde hesap sorabilirim. Ama bunların hepsine takipsizlik kararı verildi. Fezleke hazırlanıp dokunulmazlığın kaldırılmasına ilişkin görüşme de beklenmedi. Sorumsuzca davranıldı. Polislerle ilgili tesadüf odur ki tam benim gaz yediğim vurulduğum yerde, Gezi döneminde Divan otelinde mahsur kaldığımız yerdeki gibi mobeseler çalışmıyordu. Aziz Nesin hikayesi gibi. Görgü tanığı yoktu, kapsül yoktu, silah yoktu, memur yoktu. Dolayısıyla bunların yargılanmaması için ellerinden geleni yaptılar. Çağlayan’da biliyorsunuz avukatlar gözaltına alındı. Benim arkadaşlarım da alındı. Ben de oradaydım. O gün de kanunsuz emri yerine getirenler hala yargılanmadılar. O dosya da AYM’de hala. Biz hukuk çerçevesinde birileriyle mücadele etmeye devam edeceğiz. Ben ve benim gibiler anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz mantığında değiliz.KANUNSUZ EMRİ UYGULAMAK SUÇTUREK : O dönem polislerle yapılan görüşmelerde, söyleşilerde polisler “emir aldık” dediler. Emir aldık cümlesi polis şiddetini ne kadar normal gösterir? Emir almaları emri uygulamaları polisi ne kadar masum gösterebilir? Polisin emre karşı gelme hakkı yok mudur?OC Bunu o dönem çok sık söyledik. Halen de söylüyoruz. Hukukçu meslektaşlarım çok iyi bilir. Bir kavram vardır. Kanunsuz emri uygulamak suçtur. Dolayısıyla kanunsuz emri yerine getirenlerin bu sebepten yargılanması gerekir. Bu emri verenlerin de yargılanmaları gerekir. Bana emir verildi ben de bunu yaptım demek onların sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Tabii ki de burada hukuki açıdan çizdiğimiz gibi sosyal olgu olarak baktığımızda polislerin durumlarını da tartışmak lazım. Birçokları emir aldıklarından bunu yapıyorlar ve sonunu düşünmüyorlar. Özlük hakları, çalışma durumları tartışmalı. Banklarda günlerce yatırılıyorlar. Bozuk peynirlerin olduğu sandviçler veriliyor. Eğitimli değiller, hukuktan hiç haberleri yok.EK : Ethem Sarısülük’ün katili Polis Ahmet Şahbaz, mahkemede kendisine şiddet uygulandığı, afişe edildiği gerekçesiyle Ethem’in ailesinden şikayetçi oldu. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?OC Yolunda giden bir hukuk sistemi sanığın haklarını da korur mağdurun haklarını da korur. Ama siyasallaşmışsa hukuk ya da birilerine göre olmuşsa sanığın da mağdurun da hakları zedelenir.. Ama spesifik olarak söylendiğinde Ethem Sarısülük herkesin gözü önünde, mobese kameralarının her ne kadar görüş açısını değiştirmeye çalışsalar da, açıkça öldürülmüştür. Bu bir polis kurşunuyla olmuştur. Ahmet Şahbaz’ın yaptığı görülmüştür. Şu an için kesinleşmiş bir hüküm olmasa da delilleri ile olay ortadadır. Asıl burada, bir gencin öldürülmesi, ailesinin durumu, o dönemde neredeyse 81 ilde hükümet tarafından yapılan şiddetin tartışılması gerekmektedir. Bu tartışılmadan açılan davalar vicdanı yaralayan bir durumdur. Ben Ethem, Ali İsmail ve diğer davaların mahkemeler tarafından objektif olarak ilerletilmediğini biz de çok söylenen vicdanı rahatlatıcı kararlar vermediğini söyleyebilirim.EK : Akit Gazetesi ve Sancaktar Dergisi’ne dava açtınız. Bu dava hakkında bilgi alalım. Davayı neden açtınız ve şuan bu dava ne durumda?OC 10 Kasım 2013’te Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve kurtarıcısı olan Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili Sancaktar Dergisi tarafından Akit Gazetesi’ne verilen bir ilan vardı. Bir holdingin vermiş olduğu bir reklama benzer ama oradaki görüntüyü, mantığı kullanarak, Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakaret eden bir ilan verilmişti. Bu başka bir zaman başka bir düşünce olarak belirtilseydi belki farklı yorumlar yapılabilirdi. Burada bence mahkeme heyetinin de gözden kaçırdığı olay şuydu: Bu ilan Atatürk’ün ölüm yıl dönümü olan 10 Kasım’da verilmişti. İsim verilmese de kastedilen kişi belliydi. Siyah bir fon üzerine “Olmasaydı da Olurduk” diyerek bütün ülkenin aslında hatta bütün manevi değerlere baktığınızda Atatürk özelinde manevi şahsına bir hakaret edilmişti. Bununla ilgili bir suç duyurusunda bulundum. Bu konuda ben suç duyurusunda bulunurken Kadro Hareketi de destek vermişti. Kadro Hareketi de bu tip sosyal konularda her zaman yanımızda oldu. Mahkeme bu dosyayla ilgili 3. Celsede sanıklarla ilgili beraat kararı verdi. Bu kararı verirken herhalde mahkeme heyetinin vicdanı da rahat değildi diye düşünüyorum. Hatta bununla ilgili savcı 1,5 sayfaya yakın mütaala verdi ve bu mütalaada da bizim birçok tespitimizi savcının da tespit ettiğini gördük. Ama burada bu ilana düşünce özgürlüğü dendi. Ben düşünce özgürlüğüne en gemiş sınırlarda inanan bir insanım. Bununla ilgili her zaman hukuk mücadelesi verdim. Ama burada mevcut olan bir kanun vardı. Atatürk’e edilen bir hakaret vardı. Ve bu hakarete düşünce özgürlüğü demek bana göre hukuk bilmezlikti. Ve bu karar vicdanları da etkilemişti. Bu beraat kararını temyiz ettik. Temyiz neticesinde Yargıtay’dan olumlu bir cevap geleceğini düşünüyoruz. Bu olayı Türkiye’deki son 10 yıldaki siyasi ortamdan da ayıramayız. Karşımızdaki yayın grubu daha önceden bu kararı veren mahkeme heyetinin meslektaşlarına, hakimlere düzenlenen Danıştay saldırısında bir nevi tetikçiliği yapan bir gazeteydi. Bunu yapmaya devam ediyorlar. Bu verilen kararlar aslında onların yaptıkları hakaretleri, hukuka aykırı eylemleri ve hedef göstermeleri de cesaretlendiriyor. Benim bu davada verilen beraatla ilgili en çok üzüldüğüm nokta buydu. Ben Yargıtay’ın bu karardan döneceğini ve sanıkların işlenen suçtan yargılanacaklarını düşünüyorum.EK : Atatürk’ü koruma kanunu düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı mı?OC Bu aslında geniş perspektifte başka alanlarda konuşulabilir ama bu yasalar özel yasalar bir çok ülkede mevcutta olan yasalardır. Bunları genel çerçevede bu böyledir bu düşünce özgürlüğüne aykırıdır şeklinde değerlendirmekten çok, burada bir hakaret var mıdır kanun neden çıkmıştır gerekçesi nedir? Bunlara bakarak konuşmak lazım. Kanun maddesinin gerekçesinde ve daha sonrasında öğretim görevlilerinin, hukukçuların yaptığı yorumlarda ülkenin kurucusu ve kurtarıcısı olarak tüm millete mal olmuş, ülke sınırları gibi, bayrak gibi bütün ülke için manevi anlamlar taşıyan ve buraya karşı yapılan ve işlenen suçlar bütün toplumu ilgilendiren bir eylem olduğundan bu tüp uygulamalara yasak getirilmiştir. Çok eskiden, Demokrat Parti döneminden gelen bir yasadır. O dönem Atatürk’e karşı büstlerine, ismine, yazılan yazılarla, yapılan eylemlerle hakaretler sonucunda çıkan bir yasadır. Düşünce özgürlüğünün sınırları çerçevesinde değerlendirildiğinde şöyle diyebiliriz: Bir kişiye hakaret etmek düşünce özgürlüğü denilebilir mi? Dolayısıyla burada eğer bir hakaret varsa bu düşünce özgürlüğü kapsamında Değildir. Hele ki bu bir ülkenin milli kahramanıysa.EK : Seçim döneminde AKP’nin astığı pankartlarla ilgili hukuki mücadele başlattınız. Bu başvurulardan nasıl bir sonuç elde ettiniz?OC Türkiye’de son 12 yılda yapılan seçimler aslında AKP iktidarının düşündüğü gelecekte konulan taşlar. Ve her seçimin aslında seçimden çok ötede önemleri var. Cumhurbaşkanı seçimleri de böyleydi. Bu seçimde RTE Başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına geçmek istemekle perde arkasında şunu arzu ediyordu. Bir anlamda yetkilerinin arttığı ama sorumluluklarının azaldığı bir makam. Sorumsuz bir hale geliyor. Son dönemde deklare ettiği devlet başkanlığı, başkanlık sistemi de düşünüldüğünde atılan adım ve talep edilen görev Başbakan açısından sadece bir seçim zaferi değildir. Seçimin kaybedilmesi de sadece bir seçim kaybı değildir. Bu seçimde aslında diğer seçimlerde de olan ama daha fazla artan 298 sayılı Seçim Kanunu’nun ihlali, son çıkan Cumhurbaşkanlığı Kanunu ihlali yapıldı. Benim yaptığım da teknik anlamda bir suç duyurusu değil, görevli olan idari makamlar olan Kaymakamlığa ve ilgili idarelere karşı şikayet ve itirazlarımdı. Bunu siyasi olarak ilçe başkanlıkları da yaptı. AKP, Üsküdar’da bazı pankartlar astı, sonra bu pankartları başka ilçelere de astı. Biz bu pankartları 2 Temmuz’da Üsküdar’ın her yerine asıldığını gördük. O kadar çok asıldı ki toplanmasını zorlaştı. Bu siyasi bir taktiktir. Pankartın üzerinde cumhurbaşkanlığı forsu ve üzerinde Yeni Türkiye’nin Yeni Cumhurreisi ifadesi vardı ve adayı ifadesi olmaksızın seçilmiş havası yaratılıyordu. Burada, milli iradeyi ne kadar zikretseler de milli iradeye karşı gelmek vardı. Adaydan öte seçilmiş bir insandan bahsediyorlardı. Son kanun uygulamaları ve değişikliklerle beraber partiler propaganda yapamazken buradaki pankartlarda AKP’nin amblemlerini, aday kelimesinin olmadığını ve forsu görüyoruz. Belki de hepsinden önemlisi bu pankartlar 2 Temmuz’da asılmaya başlandı. Ama seçim propaganda serbestliği 11 Temmuz’da başlamıştı. Tam 9 gün bu pankartların indirilmesi için mücadele ettik. Bu mücadelede 11 Temmuz’u geçirene kadar idare uğraştı. YSK’dan görüş sorduklarını söylediler. Ben zaten İlçe Seçim Kurulu’na ve Yüksek Seçim kurulu’na da başvurmuştum.Kaymakamlığa hatta ve hatta mevcut kanunlarımızda tamamen yasaklanmasına rağmen cami ibadethane ve buna benzer yererle asıldığı için müftülüğe de sormuştum. Üsküdar Küçük Selimiye Camii’ne pankart astılar. Üsküdar Belediyesi tarafından kurulan çadır cami, namazgaha, Karacaahmet Mezarlığı’na astılar. Müslümanlıktan en çok bahseden insanlar siyasetin ibadethanelere sokulmaması gerektiğini bilmesi gereken insanlar buralara astı. Sonuç olarak Onur Cingil başarısız mı olmuştur? Hayır olmamıştır. Yine mücadele etmiş, bunda başarılı olmuştur. En önemlisi de şunu ifşa etmiştir. Burada başarısız olan idaredir. Yani eğer ki kaymakamlık bu pankartları kaldıramadığını ortaya koyuyorsa başarısız olan yerler kaymakamlıktır, müftülüktür. Üsküdar’ı, İstanbul’u ya da Türkiye’nin herhangi bir yerini vali, kaymakam değil, ileri demokrasilerde olmaması gerektiği halde yürütmenin başı yani o dönemki Başbakan yönetiyordu. Asıl sorgulanması gereken bu. Ve ben bu tespiti ve tescili yaptığım için kendimi mutlu hissediyorum. Ama gönül isterdi ki vatandaşlarımızın bunu görmemesi ve hukukun çiğnenmesinin engellenmesi. Ama bu konuda da mücadeleye devam edeceğim.EK : 22 Temmuz’da başlayan Emniyet mensuplarına operasyon devam ediyor. Bu polislerden bazılarının Ergenekon, Balyoz davalarında aktif görevler aldıklarını, cemaate yakın olduklarını da duyduk. O hukuksuzluklar içinde yer alan polisler bugün yargılanıyor. Bu süreçte hukuksuzlukların yaşandığı, sahur vakti gözaltına alındıkları tartışıldı. Kağıt üstünde yattıklarını, Çağlayan Adliye’sinde çevik kuvvet polisleri tarafından zincire alındıklarını gördük. Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi davalarda hukuk yoktu da şimdi mi ortaya çıktı? Siz bu davalara nasıl bakıyorsunuz?OC Bir vatandaş olarak da, bir hukukçu olarak da, siyasetin içinden birisi olarak da vereceğim cevap aynıdır. 22 Temmuz operasyonları başladığından ibaren yapılan hukuksuzlukların karşısında durdum. Bununla ilgili her ortamda bunu dile getirdim. Hatta bazı fotoğraflarla anlatmaya çalıştım. 2007 yılında başlayan benim de avukat olarak görev yaptığım Ergenekon sürecinde gördüğüm bir şey vardı. İnsan hakları ihlal ediliyordu, masumiyet karinesi ihlal ediliyordu. İnsanlar kaçacaklarmış gibi CMK’ya aykırı olarak sabaha karşı elleri kelepçelenerek polis arabalarına girerken başlarını polisler elleriyle ittirerek kaktırarak, tek bir kelime söylemelerine izin vermediklerini gördük. Ve bunlara karşı çıktık. Konuşmamızın aslında ana fikri şu oluyor; ‘hukuk herkes için lazımdır’ı herkese her fırsatta hatırlatmak gerekiyor. O gün hukuku çiğneyenler bugün hukuku hatırlamaya başladılar. Bizde hukuk sisteminde sana göre yasa bana göre yasa yoktur. Hatta biz anayasayla ilgili son dönemde “banayasa” kavramı üretildiğini gördük. Bunu anayasa değişikliklerinde de çok net gördük. Yasaların çıkmasında en önemli husus şudur: yasalar herkes içindir, geneldir soyuttur, subjektif değil objektiftir. Bu son dönemde yapılan bütün yasaları incelediğimizde bir amaca gitmek için yapıldığını görüyoruz. 2007’de Ergenekon operasyonu yapılması için iletişimin ve ortam dinlemelerinin yapılması için çıkan yasa maddeleri, gözaltı, arama, el koyma ve en önemlisi tutukluluk süreleriyle ilgili çıkan yasaların yasa maddelerinin tesadüf eseri olarak çıkarılmadığını gördük. Bunlar 2007’yi getirdik. O dönemde doğruları gören hukuktan yana olan yürekli hukukçular ve vatandaşlar bunlara karşı geldik. Bana yakın aydınlar yazarlar, benimle aynı şeyi düşünen siyasetçiler olduğu için yapmadım. Bunu 22 Temmuz sürecinde herkese gösterdim. Cemaatin AKP’yle sorun yaşayacağı, AKP’nin cemaati ele geçirmek için yasalar yapacağı, Sulh Ceza Mahkemeleri’ni formülüze edeceği, sulh ceza hakimliği kurup HSYK 1.Dairede yaptığı değişikliklerle kendi istediği kararları verecek hakimleri atayacağını kimse bilemezdi. 22 Temmuz’da yapılan operasyonda gözaltı süresi olan maksimum 4 günlük süre ihlal edilmekle gözaltı süresi 2 gün 3 gün hatta günlerce orada gözaltı süresi biten insanlar tutsak edildi. Yasa açık açık ihlal edildi. Bu Ergenekon ve Balyoz davaları, Odatv, KCK davalarında yapılan ihlallerin birebir aynısıydı. Polislerin, polis ablukasına alındığı gün aklıma biz avukatların Çağlayan Adliyesinde ablukaya alınıp gözaltına alındığı gün geldi. Ki orası avukatların çalışma alanı olup çevik kuvvet polislerinin girmeyeceği bir yerdi. 2 fotoğrafı yan yana koyduğumda aslında roller değişiyor ama hukuka ihtiyaç değişmiyor. Cemaat şu anda bir hukuksuzlukla karşı karşıya. Dosyalardaki iddialar doğrudur yanlıştır onu tartışmıyorum. Savcı iddiada bulunur aleyhe ve lehte delilleri ortaya koyar. Hüküm açıklanana kadar herkes masumdur. Hatırlanacağı üzere biz bunu Ergenekon ve Balyozda da söyledik. Suçta ve cezada kanunilik dedik, masumiyet karinesi, deliller, uzun tutukluluk, gözaltı sürelerinin ihlali dedik. Bugün baktığımızda aynı yerdeyiz. Ama kanunların ihlali de aynı yerde. Roller değişti. Yapılan haksızlıklara ve hukuk ihlallerine karşı hepimizin aynı anda tepki göstermesi gerekiyor yoksa Nazi zulmüne maruz kalan rahip gibi bir sabah kalktığımızda tepki verecek kimsesi olmayan hale düşeriz.EK : Yargının vicdanları rahatlatması gerekiyor dediniz. Bu davalar önceki davalarda mağdur edilenlerin vicdanlarını rahat ettirmiş olamaz mı? Böyle düşünülemez mi?OC Ergenekon ve Balyozda hukuk zulmüne maruz kalanlar , 22 Temmuzdaki hukuka aykırılıklara maruz kalan insanların tahmin edemeyeceği kadar ilkeleri olan, hukuka inanan insanlardır. Hiçbirinin oh olsun dediğine inanmıyorum. Vatandaşların bile hiçbiri oh olsun demiyor. Ama şunu söylüyor herkes “Gördünüz mü? O dönem neredeydiniz?” Bazı milletvekilleri o dönem neredeydi? Bazı TV kanalları ben çok iyi hatırlıyorum “Ergenekon Terör Örgütü” diyordu. Hepsine terörist diyordu. Ama o dönem yapılan bir şey vardı. Aslında yapılan yargılama değil itibarsızlaştırma operasyonuydu. Burada askerleri, aydınları, yazarları ayrı ayrı değerlendirmek lazım. Zira hepsinin tutsak edilmesinin stratejik ayrı bir amacı vardı. Ama hepsinin ortak bir noktası da var. Hepsi bir şeye engeldi. Siyasal iktidarın yapacağı karanlık da diyebileceğimiz işlere engeldi. Bugün gördüğümüz geldiğimiz noktaya engeldi. Bir köşe yazarı düşünün, eminim dışarıda olsaydı yazdıklarıyla onları engelleyecekti. O dönem onu yaptılar. 17 Aralık olmasaydı 22 Temmuz olur muydu? Bence olmazdı. Ya da 17 Aralık operasyonunda 25 Aralık operasyonunda Halkbank Genel Müdürünü tutuksuz yargılanması için tahliye eden birisinin bugün arama el koyma kararlarını veren hakim olması tesadüf mü? Bu sorulara cevap verdiğimizde her şey ortaya çıkacak.EK : Ergenekon, Balyoz Davası sanıkları bu dava bizim davamızdır, AKP’nin davası değildir, biz bu davaları sonuna kadar destekliyoruz, elimizdeki her türlü belgeleri sunarız şeklindeki görüşlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?OC Bu da madalyonun başka bir yüzü. 22 Temmuzla ilgili ortaya atılan iddiaların boyutunu tartışmadığımı zaten söylemiştim. Bunların doğru olup olmadığı er ya da geç ortaya çıkacaktır. Burada benim tartıştığım nokta şu: 22 Temmuzla ilgili açıldığı iddia edilen Selam Tevhid dosyalarının açıldığı tarih aslında 2011dir. Yani 2011 den beri bu dosyalar mevcuttur. 3 yıl beklendi. Siyasi iktidar bunu bilmiyor muydu, biliyordu. Ne tesadüftür ki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bunu akıl etti. Bu bir algı yönetimidir bence. Ergenekon sanıklarının söylediklerine gelince 22 Temmuzu yapan polisler birçoğunu Ergenekon balyoz davalarında dinlemeleri gözaltıları yapan yakalamaları aramaları el koymaları yapan kişiler olduklarını biliyoruz. Bu sürecin içerisinde oldular. Ama bu soruşturmanın düğmesine basanlar da o dönem Ergenekon ve Balyozu yönlendirdiler. Siyasal iktidarın o dönem başındaki bir kişi ben Ergenekon’un Balyoz’un savcısıyım diyordu. Şimdi de 22 Temmuz sürecinin ihbarcısı oldu ya da sözcüsü oldu bütün her şeyi o yönlendiriyor. Hatta öyle bir şey oldu ki artık görün bak daha neler olacak denmeye başlandı. Ergenekon balyozda bunu önceki cumhurbaşkanı demişti. Şimdi de Erdoğan söylüyor. Cemaat AKP işbirliğinde Ergenekon, Balyoz, KCK, Odatv gibi son 12 yıla damgasını vuran davaların açıldığı da kesin. Bunun ismi Selam ve Tevhid olmuş başka bir şey olmuş. Hiçbir şey fark etmez. Polislerle beraber bunu yapan başkaları da vardı. Hukuk bunları da yakalayana kadar bağımsız tarafsız yargıçlar tarafından sorgulamalar yapılıncaya kadar benim bu davalarla ilgili soru işaretim vardır. Yine soruyorum 17 Aralık olmasa 22 Temmuz olur muydu? Bu polisler bu işi yapmıştır denmesi bir yana buradaki asıl olayın faillerinin ortaya çıkmadığını da görmek gerekir. Yani siyasal iktidarın başındakilerin..EK : Bir kesim de cemaatin üstüne gidildiğini, cemaatin ortadan kaldırılacağını ifade ediyor. Bu operasyonlarda sonuna kadar gidilmeli, bu operasyonlara karşı çıkan cemaate sahip çıkıyor deniyor.OC Burada öne çıkan hukuksuzluklardır. Hukuka uygun olarak yapılan bir şey varsa tabii ki de üzerine gidilecek. Ama benim gördüğüm kadarıyla ilk üstüne gidilmesi gereken şey hukuksuzlukların tespit edilmesidir. Ondan sonra ortaya koymanız gereken şey bu soruşturma dosyalarında soruşturmayı yapan savcıların, kararları veren hakimlerin durumlarına bakmak gerekiyor. Biz burada hukuka uygun bir şekilde eğer karar verildi diyebiliyorsak burada karşı çıkmamamız gerekiyor. Ama burada cemaate değil hukuka sahip çıkmak olarak düşünülmeli. Öteki türlü çok basite indirgenmiş oluyor. Ama soruluyorsa ki cemaat hukuksuzluk yapmamış mıdır? En az AKP kadar yapmıştır. Buna cemaate sahip çıkmak olarak görülmesine karşıyım. Ben kendi adıma hukuka sahip çıkarım. Ortada bir şey varsa üstüne gidilmesini isterim. Cemaat de olsa böyledir, AKP de olsa ben de olsam böyledir. Eğer ki bu soruşturmanın adil olduğuna inansaydık ki bundan üzüntü duyuyorum. Son dönemde yapılan bütün her şeyde hukuka güvenmeme var. Hukuka güven çökmüştür Türkiye’de. İnansaydık ben de sonuna kadar derdim ki evet cemaatin hukuksuzluk yaptığı için üstüne gidiyorlar. Ama ben art niyet olduğu konusunda, daha doğrusu açık bir hesaplaşma olduğu konusunda derin şüpheler taşıyorum.HSYK KİMİN?EK : Adalet Bakanı 17 Aralık operasyonlarından sonra “Bu HSYK bizm hazırladığımız HSYK değildir. CHP’nin hazırladığı HSYK’dır” şeklinde bir açıklama yaptı. Sizce bu HSYK kimin HSYK’sı?OC Siyaset içerisinden bir cevap vereyim. Ben Türkiye’de ilk defa şunu gördüm. Her zaman muhalefet olan bir iktidar var. Hep muhalefet. Aslında iktidar ama hep mağdur. Mağrur ama mağdur. CHP’nin suçlanması da bir AKP alışkanlığı. Erdoğan 6-7 Eylül olaylarında bile iktidarda CHP’nin olduğunu söylemişti ama çok sevdiği Menderes vardı. Dolayısıyla bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanlar vatandaşın olağan yaşantısında inanacağı şeyler söylüyor. Ama aslında yalan atıyorlar. Bugünkü HSYK, 12 Eylül 2010 referandumundan sonra oluşan bir HSYK’ydi. HSYK’nın bir önceki seçimlerinde eşekli demokrasi vardı. Yani iktidar bir kişiyi parmakla gösterdi. Ve ona oy verildi. Bununla ilgili bazı konuşmalar ortaya çıktığında şu cümle söylendi; “İktidar eşeği göstersin ona da oy veririz”. HSYK’yı CHP yapmadı, AKP yaptı. 2010 referandumuyla birlikte. O referandumda biz halka kandırılıyorsunuz. Şekerlemeler konuldu ama bu aslında fare zehiri gibidir diyorduk. HSYK cemaatle AKP birbiriyle zıtlaşmadan önce ikisinin işbirliğiyle kurulan bir HSYK’ydı. Kavga oldu cemaat tavsiye edildi. AKP’nin HSYK’sı olmaya başlandı. Son HSYK değişikliklerinin ardından 1.Daireden yapılan değişiklikle tamamen AKP’nin kurulu oldu. AKP’nin HSYK’sı oldu. Burada cemaate yakın olduğu söylenen hakim ve savcıların 17-25 Aralık’ı yapacağı tahmin edilememişti. Dolayısıyla tasfiye de edilememişti. Hukuka aykırı iş yapan kim varsa bunlarla ilgili idari soruşturma açıp gerekli cezalar verilebilirdi. Ama bana dokundu diye yapılan bir tasfiye varsa bu çok yanlış olur. Dün Atatürkçüler tasfiye ediliyordu bugün cemaatçiler tasfiye ediliyor. Öyle bir an gelir ki AKP’nin hakim ve savcıları tasfiye edilir. Bu hukuk değildir.EK : Biraz da siyasete grelim. CHP, MHP ile ortak Cumhurbaşkanı adayı gösterdi. Milletvekilleri de dahil olmak üzere birçok partili adayı basından öğrendi. Büyük uzlaşıya gidildi ve birçok parti adaya desteklerini açıkladı. Ama CHP’de adayı eleştirenler parti ahlakına aykırı davrandı denildi. Parti kurullarına, örgüte danışılmadan aday gösterilmesi mi parti ahlakına aykırıdır, yoksa o adaya karşı gelinmesi mi?OC Ben olaya şöyle bakıyorum. Bir kere ülke içinde ve parti içinde demokrasi olmazsa olmaz. Bu demokrasiyi ülkemize getiren CHP içinde de olmazsa olmazdır. Bazı konulara cevap verirken Türkiye’nin son dönemine ve bazı dinamiklere de bakmak gerekiyor. Türkiye’de ciddi anlamda bir kötü gidişat var. Herkes huzursuz, geleceğini göremiyor, sindiriliyor. Bence Türkiye’nin son dönemine Recep Tayyip Erdoğan’ın ciddi anlamda otoriterleştiği, siyasi anlamda hiç kimseyi tanımadığı bir ortamda cumhurbaşkanlığı seçimine gittik. Bu çerçevede bazı kararları değerlendiriyoruz. Tabana sorulmadan verilen kararlar bana göre demokrasiye çok uygun değil ve bunların tartışılması gerekiyor. Ama bir partide yönetici olmak çok dikkatli davranmayı gerektiriyor. Bir karara karşı çıkmak demek başka bir yanlışı yapmak anlamına gelmemeli. Demokrasiyi kesinlikle savunalım. Tabana sorulmamasını tartışalım. Ama vereceğimiz tepkilerde dikkatli olalım. Bazen tepkilerimizi sert verdiğimizi düşünüyorum. Bu tepkilerin vatandaş nezdinde “işte anlaşamıyorlar, gördünüz mü?” şeklinde değerlendirildiğini ya da siyasi muhatabınız parti tarafından ciddi anlamda kullanıldığını görüyorum. Partiyi aileye benzetiyorum. Aile içerisinde her zaman sorun olur. Ama bunların dışarıya taşmaması önemlidir. Sorunların hepsinin içeride çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de baskı ve şiddetin bitmesi gerekiyor. Siyasal iktidarın daha fazla güçlenip pervasızlaşmasından korkuyorum. Bundan önce yaşadıklarımızı özleyeceğimizi düşünüyorum. Tahmin bile edemeyeceğimiz hukuka aykırılıklar, siyasi etiğe aykırı şeylerin yaşanacağını düşünüyorum.YENİ TÜRKİYE TARTIŞMALARIEK : Ekmeleddin İhsanoğlu 10 Ağustos’ta seçilemedi ve RTE 12.Cumhurbaşkanı oldu. Yeni Türkiye söylemleri bir hayli arttı. Sizin Yeni Türkiye’den beklentileriniz ne? Ve sizce Yeni Türkiye ne demek?OC Devletler geçmişten günümüze gelen gelenekleri, yaşadığı tarihi olayları, dünyadaki gelişmelere göre aldığı tavırları ile yaşayan, gelişen, geçen yıllar içerisinde değişen bir yapı gösterirler. Ülkemiz neredeyse bir asırlık bir Cumhuriyet ve kurulduğu günden bu yana değişen dünyada elbette ki değişme ve gelişme gösterdi. Fakat devletlerin bazı gelenekleri vardır ki, bazı temel anlayışları, kuruluş felsefeleri vardır ki, bunlar insanın genlerinin değişmesi nasıl ki sonunu getirir, devletlerin de temel anlayışlarının değişmemesi gerekir. Bunları şundan söylüyorum, son yıllarda “değişim” “yenilik” “yeni” kelimeleri içleri adeta boşaltılarak vatandaşlarımıza her şekil ve şartta olumlu bir şey gibi gösterilmekte. Halbuki “Erdoğan değişim anlayışı ve uygulamaları” ilerleme yönünde değil tamamen demokrasimizi ve geleneklerimizi geriye götürür şekilde, kendi iktidarını ortaya koyan, olumsuz yönde bir değişim olarak gerçekleşmekte.Bu gerçekleri ortaya koyduktan sonra net bir şekilde şunu söyleyebiliriz ki, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması, işte kurmaya çalıştıkları kendi anlayışları ve hegemonyalarını ifade eden Yeni Türkiye kavramını ortaya çıkardı.Bir şeyin yenisi varsa, eskisi de vardır. Devletin yenisi olmaz, bazı anlayışlar yenilenir. Ama burada Erdoğan’ın söylediği Yeni Türkiye artık demokrasinin askıya alındığı, hukukun olmadığı, belki seçimlerin bile ilerde yapılmayacağı, özgürlüğün korunmadığı, tek parti, tek anlayış, tek adamın olduğu, rahatça yolsuzluğun hırsızlığın yapıldığı, ülkenin dış ülkelerinin oyuncağı, toprakların ise sömürülme alanı olduğu, kısacası Erdoğan’ın Türkiye’si anlamına geliyor. Bu da bana göre Türkiye’nin bitmesi anlamına geliyor. Dediğim gibi Türkiye tektir, Yenisi olmaz ama benim için Yeni anlayışı Erdoğan’sız ve AKP iktidarının olmadığı bir ülkeyi ifade ediyor.CHP KURULTAYIEK : CHP 5-6 Eylül’de 18.Olağanüstü Kurultayı’nı gerçekleştirdi. Siz de PM’ye adaydınız. 2 aday yarıştı ve kazanan Kılıçdaroğlu oldu. Saadet Partisi’nden gelen Mehmet Bekaroğlu PM’ye girdi. Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay sürecindeki söylem ve hareketlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan sonra CHP’de neler yaşanır? Parti sola mı kayar? Yoksa AKP-HDP Karışımı bir partiye dönüyor kaygısı ne kadar gerçekçidir?OC CHP’nin Kurultay tecrübesi fazladır bilirsiniz. Ben bile 4 yılı aşkın siyasi yaşamımda 1’i Tüzük Kurultay’ı olmak üzere 3 Kurultay gördüm. Açıkçası Kongreler ve Kurultaylar süreçlerini ben pek sevmemekteyim bunu öncelikle söylemek isterim. Her ne kadar sosyal demokrat partiler için Kurultay ve Kongreler kendini kontrol etme, düşüncelerden bir sentez çıkarma ve yenilenme buluşmaları olsa da, Kongreler ve Kurultaylar enerjiyi içe dönük bir hale getirdiği ve maalesef çoğu CHP’linin sadece içteki seçim zaferlerini kazanım olarak gördüğünden bu süreçler benim için aslında çok olumlu gelmemekte.5-6 Eylül’de yapılan 18. Olağanüstü Kurultay’da sizin de dediğiniz gibi ben de Parti Meclisi Üyesi Adayıydım. Bilindiği üzere Üsküdar’da 2 dönemdir İlçe Yöneticiliği yaptım. Gençlik Kollarındaki dönemi de katarsak, 1 Genel Seçim 1 Yerel Seçim ve 1 Cumhurbaşkanlığı Seçimi olmak üzere her türlü seçim çalışmasında ve atmosferinde bulundum, emek verdim. Özellikle hukuki ve siyasi mücadelemi birçok kişi yakından bilmekte. Genç yaşta ve kısa sürede CHP’ye ciddi emekler sarf ettiğimi düşünüyorum. Ayrıca gençliğin dinamizmini içinde taşıyan, iktidar olmak için birçok plan ve projesi olan bir hukukçuyum. Bu sebeple de Parti Meclisi’nin aktif, katılımcı, genç ve kaliteli bir yapıda olması amacıyla ben de taşın altına elimi koymak istedim. Seçimdeki benim sözüm “Muhalefette geçen yaşamımda iktidar olabilmek adına daha çok emek vermek ve daha çok ter dökmek”ti.Bu çerçeve de yaklaşık 2 hafta iyi bir çalışma sergiledik. Tüm Türkiye’ye ulaştık ve sonradan aday olursak iyi bir oy alacağımızı fark ettik. Ankara’ya gidip toplam 4 gün de orada bire bir adaylarla tanıştık, görüştük ve oy istedik. Türlü olumsuzluklara, engellemelere, anahtar listelere rağmen, bir anlamda bağımsız bir aday olarak neredeyse Türkiye’nin her ilinden oy alarak benim için bir birinden değerli 67 oy aldım fakat PM’ye maalesef giremedim. Tabi ki bu bir adımdı, bir başlangıçtı. Gezinin sloganında olduğu gibi “Bu daha başlangıç Mücadeleye devam” dedik. Beni mutlu eden, ülkenin her yerine bu kısa siyasi yaşamımda ulaştığımı görmekti Benim tanışmak isteyen genç kardeşlerim, ağabeylerim bana ulaştı, bazı delegeler Gezi ile ilgili olarak yaptığım suç duyurusunu bilmekteler ki arkamdan Gezi’nin avukatı diye seslenenler oldu. Bir daha ki Kurultay için ben kendi adıma çalışmalarıma aralık vermeksizin devam ediyorum ve arkadaşlarımla bir daha ki Kurultay’a, umarım CHP’nin iktidarında, PM’ye girmeyi hedefliyorum.Diğer yönden CHP’in Kurultay’ına bakarsak, siyasi açıdan birçok tespitte bulunabiliriz. Öncelikle Genel Başkan Adaylarının nezaketi açıkçası çok hoştu. Tabi ki aksaklıklar olur, laflar söylenir ama genel olarak tarafların birbirine saygılı davrandığı bir Kurultay yaşandı.Kurultay’da partinin politikaları, son durumu, siyasi hamleleri, Genel Başkanın tercihleri tartışıldı ve bu sosyal demokrat partilerde olması gereken tartışmalardı. Burada Cumhurbaşkanlığı Seçimlerindeki İhsanoğlu tercihi ya da seçime ilk turda birden fazla aday ile girilmemesi eleştirilere neden olmakla beraber Bekaroğlu’nun Genel Başkanın anahtar listesinde olması da yeni bir tartışma doğurdu.Bunlar siyasi ve şahsi tercihlerdir. Bunlara yönelik olarak tabi ki eleştiriler olacaktır. Zira şahsen ben sağdan oy almaya tamam, ama sağdan siyasetçi devşirmeye karşı olan bir kişiyim. CHP bir kitle partisi, herkes üye olabilir, organlarında görev yapabilir, aday olabilir. Fakat partinin ilkelerine, anlayışına, programına bağlı olmak, sol – sosyal demokrat ilkelere sahip çıkmak şartıyla. Yoksa nasıl ki Ertuğrul Günay AKP’ye geçince solcular AKP’ye oy vermediyse, Bekaroğlu partiye geldi diye sağcılar da CHP’ye oy vermeyecektir. O yüzden alınan kararlara saygı göstermekle beraber ben çözümün sol anlayışta, umudun da solcu siyasetçilerde olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bir de CHP’ye emek veren benim gibi son dönemlerin deyimiyle “partinin öz evlatları”nın partide daha fazla yer bulması gerekmekte. Bu hem bizler için bir hak; hem de CHP’nin geleceği için bir zorunluluktur.Ama son olarak şunu söyleyebilirim ki, partinin soldan uzaklaşmasını kimse sağlayamaz. Tartışmalar, yanlış kararlar olabilir ama partinin kimliği, değerleri ve kurtuluşu, ülkenin kurtuluşunda da olduğu gibi soldadır.ÖCALAN’A AF TARTIŞMALARI, ÖCALAN SERBEST KALIR MI?EK : Yasalar herkese eşittir, sana bana göre yasa olmaz dediniz. Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü yıllardır tartışılan bir konudur. Genel af çıkartılsın deniyor. Bu af Öcalan’ı kapsar mı diye sorulduğunda yasalar herkesi kapsar deniliyor. Af Abdullah Öcalan’ı da kapsarsa siz buna nasıl bakarsınız? Vicdanlar yaralanmayacak mı?OC Buna hukukçu olarak cevap vermek gerekirse mevcut yasalar Öcalan’ın özgür kalmasına izin vermiyor. Dolayısıyla biz her vatandaşa aynı şekilde baktığımızdan şuan için böyle bir ihtimal yok. Bazı hamleler var. Bunların da değerlendirilmesini biz hukukçular ve vatandaş yapacak. Yasalar çıkarsa değerlendireceğiz. Ama böyle bir ihtimal pek görünmüyor. Ben terör sorunu değil de Güneydoğu, doğu olarak bakıyorum olaya. Orada yaşanılan bazı sorunlar var 30-35 yıldır. Böyle bakıldığında, yapılan hamleleri eleştirirken şöyle görüyorum. Aslında, Terörün bitirilmesi için yapılan hamleler eleştirilmiyor. Şu an yapılan şey tamamen siyasi iktidarın kendi geleceklerini devam ettirmek için yaptıkları popülist işbirlikleri olduklarını görüyoruz. Eleştirdiğim nokta işte bu. Burada ne bazı sorunları çözmek ne de terörü bitirmek var. Benim gördüğüm kadarıyla bir grubun diğer grupla Oslo’daki gibi seçimlere endeksli, “seçimlere kadar, seçimlerden sonra, aman şunu yapmayın” tarzında ciddi bir işbirliği var. Burada terörü bitirme, vicdanları rahatlatma, bir kişiyi yargılama gibi bir şey yok. Bu amaçlarda olduğunda bunu başka şekilde konuşabiliriz. Bunun dünyada örnekleri var. İngiltere’de İspanya’da var. Burada önemli olan şey şu; herkes terörü bitirmek istiyor mu? Siyasi iktidar işbirliği içerisine girip önündeki seçimi kazanmaya çalışıyor. Diğer grup biz Amerika’yı Irak’ta nasıl koruduysak burada da AKP’yi koruruz şeklinde ilerliyor. Ama ne oluyor? İki popülist yaklaşımın arasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları eziliyor. Hala Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birçok sorun çözülemedi. Ama baktığınızda birçok kişi sorunu çözmek için çalıştığını söylüyor. Bu sorunları eğer ki çözmek istiyorsak söz vereceğiz. Biz bu masaya çözmek için oturduk, menfaatimiz, popülist yaklaşımımız yok, önümüzdeki seçimler gibi bir hesabımız yok diyeceğiz. Biz ayrılıkların bitmesini istiyoruz. Biz her türlü çatışmanın bitmesini istiyoruz diyeceğiz. Bunu emperyalizmle antiemperyalistlerin çatışması olarak değerlendiriyorum. Birileri silah üretiyor birilerine satıyor. Sonra ötekine de satıyor. İkisine de birbirine vur diyor. Bizim gibi antiemperyalistler bunu anlıyor, bu bizi birbirimize kırdırma, emperyalizme daha fazla para kazandırma oyunudur. Bu coğrafyadaki, petrol, doğalgaz, su oyunudur. Bu oyunda roller taraflar değişiyor ama hikaye aynı. Bunu herhalde önümüzdeki süreç gösterecek.TÜRK BAYRAĞINI İNDİRENLERE POLİSİN MÜDAHALESİEK : Diyarbakır’da başlayan bayrak indirme olayını da konuşalım. Birileri çıkıp bayrağı indiriyor, polis de çıkıp ayağından vuruyor. Sonra deniyor ki bayrağı indiren ruhsal problemi olan birisidir. Polis aşağıdan baktığında bunu fark edebilir mi? Polisin müdahale etmesi, silah kullanması hukuki midir?OC Bayrak bu ülkenin bayrağı, hepimizin bayrağıdır. Her ülkede olduğu gibi bizim bayrağımız da değerlidir. Burada bayrağa, manevi olan değerlere yapılan müdahaleleri ben yanlış buluyorum. Bu cami de olabilir, toprak da olabilir, bayrak da olabilir. Burada Türkiye inen bayrağı tartıştı. Fakat, son yıllarda fiziken inmese de, özellikle dış politikada inen itibar ve karizma kaybını görmedi. Ortadoğu’da Türkiye’ye biçilen rol, projelerin eş başkanlığını üstlenme, sıfır sorun diyerek yola çıkılarak bütün komşularla sorun yaşaması, bölgede istenmeyen bir model durumuna düşülmesi, içeride sürekli yaşanılan sorunlar, Soma vs. Türkiye’nin içte ve dışta karizması ve itibarı zaten aşağıya inmişti. Dolayısıyla bayrağa yapılan müdahaleyi Türkiye’de bozulan düzen, birlik, dirlik olarak bakıyorum. Son 10 yıldır yalpalayan bir ülke görüyorum. Buna müdahale hukuki midir, değil midir noktasında manevi değerlere yapılan hareketlerin yanlış olduğu söylenebilir. Hukuka da aykırıdır. Buna yapılacak müdahale ne olmalıdır bu tartışılır? Polisin silah kullanması gerekir mi? Bana sorarsanız gerekmezdi. Başka türlü bir müdahale ya da müdahalesizlik yapılabilirdi. Tabiî ki engelleme yapılmalıydı. Ama bence silah kullanımı olmamalıydı.EK : Son sözlerinizi alalım.OC Teşekkür ederim. Benim için çok keyifli oldu. Sorular güzeldi. Çetin sorulara maruz kaldık. Umarım okuyanlar da sohbetten keyif alırlar. Türkiye’de artık herkesin özgür bir şekilde birlik, dirlik içerisinde, insan haklarına, hukuka saygılı, herkesin eşit kabul edildiği, ayrılığın olmadığı, gerçekten ekonomik refahın olduğu, bir babanın ya da annenin evine erzağını rahat rahat kendi parası ile götürebildiği, çocuklarıyla ilgilenebildiği, çok yüksek saatler çalıştırılıp sömürülmediği, eve ölmüşçesine gelmediği, emeğin en yüce değer olarak kabul edildiği günler olmasını temenni ediyorum. Ben inanıyorum ve bunun için çalışıyorum. Savaşıyorum.
Konutta Yüzde 15'lik Devlet Desteği Nasıl Alınacak?
Başbakan Ahmet Davutoğlu, 10. Ekonomik Kalkınma Planı'nı açıkladı. Davutoğlu, 'Kıdem tazminatı sisteminde yaşanan sorunların çözümü amacıyla ilgili sosyal taraflarla istişare halinde gerekli mevzuat düzenlemelerini yapacağız. İşsizlik sigortasından yararlanma koşullarını esnetmek ve yararlanma sürelerini arttırmak için mevzuat çalışması yapacağız' dedi. Konutta yüzde 15'lik devlet desteği nasıl alınabilecek sorusu ise bugün yanıt buldu. Bankada açılacak konut hesabına para yatıran kişi 5 yıl sonunda yüzde 15'lik devlet katkısı alabilecek.Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ankara Palas'ta düzenlediği basın toplantısında 10. Kalkınma Planı'nda belirlenen 25 öncelikli dönüşüm programından son pakette yer alan 8 programı ve bunlara ilişkin 380 eylem planını açıkladı. Türkiye’nin 12 yılda olağanüstü bir ekonomik ve paradigma devrimine şahit olduğuna işaret eden Davutoğlu, toplumsal hayatta süreklilik ile değişim unsurlarını göz önünde bulundurmayan hükümetlerin başarılı olamayacağını vurguladı.Hem süreklilik unsurlarıyla ortaya konan politikaların takibinin yapılması hem de dünya şartları içinde reform bilincine dayalı, yaygın ve etkin bir değişim süreci yaşanması gerektiğini ifade eden Davutoğlu, 'AK Parti hükümetlerinin en önemli başarılarından biri sürekliliği durağanlık, değişimi de yapboz tahtasına dönüştürmeme başarısıdır. Süreklilik bir durağanlık değil aksine toplumların hayatında devamlılığı sağlayan bir ilkedir. Reform düşüncesi, değişim ise hayatın getirdiği dinamizmin anlaşılması çerçevesinde bir zarurettir. Bu açıdan 62. Hükümeti kurar kurmaz 12 yıllık birikim üzerinden yeni bir ekonomik hamlenin altyapısını oluşturacak, kapsamlı bir reform çabasını kamuoyuyla kademeli şekilde paylaşıyoruz' diye konuştu.Öncelikli dönüşüm programlarının, özel önemi bulunduğunu, bir omurga teşkil etiklerini dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:'Bu omurga, bizim için önümüzdeki 2023'e kadar olan dönemin temel değişim parametrelerini, reform parametrelerini ortaya koyuyor. Geçen sunumlarda, önce reel sektörle ilgili 8, daha sonra makro ekonomik sektörle ilgili 7 alanda dönüşüm programını açıkladık. Bugün de 8 alanda daha dönüşüm programı açıklayacağız. Bu çerçevede atacağımız adımları tespit edeceğiz. Burada bir hususu dikkatlerinize ayrıca getirmek istiyorum, o da bunun takibi, bu kesinlikle bir şekilde kağıt üzerinde kalacak bir çalışma değil. Takibiyle ilgili en başından taahhütte bulunduk. Takip izleme mekanizmaları da devreye girdi ve 3 ayda bir bürokratik düzeyde takip, 6 ayda bir de Bakanlar Kurulu'na sunum şeklinde takip ve belli aralıklarla benim bizzat kamuoyuna çıkarak, anlatarak ya da Başbakanlık üzerinden, bu daha kısa süreyle olur, bir yazılı sunumla ya da kamuoyunun da önünde, bu, benzeri formatta yapacağımız toplantılarla bunu paylaşacağız.'“Reform programlarının sahiplenilmesi konusunda mekanizma kuracağız”Söz konusu reform programlarının Ankara’da hazırlanıp Ankara’da kalması durumunda istenilen amaca ulaşılamayacağını dile getiren Davutoğlu, şunları kaydetti:'İki yönde bu reform programlarının sahiplenilmesi ve yönetimi konusunda mekanizma kuracağız. Birisi yerele dönük olarak, Kalkınma Bakanlığımızın koordinasyonuyla, önemli vilayet merkezlerimizde, bölgesel merkezlerde, İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da, KOP, DAP, KOP gibi zaten belli çalışmaların yürütüldüğü koordinasyon merkezlerinde, bu programları anlatmak üzere seri çalışma yürüteceğiz. Dolayısıyla yerel aktörlerin, alanda bulunan aktörlerin bu programları benimsemesinin önünü açacağız. Aynı şekilde uluslararası alanda bunların bilinmesi önemli. Ben geçtiğimiz hafta İngiltere’de yatırımcı firmalarla buluştuğumda da bunu fark ettim. Yabancı analistler, buna çok özel önem verdiklerini ortaya koydular ve Türkiye’den daha fazla dikkat çekecek şekilde, bunu dikkatli takip ettiklerini gösterecek şekilde sorular yönelttiler, bu yatırımcılara ne tür imkanlar sunacak gibi.'Davutoğlu, sektörel dönüşüm reform programının uluslararası alanda da tanıtımını yapacaklarını bildirdi. Sadece Avrupa ve ABD’de değil Japonya, Hindistan ve yükselen ekonomik havzalarda da bu tanıtım çalışmalarını yürüteceklerini anlatan Davutoğlu, 'Böylece bir sahiplenme ve bilinme, tanıtım olgusuna dikkat çekeceğiz' dedi.Bugün 8 program açıklayacaklarını belirten Davutoğlu, bunların, “iş gücü piyasasının etkinleştirilmesi programı”, “temel ve meslek becerilerini geliştirme programı”, “nitelikli insan gücü için çekim merkezi programı”, “sağlıklı yaşam ve hareketlilik programı”, “yerelde kurumsal kapasitesinin güçlendirilmesi programı”, “rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren kentsel dönüşüm programı”, “kalkınma için uluslar arası işbirliği alt yapısının geliştirilmesi programı” ve “kayıt dışı ekonominin azaltılması programı” olduğunu bildirdi.8 yeni program 380 eylem planından oluşuyorSöz konusu 8 programın 380 adet eylemden oluştuğunu kaydeden Davutoğlu, “Daha önce açıkladıklarımızla bu, bin 350 eylem planını barındırıyor. Böylece bütün toplum katmanlarına yayılan kapsamlı bir dönüşümü gerçekleştirmeyi ümit ediyoruz” ifadesini kullandı.Davutoğlu, “İş Gücü Piyasasının Etkinleştirilmesi Programının” hedef kitlesinin işsizler, iş gücü piyasası dışında kalan kadınlar, kayıt dışı çalışanlar ve işverenler olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:“Dolayısıyla bu programla hedefimiz, işsizliğin azaltılması, kadınların iş gücü piyasası katılımının teşviki, kolaylaştırılması ve kadınların bu anlamda kariyerle aile arasında tercih yapmak zorunda kalmalarının önüne geçilmesi ki bununla ilgili başlı başına bir açıklamada bulunduk. İş gücü piyasasını daha etkin hale getirmeyi, nitelikli ve insana yaraşır istihdamı artırmayı, işsizliği azaltmayı ve iş gücü verimliliğini yükseltmeyi amaçlıyoruz. Program döneminin sonunda yani 2018 sonunda, kadınların iş gücüne katılımı ve istihdam oranlarını her yıl ortalama 1 puan artırmayı, esnek çalışma biçimlerini ki çocuk sahibi kadınlarımızın böyle kısmi zamanlı çalışmalarıyla ilgili daha önce açıklamalarda bulunduk, esnek çalışma biçimlerini yaygınlaştırmayı ve istihdam teşviklerinin etkinliğini artırmayı planlıyoruz.”“Kadın erkek fırsat eşitliği bilincini artırmaya yönelik etkinlikler yapacağız”“İş Gücü Piyasasının Etkinleştirilmesi Programının” 43 eylem planından oluştuğuna dikkati çeken Davutoğlu, şunları söyledi:“Bunların arasında dikkat çekici olanlardan bazıları şunlar; kadın girişimciliği programını hazırlayarak, uygulamaya koyacağız. Girişimciliği, özellikle kadın girişimciliği teşvik etmek için. Çalışanların ve işverenlerin kadın erkek fırsat eşitliği bilincini artırmaya yönelik etkinlikler yapacağız. Nasıl anne ve baba, kız ve erkek çocukları arasında ayrım yapmaz, gerçek anne babaysa bu muhabbeti hepsine aynı ölçüde hisseder, devletin ve kamunun da kadınlar erkekler arasında ayrım olmaksızın bir eşitsizlik olmaması için fırsat eşitliği bilincini artıracak çalışmalar yapacağız. Aktif iş gücü programlarına ilişkin bir izleme ve değerlendirme sistemi kuracağız. Bu çok önemli. Programlarını takibini 81 il düzeyinde gerçekleştireceğiz. Yani nüfus dinamizmimiz, bizim her bölgede farklı, ya daha genç nüfusa sahip olan şehirlerden büyük şehirlere akım oluyor ya da orada o şehirde olmuyorsa bu akım o şehirde bir işsizler ordusu doğuruyor. Aktif iş gücü programlarına ilişkin bu anlamda hem izleme hem mümkün olduğu kadar yerinde istihdamı gerçekleştirmeye çalışacağız. Özel politika gerektiren gruplar için yeni program, proje ve uygulamalardan yararlanan kişi sayısını artıracağız. Uzaktan eğitim sistemini kuracak ve sisteme işlerlik kazandıracağız.”Kıdem tazminatı sistemiKıdem tazminatı sisteminde yaşanan sorunların çözümü için ilgili sosyal taraflarla istişare içinde gerekli mevzuat düzenlemelerini yapacaklarını bildiren Davutoğlu, şunları kaydetti:“Bu da çok uzun süredir gündemimizde olan konu. Bununla ilgili etkin ve herkesle istişare içinde bir politika gerçekleştireceğiz. İşsizlik sigortasından yararlanma koşullarını esnetmek ve yararlanma sürelerini artırmak için mevzuat çalışmaları yapacağız. Mevcut esnek çalışma sistemlerini daha güvenceli hale getirecek yeni esnek çalışma sistemlerini içeren mevzuat çalışması yapacağız. Esnek çalışma, belli şartlarda işverenle işçinin buluşmasını temin eden ve bir anlamda iki tarafa da esneklik getirmek suretiyle verimliliği artıran bir alan ama bunun iyi düzenlemesi halinde istismarlara yol açabilecek alan. Dolayısıyla bunun mutlaka en iyi şekilde bir sistem içinde düzenlenmesine özen göstereceğiz.”'Faiz oranlarının düşmesi zaten beklenen bir gelişmeydi'Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'nın dünkü açıklamaları ve faiz oranlarına ilişkin düşüncelerinin sorulması üzerine Davutoğlu, Merkez Bankası'nın kendi değerlendirmelerini yaparak, faiz oranları ve enflasyon konularında açıklamalarını yaptığını ifade etti.Hükümet kurulduktan sonra, gerek Başçı ile yaptığı görüşmede gerekse de Merkez Bankası'nda aldığı brifingde kanaatlerini paylaştıklarını hatırlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:'Dün de Sayın Başçı'nın söylediği gibi Merkez Bankası bağımsız olmak üzere, hükümete ve Başbakan'a bir danışmanlık verir. Ekonominin genel performansı itibarıyla böyle bir rolü de vardır. O yüzden Bakanlar Kurulunu yılda iki kez bilgilendirir. Bunu tamamen birbirinden kopuk mekanizmalar olarak görmek yanlış. Biz de her zaman kanaatlerimizi kendisiyle paylaştık. Davos'ta da yine bir görüşme yaptık. Düşüncelerini ve bu perspektifte yaklaşımını ortaya koydu, biz de kanaatlerimizi paylaştık. Önemli olan burada en doğru kararları, dünya ekonomisi ve Türkiye ekonomisinin gelişim seyrinde en doğru zamanda alabilmek.'Bu bakımdan, enflasyondaki düşüş ve dünya ekonomisindeki genel trend göz önüne alındığında faiz oranlarında düşmenin, zaten beklenen bir gelişme olduğunu belirten Davutoğlu, siyasi istikrarın da faiz oranlarını etkilediğini söyledi.Başbakan Davutoğlu, siyasi istikrarsızlık olan ülkelerde faizlerde çok ciddi sıçramaların yaşandığına işaret ederek, şöyle devam etti:'Türkiye'de özellikle 2 seçim sonrasında 2014 yılında siyasi istikrarın, 62. Hükümetle birlikte bir anlamda görev değişiminden sonra çok güçlü bir şekilde devam etmesinin bizatihi kendisi bile faiz oranlarını etkileyen, istikrarı yansıtan bir husus. Dolayısıyla daha önceden de böyle bir faiz indirim beklentisi bizim açımızdan vardı ve bunlar, tamamen teknik düzeyde her zaman yaptığımız görüşmelerde ifade edilmiştir. Merkez Bankası'nın enflasyonu kontrol altında tutabilmek ve fiyat istikrarı konusundaki kaygıları da göz önünde bulundurarak takip ettiği bir politika vardır. Son faiz indirim kararı doğru bir karardır, Sayın Başçı'nın dün yaptığı açıklama doğru yönde atılan bir adımdır.''Doğru zamanda doğru kararı almak gerek'Göstergelerin artık çok dinamik seyrettiğini belirten Davutoğlu, toplantı için 1 ay beklemek yerine gerektiğinde olağanüstü, öne alınmış toplantılarla piyasanın nabzını, ekonominin trendini doğru takip edip, doğru zamanda doğru kararı almak gerektiğini ifade etti.Bunun bir tabu olmadığını vurgulayan Davutoğlu, 'Şu günde toplanacak, şu günde karar alınacak diye... Sayın Başçı'nın açıklamasıyla, 'toplantı daha erkene alınabilir' demesi ve 'bu konuda karar alınabilir' demesi doğru bir açıklamadır. Bu konulardaki beklentinin ne olması gerektiğini de biz kendileriyle de konuşuruz, ekonomik değerlendirmeler yaparız ama kamuoyunun özellikle ekonomik istikrar konusunda hiçbir tereddüdün olmaması önemli' diye konuştu.Türkiye'nin rasyonel bir ekonomik anlayış içinde atılması gereken adımları atma konusunda AK Parti döneminde bir tecrübe ve birikim kazandığını vurgulayan Davutoğlu, daha önceki istikrarsızlıkların hiçbir zaman kendi dönemlerinde görülmediğini bildirdi. Davutoğlu, 'Bu çerçevede önümüzdeki günlerde, haftalarda yapılacak toplantılarla faiz oranlarının daha aşağı inme, daha aşağı bir trende doğru yönelmesi beklentisi hepimiz için söz konusudur. Bu yönde bir eğilim ve bu yönde bir karar alınacağı düşüncesindeyim ama Merkez Bankası kendi çalışma sistemini bu anlamda uygulayacak' ifadelerini kullandı.Gayrimenkul projeleri kira sertifikalarıGayrimenkul sertifikası ve sukukla ilgili soruyu da yanıtlayan Davutoğlu, bunların menkul ve gayrimenkul değerler arasında çok sağlıklı bir ilişki kurmakla ilgili olduğunu ifade etti.Davutoğlu, bu ilişkinin farklı araçlarla sağlanabildiğinin altını çizerek, bu konuda çalışmalarını yaygınlaştırarak, daha özgün, Türkiye'nin şartlarına uygun ve halkın daha fazla itibar edeceği her türlü finansal yöntemi kullanmaya kararlı olduklarını bildirdi.Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da bu konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunarak, kira sertifikasının bir varlık üzerine kurulan bir enstrüman olduğuna dikkati çekti.Gayrimenkul projeleri üzerine kurgulanmış kira sertifikalarının dünyada gittikçe yaygınlaştığını vurgulayan Babacan, Türkiye'de de inşaat sektöründe finansal amacıyla gayrimenkul projeleri üzerine üretilmiş kira sertifikalarının yaygınlaştırılmasını istediklerini belirtti.Babacan, bunun küçük küçük örneklerinin de başladığını ifade ederek, 'Şu anda katılım bankaları üzerinden yürüyor. Ama bunun her zaman için inşaat şirketlerinin kendi üretecekleri kira sertifikaları ile yapmaları da ileride mümkün olabilecek' diye konuştu.Sosyal yardım ile istihdam arasında irtibat kurulacakBaşbakan Davutoğlu, iş dünyasının temsilcileriyle yaptıkları görüşmelerde, artan sosyal yardımların istihdamı bazen olumsuz etkilediğinin ve çalışacak insan bulmakta zorluk çekildiğinin kendilerine aktarıldığını belirterek, 'Bu anlamda sosyal yardım ve istihdam arasında irtibat kurup, sosyal yardımların istihdamı teşvik edici şekilde kullanılması, yoksa 'nasıl olsa ben şu kadar sosyal yardım alıyorum, çalışsam bunu alamayacağım, çalışmaktansa sosyal yardım alan kesim içinde bulunayım' şeklindeki bir kanaat, çok dinamik bir insan gücünü, iş gücü piyasasının dışında tutuyor' diye konuştu.İşkur'a kayıt edilen sosyal yardım yararlanıcılarına bilgilendirme ve danışmanlık hizmeti sunacaklarını bildiren Davutoğlu, şöyle devam devam etti:'Çalışabilir durumdaki sosyal yardım alanlar için istihdama kazandırıcı faaliyetlere katılmaları şartıyla, işsizlik yardımı ve benzeri özendirici yardım programları geliştireceğiz. Sosyal yardım alanların özel sektörde istihdamı halinde, sosyal güvenlik primi işveren payında teşvik getireceğiz. Mevcut istihdam teşviklerinin yetki analizi çalışmalarını yapacağız. İstihdamla ilgili bütün bu sektörel dönüşüm programlarından bağımsız olarak istihdamla ilgili, işsizlikle mücadeleyle ilgili ayrı bir çalışma ekibi kurma talimatı vermiştim. Bu çerçevede yapılan çalışmayı aynen aile ve nüfus dinamizmini koruma sunumu gibi kamuoyumuza önümüzdeki bir veya iki hafta içinde paylaşacağız. İstihdam bizim için hayati konudur.'İkinci programın 'Temel ve Mesleki Becerileri Geliştirme Programı' olduğunu belirten Davutoğlu, burada da çalışma hayatı, yabancı dil, finansal okur yazarlık, problem çözme, iletişim, liderlik, kariyer planlama gibi temel becerileri geliştirmenin yer aldığını anlattı.Davutoğlu, Türkiye'de meslek sahibi olmanın belli bir ihtisas alanında diploma sahibi olmak şeklinde algılandığına dikkati çekerek, 'Halbuki o diploma, iş becerisini teminat altına alan bir belge değil. O diploma belli bir eğitimin tamamlandığı anlamına gelen belgedir. Burada yapmamız gereken o diplomayı çalışma hayatında pratik uygulamada, daha etkin daha anlamlı bir yere nasıl oturtacağız? Onun için de ek bazı çalışmalar yapmak gerektiği kanaatindeyiz' dedi.İnsanın iş hayatı dışındaki sağlığı, tatmini ve mutluluğu açısından sanatsal ve sportif becerilere sahip olmasının da önemli olduğunu değerlendiren Davutoğlu, bu programla eğitimin tüm kademelerinde temel becerilerin ağırlığını artırmayı planladıklarını dile getirdi.'Meslek liselerini, iş dünyasıyla buluşturacağız'İş gücü piyasası ile eğitim sistemi arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlayacaklarını açıklayan Davutoğlu, bunların birbirlerine hiç değmeyen iki ayrı alan gibi göründüğünü söyledi.Başbakan Davutoğlu, uygulamalı eğitimi yaygınlaştırarak, okul ve iş dünyası arasındaki işbirliğini güçlendireceklerini vurgularken, Konya'da Ayakkabıcılar Sitesi'ninin Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde açtığı meslek lisesini örnek verdi.Sitenin ayakkabı endüstrisi neyi gerektiriyorsa ona göre tanzim edildiğini ve buradan mezun olanların da hemen iş bulabildiklerini anlatan Davutoğlu, meslek liselerini iş dünyası ile yeni bir reformla, uygulamalı ve iş dünyasının da fiilen ve maddi olarak katkıda bulunduğu bir alan haline dönüştürmenin şart olduğunu kaydetti.Ahmet Davutoğlu, 'Özellikle mesleki eğitimde özel sektörün rolünü güçlendirecek, odalar ve borsalara çok daha fazla sorumluluk vereceğiz. İş dünyası da bunu benimsiyor. Onlar için de ara eleman bulma konusunda en kolay yöntem' değerlendirmesinde bulundu.Three master yaygınlaşacakİş gücü piyasası ihtiyaç analizlerini etkinleştirerek, mesleki eğitimleri iş gücü piyasasının taleplerine göre planlayacaklarını ifade eden Davutoğlu, 'Üniversitelerde, bir dönem uygulamalı iki dönem akademik eğitim içeren 'three master', yani iki sömestr yerine üç sömestr uygulamalarını yaygınlaştıracağız' şeklinde konuştu.Başbakan Davutoğlu, tatili ortadan kaldırmayı düşünmediklerini, tatil içinde de bir anlamda sosyal uyum olarak değerlendirilebilecek bir düzenleme planladıklarını dile getirdi.Fabrikaların sektörlerine göre özel mesleki veya teknik eğitim okulları açabilmeleri için de düzenleme yapacaklarını bildiren Davutoğlu, mesleki okulların atölye ortamlarını da sektörel bazlı iyileştireceklerini ifade etti.Mesleki ve teknik eğitim okul yönetim modelini geliştireceklerinin, yerel yönetim ve sektör temsilcilerinin katılımlarını da sağlayacaklarının altını çizen Davutoğlu, bunun hayati önemde olduğunu söyledi.Başbakan Davutoğlu, eğitimin tüm kademelerindeki müfredatı, temel becerileri içerecek şekilde güncelleyeceklerini de açıklayarak, 'Ortaokul ve liselerde bireysel yeteneklere göre öğrencileri yönlendirebilecek bir rehberlik sistemi oluşturacağız. Şu anda da var. Fakat bireysel yeteneklere göre ayarlanmış değil' diye konuştu.Hayat boyu öğrenme merkezleri olacakYetişkin nüfusun temel beceriler kazanmasına yönelik programları yaygınlaştıracaklarını belirten Davutoğlu, halk eğitim merkezlerini, hayat boyu öğrenme merkezlerine dönüştüreceklerini bildirdi.Genç iş gücünün İşkur faaliyetlerine erişimini arttıracaklarını vurgulayan Davutoğlu, üniversitelerde İşkur noktalarının yaygınlaştırılacağını kaydetti.Davutoğlu, 'Eğitim müfredatını her gence en az bir sanat veya spor dalında performans becerisi kazandıracak şekilde güncelleyeceğiz. Sanat ve spor genelde eğitimin bir parçası gibi görünmüyor' açıklamasında bulundu.Başbakan Davutoğlu, eğitim dışındaki bu alanların da insanı en az eğitim kadar geliştireceğine dikkati çekerek, mesleki eğitim alanında AB ile tam uyumu öngören yeterlilikler çerçevesini oluşturacaklarını ve uygulanması noktasında gerekli mevzuat değişikliklerini yapacaklarını da belirtti.Tersine beyin göçü...Üçüncü programı, 'Nitelikli İnsan Gücü için Çekim Merkezi Programı' olarak açıklayan Davutoğlu, şöyle konuştu:'Bu, beyin göçü de diyebileceğimiz bir alan. Yükselen bütün ülkelerde tarih boyunca ya da medeniyetlerde mutlaka gözlenen bir husus. Yükselen medeniyet merkezlerine doğru nitelikli insan gücü artar, düşen yerlerden de artar. İstanbul'un fethinden sonra, Fatih Külliyesi'ne baktığınızda bütün Semerkand'dan Ali Kuşçu'nun gelişi, Kahire'den, Bağdat'tan insanların ilim için veya saygı görmek için İstanbul'a akışları bir örnektir. Aynı şekilde, 2. Dünya Savaşı'nda, hatta 19. yüzyılın sonlarında ABD'ye dönük olarak, Avrupa'dan önemli akademisyenlerin, önemli ailelerin göç edişi. Amerikan kültürünün 19. yüzyıldaki oluşumunun arkasında bu göç hareketi vardır. Hatta 2. Dünya Savaşı'nda Almanya'yı bombalayan Amerikan uçaklarının Nazi'lere karşı Heidelberg'e dokunmaması ve oraya özellikle saygı göstermelerinin sebeplerinden biri Heidelberg Üniversitesi'nden gelenlerin Amerikan üniversitelerine yaptığı katkıdır. Özellikle son dönemde gördüğümüz eğilim, Türkiye'den 28 Şubat şartlarında kaçan akademisyen ve nitelikli insan gücü, darbe dönemlerinde, 12 Eylül'de de olmuştur üniversiteden atılan öğretim görevlileri çoğu yurt dışında iş bulmak için çaba sarf etmiştir. 28 Şubat'ta da olmuştur.''Şimdi tersine yurt dışında iyi eğitim görmüş insan unsurumuz Türkiye'ye dönmeye çalışıyor' diyen Başbakan Ahmet Davutoğlu, 'Ortadoğu ülkelerindeki, Ukrayna'daki istikrarsızlık da yine Türkiye'ye dönük kaliteli insan unsurunun, sadece mülteciler şeklinde değil, kaliteli insan unsuru 'daha iyi şartlarda bilim hayatını nasıl varlığımı sürdürebilirim' kaygısını taşıyor. Burada bizim çekim merkezi oluşturmamız, en kaliteli insan unsurunu, Türkiye'nin üniversitelerinde bulundurması önem taşıyor' görüşünü paylaştı.
Kuzey Kore Hükümetine ‘İnsanlık Suçu’ Suçlaması
BM yetkilileri, Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’a hitaben yazdıkları mektupta, Kuzey Kore hükümeti tarafından yürütülen sistematik işkencelerin ‘insanlık suçu’ kapsamına girdiğini ve kendisi dahil Kuzey Koreli yetkililerin söz konusu suçlardan yargılanabileceğini söyledi.BM yetkililerinin, 1 yıldır süren araştırmaları neticesinde yazdıkları rapora göre, Kuzey Kore’de siyasi mahkumlara yönelik yürütülen sistematik işkence, öldürme, aç bırakma gibi yöntemler Nazi Almanyasını aratmıyor. Kuzey Koreli mahkumların tanıklıklarına dayanarak yazılan rapora göre, mahkumların maruz kaldığı işkenceler hükümet tarafından sistematik olarak yürütülüyor. Kuzey Kore hükümetinin, son 50 yıl içinde siyasi mahkumları maruz bıraktığı işkence ve idamların ‘soykırım’ kapsamına da girebileceğini söyleyen BM yetkilileri, Kim Jong Un ve Kuzey Koreli yöneticilerin yargılanabileceklerini belirtti. BM yetkilileri, uluslararası kamuoyunu da Kuzey Kore’de işlenen insanlık suçlarına duyarlı olmaya çağırdı.Zete
'Kavgam' Almanya'da Yeniden Basılacak mı?
2015 yılı sonunda telif hakkı süresi dolacak “Kavgam”ın Almanya’da yeni basımının yapılıp yapılmayacağı tartışılıyor Art Daily'de yer alan habere göre, resmi olarak Münih’te ikamet ettiği için Hitler’in ölümünden sonra “Kavgam”ın haklarına Bavyera eyaleti sahip oldu ve 69 yıl boyunca kitabın yeni baskısının yapılması engellendi. 2015 yılı sonunda, Hitler’in ölümünün üzerinden 70 yıl geçmiş ve kitabın telif hakkı süresi dolmuş olacak. Yetkililerin dün yaptığı açıklamaya göre Almanya, Hitler’in manifestosu niteliğindeki “Kavgam”ın yayın yasağının devam etmesini istiyor. Ülkenin 16 bölgesel eyaletinden gelen adalet bakanları, telif süresi dolduktan sonra da 1924 tarihli kitabın yeni baskılarının engellenmesi konusunda anlaştı. Rügen adasında yapılan iki günlük toplantıda adalet bakanları, “Kavgam”ın açıklamasız baskılarının, telif süresi dolduktan sonra engellenmesi konusunda görüş birliğine vardı. Buna karşın Bavyera, Münih Çağdaş Tarih Enstitüsü’nün kitabın “ticari olarak ilgi çekici olmayan” akademik versiyonunu yayımlama planlarına destek çıkıyor. Bavyera Adalet Bakanı Winfried Bausback konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Almanya’nın unutmaması gereken tarihi bir sorumluluğu' olduğunu hatırlattı ve yönetimin bu “insanlık dışı” kitaba nasıl müdahale edeceğini bütün dünyanın yakından izlediğini ifade etti. Almanca konuşulmayan ülkelerde “Kavgam”ın birçok yeni baskısı yapıldı ve e-kitap versiyonu bazı çok satanlar listelerinin en üst sıralarına yerleşti. Bu kadar ulaşılabilir olmasına rağmen yine de Almanya’da kamuya açık hale gelmesinin kitabın Neo-Nazi edisyonlarında patlamaya yol açacağından çekinen büyük bir kitle var. Hitler “Kavgam”ı 1923 yılında hapishanedeyken yazdı ve iktidara geldikten sonra, kitabın milyonlarca kopyası yayımlandı. 1936 yılında Nazi yönetimi yeni evlilere, düğün hediyesi olarak kitabın kopyasını veriyordu.Milliyet
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Pazar günü Hürriyet'in şehir baskılarının manşeti şöyleydi: “Suriyelilere vatandaşlık müjdesi...”Bu söz Cumhurbaşkanı’nın ağzından verilmiş.Tabii ki “Suriyelilere müjde...”Tamam da “Bütün Türk vatandaşlarına da müjde mi...”* * *Emin değilim...Gidip vatandaşa sormak lazım.* * * Biliyorum şunu diyeceksiniz...“Vatandaş zaten AKP’ye temsil yetkisi vermiş...”O zaman bir vatandaş da çıkar der ki:“Kardeşim 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerine giderken bu ülkede 2.5 milyon Suriyeli göçmen vardı. Peki ama seçim bildirgesinin hangi satırında 2.5 milyon insana vatandaşlık vereceğin, her şeyine ortak edeceğin vaadi vardı...”
Altın Yüklü Efsane Nazi Treninin Yeri Tespit Edildi
Polonyalı yetkililer, İkinci Dünya Savaşı sırasında kaybolduğuna inanılan altın, mücevher ve silah yüklü efsane Nazi treninin yerini tespit ettiklerini söylediler.Kültür Bakan Yardımcısı Piotr Zuchowski, yer altını görüntüleyebilen radar cihazlarlarından elde ettikleri veriler sonrasında trenin güneybatıdaki Walbrzych kentinde gömülü olduğuna “yüzde 99” emin olduğunu söyledi.Piotr Zuchowski’ye göre, radar görüntüleri, zırhlı trenin üzerine silahların monte edildiğine işaret ediyor.Trenin yerini açıklamayan Zuchowski, bu “olağanüstü keşfin” yağmalanan sanat eserleri ve Nazi arşivlerine ışık tutmasını umduğunu söyledi.'Ölmek üzere olan biri ihbar etti'Kültür Bakan Yardımcısı, bubi tuzağı olabileceği endişesiyle hazine avcılarını trene yaklaşmamaları konusunda uyardı.Zuchowski, trenin yeriyle ilgili bilgiyi ölüm döşeğindeki bir kişinin verdiğini tahmin ettiklerini söyledi.Bu kişinin efsane trenin gizlenmesinde rolü olduğu düşünülüyor.Bu ayın başlarında bir Polonyalı ve bir Alman vatandaşı avukatları aracılığıyla Walbrzych makamlarına başvurarak treninin yerini bildiklerini söylemişlerdi. Image caption Kültür Bakan Yardımcısı Piotr Zuchowski trende bubi tuzağı olabileceğini söylüyor.
Hitler'in Kabusu Dev Makineler!
Yerin kat kat altında bulunan, Hitler'in tüm hayallerini yıkan bu dev makineler, göreni şaşırtıyor!A.B.D.'nin New York şehrinde bulunan ' Grand Central Terminal 'in 10 kat altında , neredeyse terminalin kendi kadar büyük bir gizli yer altı odası bulunuyor. Bu odanın içerisinde ise, Nazilerin İkinci Dünya Savaşı'nda yok etmek istedikleri iddia edilen dev makineler var.Odada 9 adet bulunan bu makinelerden her biri 15 ton ağırlığındaki devir hareketli çeviriciler. Bu makineler, 11.000 volt alternatif akımı, doğru akıma çevirerek üzerlerinde bulunan tüm tren hattı için gerekli enerjiyi elde etmektelerdi. Science Channel'ın açıklamasına göre, bu makineler bir dönem, bütün kuzey doğu A.B.D.'nin tren ve metro hattının kalbi konumundalardı.A.B.D. İkinci Dünya Savaşı'na katılma kararı aldığında, Hitler, gizli tutulan bu odayı öğrendi ve önemini fark ederek, odayı yok etmeleri görevi ile Nazi askerlerini oraya gönderdi. Askerlerin bütün yapması gereken, makinelerin üzerlerine kum atmaktı ve böylelikle kuzey doğu A.B.D.'deki asker ve mühimmat aktarımının %80'i duracaktı. Bu durum karşısında da A.B.D. savaşa katılamayacak veya katılması ertelenecekti. Ancak, bu Nazi askerleri görevlerini yerine getirmeyi başaramadılar.Kim bilir, belki de bu askerler başarılı olsa idi, şu anda çok daha farklı bir dünyada yaşıyor olabilirdik.