onedio
Görüş Bildir

Sevan Nişanyan Haberleri

Sevan Nişanyan ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Sevan Nişanyan ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Hapisteki Yazar Sevan Nişanyan'a Sürgün
İki yıllık cezasını çekmek üzere 2 Ocak'ta Torbalı Açık Cezaevi'ne giren gazeteci-yazar Sevan Nişanyan, Buca Kapalı Cezaevi'ne nakledildi. Sürgün gibi naklin sebebi olarak ise Nişanyan'ın Cezaevinden yazdığı bir mektup olduğu öne sürüldü. Gazeteci yazar Nişanyan, Şirince'de yaptığı otel inşaatlarına kaçak yapı eklediği gerekçesiyle iki yıl ceza almıştı. 2 Ocak'ta Torbalı Açık Cezaevi'ne giren Nişanyan, önceki akşam saatlerinde Buca Kapalı Cezaevi'ne nakledildi. CNN Türk
Sevan Nişanyan'ın Yeni Kitabı 'Ağır Kitap' Çıktı
Yazar Sevan Nişanyan’ın yeni kitabı propaganda yayınlarından çıktı T24 Yazar Sevan Nişanyan’ın yeni kitabı “Ağır Kitap” çıktı. Propaganda yayınlarından çıkan kitap hakkında 'Son beş yılda ne kadar çok yazı yazmışım' diyor Nişanyan. 'Ağır Kitap' yaklaşık 4 aydır cezaevinde bulunan yazarın siyaset, tarih ve din üzerine yazdıklarının bir derlemesi, niteliğinde. “Ağır Kitap”ta yer alan yazıların bir kaçı haricinde ilk kez yayımlanmakta. Nişanyan’ın kaçak inşaat yaptığı gerekçesiyle 2 yıl hapis cezası almasının ardından cezaevinden yazdığı mektup şöyle:
Ali Nesin: 'AKP Türk Halkını Anladı'
Abbas Güçlü ile Genç Bakış’a konuk olan, Türkiye’nin yaşayan en ünlü matematikçisi Prof. Dr. Ali Nesin, AK Parti’den, babası Aziz Nesin’e, seçimlerden, matematiğe birçok konuda gençlerin sorularını yanıtladı, çok çarpıcı açıklamalar yaptı. VATANDAŞ ESKİ REJİMİN GERİ DÖNMESİNDEN KORKUYOR, HAKARETE UĞRAMAK İSTEMİYOR Bu seçimlerden çıkan sonuç şu ki; Türk halkının yolsuzluk gibi bir sorunu yok. Birileri yolsuzluk yapmış filan, Türk halkının umurunda değil. İkincisi Türk halkı eski rejimden çok şikayetçi. Eski rejim geri dönecek diye çok korkuyor ve o dönmesin de ne olursa olsun diyor. Eski rejim dediğim Kemalist rejim. Tek parti döneminden 2000’li yılllara kadar devam eden, çoğunlukla beyaz Türk’e hizmet eden ve belirli bir kalıba girmiş vatandaş isteyen rejim. Vatandaş hakarete uğramaktan, türbanlıların üniversiteye girememesinden çok korkuyor ve artık jandarmadan, devletten korkmak istemiyor. İKTİDAR MATEMATİĞİ DİĞERLERİNDEN DAHA İYİ BİLİYOR Belli ki iktidar matematiği diğerlerinden daha iyi biliyor. Siyasette bazı şeylerin içindeyim. Binde bir oy alan sol partiler ben kimden oy alacağım, en fazla oyu hangi kesimden çıkaracağım, benim amacım nedir, neyi hedefliyorum diye düşünmüyor. Siyasi partilerin çoğu herkesten oy almak istiyor. Bu olmuyor. AKP belli bir kesimden oy aldı, yavaş yavaş çapını genişletti. Bu da herhalde bir mantık ve matematik. AKP TÜRK HALKINI ANLADI Eskiden araba yoktu, buzdolabı yoktu, köylerde elektrik yoktu. Bugün köylere bakın apartmanlar var, oralarda benim zamanımda buzdolabı olmayan köylüler oturuyor. Paralandılar. Artık hakaret görmek istemiyoruz diyorlar. Artık iktidarda, hükümette payımız olsun diyorlar. Sevin ya da sevmeyin gerçek budur. Ve istenecek oy da onlardan alınacaktır. Ya darbe yaparsın, ya da oyla gelirsin. Oyla gelmek istiyorsan eğer, oy istediğin halka hakaret etme hakkın yoktur. Yapılan şey budur. Zamanında Alevilere hakaret edilmiştir, Müslümanlara hakaret edilmiştir, solculara, Kürtlere hakaret edilmiştir. Demokraside bunları yapamazsın. Bunu anlayacaksın. AKP bunu anladı ve başa geldiler. Gördüğünüz gibi Türk halkı da her şeye rağmen bir defa daha onları seçti. BABAM BU HALK İÇİN ÇOK ÇEKTİ AZARLAMAYA HAKKI VAR Babamın meşhur yüzde 60 sözünün aslı aslında yüzde 92.5. O da Evren anayasasına evet diyenlerin yüzdesi. Ama Türk halkını sevdiği için indirim yapmıştı. Babam Türk halkı için çok çekmişti. O yüzden böyle bir azara hakkı vardı. Bu sözü söylediği için babama çok davalar açıldı o dönem. O da yahu dava açmayın, olur da kazanırsam eğer Türk halkının aptallığı mahkemelerce tescil edilmiş olacak diyordu. BABAM BANA DA APTAL DEDİ Babam bu sözü söylediği sıralar bizim de Sevan Nişan ile birlikte Konya’da orduyu isyana teşvikten davamız vardı, ben de Ankara’dan bu dava için Konya’ya gidecektim. Babam da gelecekti. Beni aradı ve evden bir çanta getirmemi istedi, aman sakın unutma ve kaybetme dedi. Merak etme baba dedim. Kalacağımız oteli de söyledi, sözleştik. Ben çantayı aldım, Konya’ya gittim. Otelin adını unutmuştum. Başka bir otelde kaldım. Sabah babamla mahkemede buluştuk. Otelin adını unuttum başka bir otelde kaldım dedim. Çanta nerede dedi? Otelde unuttum dedim. Hangi otelde kalıyorsun dedi, otelin adını unuttum dedim. Ah benim aptal oğlum dedi. Babam nasıl en sevdiği oğluna aptal dediyse Türk halkına da aptalsınız demiştir. DERSHANELERİN KALDIRILMASI FİKRİ BAŞARILI OLAMAZ Ben sınavlara da dershanelere de karşıyım ancak demokrasinin d’si olan bir ülkede arz ve talep olan bir şeyi yasaklayamazsın. Başka türlü yaptığın zaman diktatör olursun. Her ne kadar dershanelere karşı olsam da böyle bir kararı doğru bulmuyorum ve başarılı olacağına inanmıyorum. BUGÜN HÜKÜMETİN DEDİĞİ HERŞEYE HAYIR DERİM O zamanki koşullar olsa bugün de yetmez ama evet derim. Ama bugün için herhalde hükümetin dediği her şeye hayır derim. Çünkü hükümet değişti. SOSYAL MEDYA YASAKLARI REZALET Sosyal medyayı seviyorum. Son dönemdeki sosyal medya yasakları rezalet. HÜKÜMETLERİN GENÇLERİ BİÇİMLENDİRMEYE HAKKI YOK İçki yasağı olacak iş değil. Doğru değil. 18 yaşını geçmiş biri istediği gibi yaşayabilir. Bu ülkede bütün hükümetler kendilerini, gençleri biçimlendirmekle yükümlü zannediyorlar. Okullarda, kitaplarla, öğretmenlerle onları dindar, Kemalist, ülkesini seven vatandaş yetiştirecek. Hakkı yok buna. TÜRKİYE ZENGİNLEŞTİ Türkiye eski Türkiye değil, benim çocukluğumdaki Türkiye değil. En azından bugün insanlar açlıktan kırılmıyorlar. Türkiye zenginleşti. Sosyal bir problem var tabii ki; bu zenginlik paylaşılamıyor. Ama Türkiye benim çocukluğuma nazaran yüz kat daha zengin bir ülke. SINAVLARA KARŞIYIM Ben bu yapılan sınavlara karşıyım. Sınavlar hiç olmasın. Rezalet bunlar. Ama eğitim sistemi merkezi olduğu sürece, devlet kendinden başka kimseye güvenmediği sürece bunlar yapılmak zorunda. Bir yandan da bakıyorum Türkçe, matematik sorularına filan, çok akıl çalıştıran, olağanüstü sınavlar. Ama maalesef bu güzel sınavlara bile dershaneler ezberle hazırlıyorlar çocukları. Ben bu kadar deneyimime rağmen bir problemi 15 dakikada yaparken 1 dakikada çözüyor çocuklar. ARTIK HİÇ OLMAZSA ÖLDÜRMÜYORLAR HAPSE ATIYORLAR Bazı devrimlerde ilk birkaç yıl demokratik olmayan kararlar alabilirsin ama bu 10 yıl 20 yıl sürerse daha sonra toplumda hastalıklı bir hal alır. Bedeli ne olursa olsun, önce insan hakları. Türkiye’nin şu anki insan hakları notu bence zayıf. Öte yandan da pek faili meçhuller olmuyor artık bu da pozitif bir şey. Hiç olmazsa hapse atıyorlar öldürmüyorlar artık. TÜRBANLI KIZLAR GELEBİLSİN DİYE DERSLERİ EVİMDE YAPTIM Hiç kimsenin giyimine kuşamına karışamazsın. Nokta. Üstelik sen aydınlanmacısın ama türbanla üniversiteye girmeyi yasaklıyorsun. Ne hakkın var ki? İnsan haklarına aykırı. Ayıptır ve bunun ayıp olduğunu anlamadı insanlar. Ben bunu söylediğimde binlerce mesaj küfürler, hakaretler, tehditler geldi. Babasını Sivas’ta yakmaya çalıştılar bak o ne diyor diye üzerime geldiler. Bana ne o yakmaya çalışanlardan ben o türbanlı kızlara bakıyorum. Ben Bilgi Üniversitesi’ndeki derslerimi bazen evimde yapardım, türbanlı kızlar derse girebilsin diye. Müfettişler gelirdi okula. HERKES KÜÇÜK AZİZ NESİN OLMUŞ BANA AKIL VERİYOR Aziz Nesin’i Aziz Nesin yapan öngörülemezliğiydi. Ama şimdi Türkiye’de herkes küçük Aziz Nesin benden başka herkes babamın ne yapacağını biliyor bir ben bilmiyorum. Bana akıl veriyorlar. Gezi Parkı’nda matematik dersleri vermek çok hoşuma gitti. Başbakan çapulcu dedi ya, gerçekten de birkaç çapulcu vardı orada, uyuşturucu kullanan filan, gözlerimle gördüm. Ama zehir gibi çocuklar vardı. HALK BABAMI SEVMEZDİ HALA DA SEVMİYOR Bizim yaşamımız 68’de değişti. O yıllarda babam para kazanmaya başladı. Daha önce çok zor geçinirdik. Kanepeler, perdeler yırtık pırtıktı. Babam günlük gazeteleri biriktirirdi onlardan masa, kanepe filan yapardık. Polisler sabahın köründe evi basar, babamı alıp götürürlerdi. Halk sevmezdi o zamanlar babamı, yaşlandıkça sevmeye başladılar ki yine de hala çoğu insan sevmez. Bana vatan haininin, komünistin, satılmışın oğlu derlerdi. AZİZ NESİN’DEN ÜÇ KEZ DAYAK YEDİM Çok şefkat dolu, bir babaydı. Ama üç kez dayak yedim. Bir defasında hak etmiştim, bir tanesini hatırlamıyorum, bir tanesini hak etmemiştim. BABAMA DÖRT KEZ KURŞUN SIKILDI Ben birkaç kez sormama rağmen babam bize Madımak ile ilgili şöyle oldu, böyle oldu diye hiçbir şey anlatmadı. Anlattığı şey bunun arkasında başka bir şey olduğu, bunun ortaya çıkması gerektiğiydi. Babama dört kez kurşun sıkıldı. Kimse bilmez. Kimseye söylememiştir. Evimize de kurşun sıkıldı. Birkaç kez linç tehlikesi geçirdi. Kendi kişisel sorunlarını hiç konu etmezdi. EĞİTİM SİSTEMİMİZ MİLİTARİST Hemen hemen her eğitim sistemi başarıya çok odaklı. Öğrenciler illa başaracak. Başarmak üzerine, ana, baba, mahalle baskısı var. Çocukların başarısızlıktan ödü patlıyor. Özgürlüğün olmadığı bir ülkede yaratıcılık da olmaz ve Türk eğitim sistemi hiçbir şekilde özgür değil. Militarist bir eğitim sistemimiz var. Okul binalarına bak, resmen hapishane. Demokratik bir ülkede eğitim bakanlığı, milli eğitim bakanlığı bile değil, hükümetlerden, ideolojilerden bağımsız olmalı. ÖĞRETMENLER KENDİLERİNİ GELİŞTİRMİYOR Öğretmenler maalesef üniversiteden mezun olduktan sonra kendilerini hiç geliştirmiyorlar. Çünkü kendisini geliştirmesine gerek yok. Bence öğretmenlere her yıl sınav yapılmalı. TÜBİTAK DESTEĞİ KESTİ TÜBİTAK 2008’e kadar Matematik Köyü’nü destekledi. 2008’de TÜBİTAK’ın Bilim ve Teknik Dergisi’nde hazırlanan Darwin özel sayısının son anda engellenmesinden dolayı ben Matematik Dünyası Dergisi’ne bunu protesto eden bir karikatür koyduk. Sonra TÜBİTAK bize düşman kesildi ve bütün desteği kestiler. TÜBİTAK’IN TEK AMACI ELEKTRİKLİ ARABA YAPMAK Bir üniversitede matematik, felsefe, sanat mutlaka olmalı. Çünkü bunlar meslek değildir. Bir varoluş ve düşünme biçimidir. Belli bir işe yaramaz. Hiçbir işe yaramadığı için her şeye yarayan dallardır bunlar. Ama toplumda prim yapmazlar, para kazandırmazlar, bunlar meslek değillerdir. Bunların desteklenmesi gerekir. Temel bilim olmadan teknolojik gelişme olmaz. Türkiye bir mühendisler ülkesi. TÜBİTAK’ı da maalesef mühendisler ele geçirmiş. Bilimsel gelişmeyi teknolojik gelişme olarak algılıyorlar. Tek amaçları elektrikli araba yapmak. En sonunda yapacağım bir tane elektrikli araba önlerine koyacağım. TÜRKİYE’DE MÜCADELE ETMEYİ SEVİYORUM Yurtdışında birçok ülkede bulundum ama Türkiye’yi hiçbirine değişmem. Burada bir şeyler yapabilme, insanların hayatını değiştirebilme şansınız var: Diğer ülkelerde bu hiç yok. Ben mücadele etmeyi seviyorum. Amerika’da mesela düzen o kadar kuvvetli ki hiçbir şeyi değiştiremezsin. MATEMATİKTE GELİŞMEK İÇİN SPOR YAPIN, OKUYUN, YALNIZ KALIN Toplum çok değişti. Sürekli internet, televizyon, cep telefonu… Hep bir dış etken var. Çocuklar hiç yalnız kalamıyor. Oysa düşünmek demek yalnız kalmak demektir. Temel bilimlerde iyi olmak için zeki doğman gerekmiyor, yoğunlaşabilmen gerekiyor. Temel bilimlerde, mantıkta, matematikte iyi olmak bu konuda çalışmaktan değil yazmaktan ve okumaktan geçer. Bana anne babalar ne yapalım çocuğun matematikte gelişmesi için dediklerinde; bol bol kitap okusun, spor yapsın, sıkılıncaya kadar tek başına kalsın derim. İnsanın kendi zihninden zevk almayı öğrenmesi lazım. MATEMATİK KÖYÜ NASIL KURULDU? Bilgi Üniverstesi’nde matematik bölümü kurdum. Ve araştırmacı yetiştirmek üzere, en üst düzeyde bir eğitim kurmak istedim. 30 yıl yaşasam, her yıl 20 öğrenci yetiştirsem, 600 matematikçi yapar. Onların da öğrencileri olacak. Böylece yaklaşık 2 bin bilim adamı yetiştirmiş olurum ve bu Türkiye’yi değiştirir dedim. Yaptım ama ne yazık ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Öğrenciler o kapasitede değildi. Böyle olunca önce çocuklara fazla mesai yaptırdım, evime aldım akşamları ders yaptık. Olmadı hafta sonları vakıfta ders yaptık, olmadı her yıl değişik bir yerde yaz okulu yaptık. Çok başarılı geçti. Sonra Matamatik Köyü kurmaya karar verdik, Sevan Nişanyan ile birlikte. O Matematik Medresesi diyelim diyordu ama ben laikler bize kızar diye korktum. Ve böylece Matematik Köyü’nü kurduk. Benim amacım matematik Köyü’nün bulunduğu bütün o vadiyi bir korsan eğitim vadisine dönüştürmek. Tiyatrosu, felsefesi sanatıyla sıra dışı bir eğitim merkezi. DHA
Türkiye'nin İlk 'Ateizm Derneği' Kuruldu
Türkiyeli bir grup ateistin örgütlenme çalışmalarının sonunda 'Ateizm Derneği' kuruldu Radikal gazetesinin internet sitesinin haberine göre, Türkiyeli bir grup ateistin örgütlenme çalışmalarının sonunda 'Ateizm Derneği' kuruldu. Derneğin sosyal medyadaki açıklamasında açıklamasında 'Uzun uğraşlarımız sonucu onaylanmış- resmi olarak kurulmuştur. Artık hiçbir ateist ne mahkemede, ne de sokakta yalnız kalmayacak.Kadıköy'deki dernek merkezimize çayımızı içmeye, salyangozumuzu yemeye bekleriz arkadaşlar' denildi.'Ateizm Derneği Girişimi' adıyla çalışma yürütenlerden Tolga İnci ve Ahmet Balyemez’le geçen mart ayında AGOS'tan Özgün Çağlar'a konuşmuştu. 'Kutsal kitapaları' okuyarak ateist olduklarını anlatan İnci ve Balyemez, Türkiye'de artık 'ben ateistim' demenin bile dine hakaret olarak algılandığına işaret ederek, Sevan Nişanyan ve Fazıl Say hakkında verilen mahkumiyet kararlarını hatırlatmıştı. İnci ve Balyemez, Özgün Çağlar'a özetle şunları anlatmıştı:'Bir grup ateist olarak internet üzerinden bir araya geldik. Birinin başı sadece ateist olarak derde girdiği zaman çalabileceği bir fiziki kapı olmalı, hukuki destek verilmeli dedik. Türk Ceza Kanunu’nunda yer alan bazı maddeler nedeniyle Sevan Nişanyan ve Fazıl Say gibi göz önündeki ateistler yakın zamanda bazı davalara muhatap oldu. Türkiye ’de artık neredeyse ‘Ben ateistim’ demek dine hakaret anlamına gelmeye başladı. Başbakan’ın ‘Ateist teröristtir’ tarzında lafları normal karşılanır hale geldi. Ateistler olarak ‘Biz de buradayız!’ dememiz gerekiyor. ‘Artık ne mahkemede, ne sokakta hiçbir ateist kendini yalnız hissetmeyecek’ dedik ve bu şekilde başladık.(...) Ateistlere açılan davalara bakarsak, bu davalar gerçek! (...) Biz herhangi bir ideolojiye bağlı değiliz. Ateizme ideolojik değil, bilimsel yaklaşmak istiyoruz.'Röportajın tamamı: Hiçbir ateist kendini yalnız hissetmeyecek’ 
Aziz Nesin Ölümünün 19. Yılında Piknikle Anılacak
Nesin Vakfı'nda yetişen çocuklar, ölümünün 19. yılında 'Aziz Dede'lerini bir piknikle anacak. Aziz Nesin, her yılın Temmuz ayının ilk cumartesi günü düzenlenen anma pikniği ile matemden uzak, bir şenlikle anılıyor. Öte yandan, devletin yıkmak istediği Vakfın Matematik Köyü de başarıdan başarıya koşuyor. Felsefe Köyü de yolda...Aziz Nesin ölümünün 19. yılında 5 Temmuz'da Aziz Nesin Vakfı'nın Çatalca'daki yerleşkesinde düzenlenen piknikle anılacak. Aziz Nesin 6 Temmuz 1995'te Sivas katliamının ikinci yıl dönümü nedeniyle bir söyleşi için gittiği Alaçatı'da kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmişti. Nesin, vasiyeti gereği hiçbir tören yapılmadan, yeri belli olmayacak şekilde Çatalca'da Vakfın bahçesine gömülmüştü. Ardında 80 yıllık mücadele, sayısız başarı ve Nesin Vakfı'nı bırakan Aziz Nesin, her yıl Temmuz ayının ilk Cumartesi günü düzenlenen bir piknik ile anılıyor. Vakfın yetişmesine ve eğitimine katkıda bulunduğu çocuklar ile herkesin katılımına açık olan anma pikniğinin matemden uzak bir şenlik havasında geçmesi amaçlanıyor. Pikniğe katılanlara, 'Aziz Dede'lerinin tarifiyle çocuklar tarafından hazırlanan gül şurubu da ikram edilecek. Pikniğe katılacaklar, 'sazı, sözü, neşesi ve dostları' ile davet ediliyor. Pikniğe gidecekler için Taksim'de AKM önünden saat 12.00'da servis kalkacak. Öte yandan, Nesin Vakfı'nın İzmir Şirince'de bulunan Matematik Köyü ise devletin yıkım tehdidiyle yüz yüze. Devletin yıkım kararı çıkardığı, TÜBİTAK'ın desteklemeyi reddettiği ve projenin mimarı Sevan Nişanyan'ın hapsedildiği Matematik Köyü'ne dünyaca ünlü matematikçilerin desteği sürüyor ve bir yandan da çok yoğun başvurular geliyor. Vakfın başındaki Ali Nesin, bu konuda pikniğe katılacaklara da Matematik Köyü'nün yakaladığı başarıyı anlattı ve bir de inşası devam eden Felsefe Köyü ile ilgili bilgi verdi. Nesin, Matematik Köyü ve Felsefe Köyü hakkında şunları anlattı: 'Matematik Köyü müthiş bir başarı yakaladı. O kadara ki başvuran öğrencilerin ancak onda birini kabul edebiliyoruz. Her yıl ilkokuldan doktoraya kadar 5 bin dolayında öğrenci köyü ziyaret ediyor. Yurt dışından hocalar da köyde ders vermek için kuyruğa girmiş durumdalar. Namımız aldı yürüdü. Yaz okullarımız meşhur biliyorsunuzdur. İlkbahar ve sonbaharlarda ise bir nevi Disneyland'a dönüşüyor köy. Akın akın gelen çocuklarla matematiksel oyunlar oynuyorum. Yenildikçe oynamak istiyorlar, oynadıkça yeniliyorlar... Bir zaman sonra o kadar şanslı olamayacağımı düşünüp stratejiyi aramaya başlıyorlar. Tam bulmak üzere olduklarında oyunu değiştiriyorum, yağma mı var! En sonunda yeniyorlar tabii. İşte o zaman keyiflerini görmelisiniz. Bazılarına da ancak iki saatte bulabilecekleri bir soru soruyorum. Hangimiz kaç defa aralıksız iki saat düşünmüşüzdür ki, zaman mı var? Ama çocuklar iki saat boyunca probleme yoğunlaşıyorlar ve altından girip üstünden çıkıyorlar. Başlangıçta kendilerine imkansız gelen bir problemi çözmek onları çok mutlu ediyor. Kendilerine güvenl duyuyorlar, zekalarına şaşıyorlar. Matematik Köyü dünyada bir ilktir ve sanıyorum imece usülü kurulan bir başka bilim kurumu daha yoktur. Katkısı olan, destekleyen herkese gençler adına çok teşekkür ederim. Umarım yarattığımız güzelliği gelip görmüşsünüzdür. Mutlaka bekleriz. Görülesi bir yer çünkü. Güzelliğinden öte, Türk eğitim sistemini vasatlıktan kurtaran devrim niteliğinde bir oluşum mutlaka görülmeli diye düşünüyorum. Matematik Köyü rüşdünü ispatladığına göre artık Felsefe Köyü'ne el atabiliriz. Geçen yıl inşaatına başladık. Yarıladık sayılır.' TÜBİTAK Matematik Köyü'ne desteği kesti Maddi zorluklar içinde inşası süren Felsefe Köyü'ne katkıda bulunmak isteyenler Nesin Vakfı'na bağışta bulunabilecek. Bin lira ve üstü bağışta bulunanların adları bir mermer plakete yazılıp Felsefe Köyü'ne asılacak. Felsefe Köyü'ne katkı sağlamak isteyenler şu hesaplara bağışta bulunabilir.CNNTürk
Ateistleri Tehdit Olarak Gören İktidarlar Arasında AKP Hükümeti de Yer Aldı
Hükümetlerin ateistler ve laikleri toplum için bir tehdit, hatta terörist olarak gördüğü ülkeler arasında Türkiye de yer aldı.Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde, ‘atesistlerle teröristleri bir tuttuğu’ sözleri de es geçilmedi.Uluslararası Hümanist ve Etik Birliği, 2014 ‘ Düşünce Özgürlüğü Raporu ‘nu yayımladı.Rapora göre ateist ya da ‘ dindar olmayan ‘ insanlar giderek artan biçimde siyasi liderler ve kamu görevlilerinin rahatlıkla nefret söylemi olarak nitelenebilecek sözlerine maruz kalıyor.Özellikle Müslüman ülkelerdeki olumsuz tabloya vurgu yapılan raporda Türkiye de anıldı. Bu bağlamda ODTÜ öğrencilerine yönelik, “Ankara’da bir bulvar açtık. Kimlere rağmen? O solculara rağmen… O ateistlere rağmen… Bunlar terörist” sözleri hatırlatılan Erdoğan’ın ateizmle terörizmi bir tuttuğuna dikkat çekildi.Türkiyelilerin yüzde 3’ü ateistRaporda, Türkiye’ye dair şu ifadelere de yer verildi:Türkiye’de nüfusun yüzde 99.8’i Müslüman. ABD’li araştırma şirketi Gallup’un 2012’de yaptığı bir araştırmanın sonuçlarına göre Türkiyelilerin yüzde 73’ü kendini ‘ çok inançlı birisi değilim ‘, yüzde 3’ü ise ‘ ateist ‘ olarak tanımlıyor.Zorunlu din dersi Sunni Hanefi inancına uygun olarak veriliyor.İfade özgürlüğü anayasal korumada, ancak uygulamada ifade özgürlüğü giderek artan biçimde tehdit altında.Fazıl Say vurgusuRaporda, başta piyanist ve kompozitör Fazıl Say, yazar Sevan Nişanyan ve Ekşi Sözlük’ün kurucusu Sedat Kaplanoğlu olmak üzere Türkiye’de yazar ve sanatçılara yönelik baskılar da aktarıldı.Rapor şu ifadelerle devam etti: “ İnanç özgürlüğünün yanı sıra laiklik, hümanizm ve insan hakları savunucusu örgütler, AKP rejiminin kontrolündeki gidişattan genel olarak endişeli; hükümetin azınlıkların durumunu iyileştirmek için yaptığı jestlerden etkilenmiş değiller. ”Kaynak: Diken
Fethiye Çetin 'Kamp Armen' Sorununa Çözümü Anlattı
Bugünlerde Kamp Armen çocuklarının başı dertte, neler oluyor?Öncelikle 1936 Beyannamesi’nden bahsetmek lazım. Bugünkü Kamp Armen ile ilişkisini kurmak açısından söylüyorum bunu. Ülkede biliyorsunuz azınlık nerdeyse bırakılmadı ama özellikle bazı şehirlerde, İstanbul’da halâ azınlık vakıfları var. Bunlara cemaat vakıfları deniyor yasal olarak. Bu vakıfların ellerindeki mallar, 60 lı yıllardan itibaren, birer birer gasp edilmeye başlanmıştı. Yani Kıbrıs olaylarının olduğu zamanlar. Bu sırada azınlıklara, Ermenilere, Rumlara yeniden baskılar başlamıştı. Ellerindeki mallar da birer birer alınıp gasp ediliyordu. Azınlık vakıflarının mal edinmesi engelleniyordu. Edinilen mallar ise ellerinden alınıyordu. Elbette yasalara uygun değildi. Lozan anlaşmasına tamamen aykırıydı. Bir Yargıtay içtihadı ile yapıyorlar bunu. Yani hukukçular eliyle.Söz konusu içtihat ise şöyleydi: Bu vakıfların 1936 yılındaki beyannamelerinde eğer mal edineceklerine dair bir hüküm yoksa ellerindeki mallar geri alınır, deniyordu. Oysa o dönem vakıflara bırakınız mülk edinmeyi başka sorular soruluyordu. Mesela, “Elinizde kaç gayrımenkul var? Bunlar tapuda nasıl kayıtlı? Nasıl idare ediliyor?” şeklinde sorular. Bir biçimiyle bildirim gibi beyannameler.El koymayı mı düşünmüşler o sırada da ?Sanmıyorum. O zaman el koymayı çok düşünmeseler de bütün vakıfları biraz zapturapt altına almak için bu yola gitmişler. Çünkü 1935 yılında Vakıflar Kanunu çıkıyor.Daha sonra vakıfların ellerinden malı alacaklar ama yasalar pek elverişli değil, Lozan anlaşması var üstelik. Ne yapacaklar? Bir tane cin hukukçu çıkıyor ve diyor ki: 36 beyannamesi onların vakfiyesi sayılır. O beyannamelerde sonradan mal edineceklerine dair bir hüküm yoksa bir daha mal edinemez vakıflar. Halbuki böyle bir şey sorulmamış o sırada. Gerçekten kötü niyetli bir uygulama. İşte o yıllardan başlayarak vakıfların ellerindeki malları almaya başladılar.Mesela Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun inanılmaz kararları var. Orada bütün bu TC vatandaşı olan azınlıklarla ilgili “yabancı” nitelemesi yapılıyor. Yabancıların mal edinmesinin sakıncaları üzerinde duruluyor ve onların mal edinmesi halinde devletin tehlikeye gireceğinden söz ediliyor. İçtihadın dayandığı şey bu. Karar oy birliğiyle çıkıyor. Kimse de çıkıp demiyor ki: bunlar bizim yerleşik vatandaşımız. Niyet ve mantalite bu. Üstelik alınırken para ödenmiş bu yerler bilâ-bedel yani bedelsiz geri alınıyor.Tuzla yetimhanesi de böyle bir uygulamanın kurbanı . Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi nin vakfına ait.Çok sayıda çocuk var yetimhanede. Çocuklar kamp yapsın, hem de eğitim yapılsın diye yıllar önce o araziyi satın alıyorlar. Hatta o zamanlar oralarda pek kimseler yok. Kampın yapımında çocuklar çalışıyor. Hrant ve Rakel de bu çocuklardan. Elleriyle, tırnaklarıyla çalışıyorlar. Hrant mezun olduktan sonra kampın idarecisi de oluyor. İşte şimdi ise, 60’lı yıllarda başlayan 36 beyannamesi uygulaması ile kampa el koyma çabası var.Niçin şimdi? Bu zamanlama neyin hesabı?Bu yetimhane birinden ötekine devredilerek, 8 kez el değiştirmiş. Şu anda ise oralar çok değerlendi. Çok para ediyor. Son sahibi de orayı yıkıp villaları kondurmak istiyor. Çünkü o bölgede yüksek fiyatla villalar yapılmış durumda.Yeni Vakıflar Kanunu’nda, 2008 sanırım, olumlu bir değişiklik yapılarak, 36 beyannamesi ile el konulan mülklerden, hala devletin elinde olanlar varsa vakıflara yeniden iade edilmesi konusunda hüküm kondu. Olumlu elbette ama uygulamada bunların % 10’u iade edildi. Ayrıca bir sorun daha vardı. Üçüncü şahıslara devredilenler konusunda bir hüküm yoktu. Vakıflar Genel Müdürü ile bir görüşmemiz olmuştu, ben de katıldım.Devletin uygulaması sonucu insanların zarara uğradığını, devletin bu durumu onarması gerektiğini anlattım. Ne yapılabileceği sorulduğunda ise; devletin sürekliliği olduğunu, sorumluluğunun da sürekli olduğunu ve bu yerlerin kamulaştırma ile eski sahiplerine iade edilmesi gerektiğini söyledim.Bugün yetimhane yıkılmaya başlandığı anda yeniden tartışılmaya başlandı. Yetkililer ne yapmalı?O gün dediğimin aynısı. Kamulaştıracak devlet orayı. Çünkü bunda kamu yararı vardır. Devlet kendi fiiliyle bu zarara yol açmıştır. Bu toplumsal barışı zedeler. Kamu yararı ve kamu düzeni bunu gerektirir. Sekizinci sahibinin de parasını devlet tazmin edecek ve yetimhaneyi Gedikpaşa Ermeni Kilisesi Vakfına iade edecek.Bu çok zor bir iş mi?O kadar çok örnek buluruz ki kısa bir araştırmayla. Hiç zor değil. Acele kamulaştırma da yapıyorlar, kararları çıkarabiliyorlar. Çünkü devlet bu işten sorumludur. Sorumluluk gereğini yapmalıdır.Neler yapıyorsunuz şu aralar ?Kuşkusuz bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Her an yeni bir şeyler de öğreniyorum. Öğrenme sürecim halâ devam ediyor. Hani insanın hayatında önemli dönüm noktaları vardır. Benim hayatımın dönüm noktası anneannemin hikayesidir. Bu hikayeyi öğrendikten sonra hayatımın aldığı biçimdir. Bu hikayenin omuzlarıma yüklediği sorumluluk bilinciyle bir yolculuk başladı çünkü. Hukuk fakültesini kazandığım yıllardı. Anneannem “Benim kardeşim Amerika’da bulursan onu sen bulursun” dedi. Bu konuşmanın geçtiği yıllarda 69 yaşlarındaydı.Onun 9 yaşında başlayan hikayesi, bir Ermeni köyünde, Habap köyünde Gadaryan ailesinin çocuğu Heranuş Gadaryan olarak hayata başlar ve 1915 olaylarının tanığıdır. İşte oradan başlayan yolculuğum sırasında gerçekten çok şey öğrendim ve halâ devam ediyor. Öncelikle tarihimiz konusunda bize hep yalan söylendiğini fark ettim.Bütün bunlardan sonra arkadaşlarımla bu hikayeyi paylaşmaya başladım. Sonra avukatlığım sırasında azınlık haklarıyla ilgilenmeye başladım. Çünkü farkındalığım arttı. Etrafıma baktığımda kalan Ermenilerin, Rumların ve azınlıkların, halâ ne büyük haksızlıklara uğradıklarını gördüm. Baroda azınlık hakları çalışma grubu oluşturarak orda çalıştım.Anneanneniz o konuşmadan önce de olan bitenle ilgili veri sunuyor muydu?Kuşkusuz! Ancak tam farkında değildik bizler. Değerlendirecek durumda ve yaşta değildik. Mesela anneannem benim okuldaki başarılarımı, mandolin çaldığım için müziğe yatkınlığımı her gördüğünde “ sen bizim tarafa çekmişsin” derdi. Anlamazdım. Beni takdir ettiğini zannederdim. Oysa “ bizim taraf” dediği Ermeniliğimizdi. Sonra kişisel olarak farkettiğim bi çörek hikayesi vardır. Anneannem akşamdan hamuru ekşimeye koyar ve ertesi gün çörek yapardı. Biz o çörekleri çok severdik. Mahlepli, çörek otlu bayılırdık, nefis olurlardı. Fakat sonra bazı arkadaşlarımla konuştuğumda şunu farkettim; yılın belli zamanlarında belli evlerde çörek yapılıyordu! Derdi ki arkadaşlarım: “ Biz nenemle size gelirdik, çörek yer, çay içerdik, sonra öteki eve giderdik.” Çöreğin yapıldığı evler aynı geçmişe sahip evlerdi. İnanılmaz. Bir sürü şey kaybedilse dahi kadınların o geleneği kendi aralarında sessizce sürdürmeleri çok anlamlı, çok etkileyici.Anneannem kitabınızdan sonra da yazdınız değil mi? Biraz bahseder misiniz?İlk kitabım Anneannem. 1915 ile ilgili tartışmalar o kadar gayrı insani çizgide sürüyordu ki bu beni çok acıtıyordu. Yok soykırımdı değildi. Yok kaç kişi öldü. Şu kadar kişi öldü. Yok hastalıktan öldü. Yok onun suçu, yok bunun suçu. İnsani olmaktan uzak bu tartışmalara, insani bir boyut katabilir miyim diye anneannemin hikayesini yazdım. Kuşkusuz bu boyutta yazayım diye düşünmüyordum. Çünkü ben yazar değildim. Hikâyeye yazık ederim diye düşünüyordum. Sonra kimse yazmayınca oturup ben yazdım. İnanılmaz bir etkisi oldu. Kitap kısa bir sürede tükendi art arda baskılar yaptı. Okuyan herkes çok etkilendi. Bir insan hikayesinin, gerçeğin ne kadar etkili olduğunu o zaman fark ettim.Bu kitaptan sonra bana çok sayıda insan geldi ve kendi hikâyelerini anlattılar. Bu kez Ayşegül Altınay ile Torunlar kitabını yaptık.Son kitap ise Utanç Duyuyorum . Hrant Dink öldürülmeden öncede avukatıydım. O süreci ve kendi tanıklığımı yazmak istedim. Kendi tanıklığımı bir şekilde tarihe bırakmak istedim ve böylelikle bu davadaki ayrıntıları da kamuya anlatmış oldum.Bu dava çözülür mü hakikaten?Hrant Dink davası tek başına iyi niyetle çözülmez. Çünkü bu dava sonuçlanırsa Türkiye geçmişiyle yüzleşmek durumda kalacak. O kadar birbirine bağlı ki. Devletin yapısıyla ilgili bir dava. Çabalıyoruz bu yüzleşmeyi sağlamak için. Devletin demokratikleşmesine de geçmişiyle yüzleşmesi içinde bu davanın çözülmesinin katkısı olur.Türkiye toplumunun iyileşme süreci hakikatle yüzleşme ile başlamaz mı? Yalnızca suç ve suç işleyenlerde mi problem? Ya sessiz izleyiciler? Bildiklerini, gördüklerini unutmak için kurbanlarda kusur arayanlar? Onlar ne kadar sağlıklı?Çok haklısın. Bu topraklarda yüz yıl önce çok büyük bir suç işlenmiş. Koca bir toplum. Adını hiç tartışmak gerekmiyor. Ben buna “soykırım” diyorum, siz demeden de tartışabilirsiniz bunu. Çok yerleşik bir toplum bu topraklardan sökülüp atılmış. Çoğu öldürülerek mallarına el konmuş. Sonra da inkar edilerek kurbanlar suçlanmaya başlanmış. İnanılmaz bir adaletsizlik. Hakikatle yüzleşmemiz lazım. Dediğin gibi böyle bir suçu işleyen de, mağdur da, tanık olan da hasta sayılır. Mağdur olmak gerekmez illa. Tanık olup bu suça engel olmamak da insanı utanç içinde bırakır.Biz bütün bu olanları, bu sorumluluğu bir biçimde bizden öncekilerden devraldık. Nesiller arası bir yolculuğu var olanların. Hepimizin içinde. O nedenle şiddet ortamından kurtulamıyoruz. Çünkü biz o büyük şiddetle hesaplaşamadık. Yüzleşemedik. Onların faillerini yargılayamadık. Aramıza mesafe koyamadık. Bunu yapmadığımız için de yeni yeni şiddet türleri bu coğrafyada yaşandı ve ne yazık ki failler hep cezasız kaldı. Caddelere sokaklara faillerin adları verildi. İnanılmaz utanç ve travma içinde yaşıyoruz hepimiz farkında değiliz Asla sağlıklı kalamayız hiçbirimiz.Ama şu gerçek ki:Birbirimizi ancak biz iyileştirebiliriz. Bu toprağın Ermenileri, Türkleri, Kürtleri, Süryanileri, Rumları hep birlikte bunları konuşarak birbirimizi iyileştirebiliriz.Yeni yeni şiddet türleri yaşanıyor dediniz. Er Sevag Balıkçı terhis edilmesine 23 gün kala öldürüldü. Davaya giriyor musunuz?Çok acı bir olay. 24 Nisan’da öldürüldü Sevag. Öldürüldüğü tarih çok önemli. İkinci önemli şey ise deliller hemen yok edildi. Davaya girmiyorum ama yakın arkadaşlarım giriyor ve izliyorum davayı. Deliller yok edildi. Tanık ifadeleri değiştirildi. Bunun bir kaza, askerde ölüm olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Oysa öyle değil. Varolan deliller bile bunun kaza olmadığını gösteriyor. Ama ne yazık ki zihniyet böyle. Yüzyıl öncesinden başlayarak failler cezasız kaldığı için ve faillerin cezasız kalması için de bir takım hukuki düzenlemeler yapıldığı için. Failler bundan aldıkları cesaretle yeni suçlar işliyorlar. Devlet için yaptım diyor fail. Sihirli cümle bu. Cezasızlık hala sürüyor.Sevan Nişanyan da kaçak inşaattan tutuklu uzun bir süredir..Normalde kaçak inşaattan kimse alınmaz içeriye. Sevan Ermeni, bir de çok konuşan bir Ermeni. Hrant gibi. Çok konuşan Ermeniyi bu devlet sevmez malumunuz. Hrant’ı da o yüzden sevmezdi. O da bir tehditti. Nişanyan’ı öldürmüyor ama onu da hapishane de bu biçimde süründürüyor.Çözüm için, az önce konuştuğumuz iyileşme için neler yapılabilir ?Kuşkusuz devletin yaptıklarını kabul etmesi ve bunların onarılması için adım atması çok önemli. Bu iyileşme sürecini hızlandırır. Fakat yüz yıllık bir “inkâr siyaseti”nden şimdi “ortak acılar siyaseti”ne geçti devlet ancak. Bu ortak acılar siyaseti ne yazık ki hem samimi değil hem de çözüm değil . Yok Çanakkale savaşının yıldönümünü 24 nisana getirmeler. Yok meseleyi dış işlerine havale etmeler. Bunların hiç biri çözüm değil. Bu yılı atlattı diyelim bu devlet. Seneye ne olacak peki? Yine karşısına gelecek. O nedenle devletin oturup doğru dürüst bu sorunu çözmek için ne yapılabilir diye düşünmesi; samimiyetle ve bu toplumun geleceğini hesaba katarak bazı adımlar atması lazım. Devlet kolay adım atmıyor.O zaman biz ne yapmalıyız?Gördüğüm kadarıyla diyalogun çok büyük bir etkisi var. Biz bir araya geldiğimizde, birlikte iş ürettiğimizde, yerelde çalıştığımızda inanılmaz biçimde değişiyor, dönüşüyoruz. Ön yargılarımız kırılıyor ve devleti zorlamaya başlıyoruz. O nedenle ben sivil topluma büyük iş düştüğü kanısındayım. Ha diyelim ki devlet kabul etti, özür de diledi, onu yaptı bunu yaptı. Toplumu oluşturan bireylerin zihniyeti değişmedikçe ne yazık ki biz bu tür acıları yaşamaya devam ederiz. O yüzden de her bireyin vicdanında 1915’i ve sonrasında yaşananları mahkum etmesi lazım.Mesela biz Hrant Dink vakfıyla birlikte anneannemin köyünde çeşmelerin restorasyonunu yaptık. Türk, Kürt Ermeni gençlerin gönüllü katılımıyla ve yörenin yerel halkının da katılımıyla. Başlangıçta çok büyük önyargılar, korkular vardı. Ama birlikte iş yapma sürecinde o korkuların önyargıların nasıl tuzla buz olduğunu gördük. İnsanların nasıl birbirleriyle sarmaş dolaş olduklarını, nasıl birbirlerini desteklediklerini ve birlikte restore ettikleri çeşmelere ne kadar önem verdiklerini gördüm. Bu bir iyileşme süreciydi hepimiz için ve aynı zamanda bir hafıza anıtıydı. Çünkü biz orada geçmişi konuşmaya başlamış olduk. Şimdi insanlar oraya giderek çeşmeleri ziyaret ediyorlar. Yani orası bi anlamda yüzleşme mekanı haline geldi. Bu örnekleri yaygınlaştırmamız lazım.Son olarak siyasal partilerin, yaklaşan seçimlerde Ermeni aday göstermelerini nasıl değerlendirdiğinizi öğrenmek isteriz.HDP’yi bu konuda daha samimi buluyorum. Vitrine yönelik bir iş olmadığını düşünüyorum. Bu zemin iyi bir açılım. Çünkü o parti de bunun acısını çeken bir parti. Kürt siyasetçilerinin geçmişte yaşananlara yönelik söylemleri ise bu ülkenin insan hakları kültürü açısından bir kazanım. Çok önemli. Bu bakımdan ben zaten oyumu HDP’ye vereceğim. Bildirgesini de önemli buluyorum. Sadece bu konu nedeniyle değil, pek çok konu açısından oy vereceğim bir parti. Toplumdaki dezavantajlı gruplar açısından da önemli bir zemin olduğunu düşünüyorum.Nalan Temeltaş / Demokrat Haber Ankara
Sevan Nişanyan’a 4 Yıl 7 Aylık Yeni Hapis Cezası
Yargıtay, Sevan Nişanyan’a 3 ayrı davadan verilen 4 yıl 7 ay hapis cezasını onadı. Nişanyan'ın toplam infaz süresi 11 yıl 1 aya ulaştı.Şu anda Aydın Yenipazar Kapalı Cezaevi’nde tutulan Nişanyan’ın daha önce onanan 6 yıl 6 ay hapis cezasıyla birleşince toplam infaz süresi 11 yıl 1 aya ulaştı. Nişanyan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na (KTVKK) muhalefet gerekçesiyle 2 ayrı davadan verilen 4 yıl 2 ay ve mühür bozmadan ötürü 5 ay daha hapis yatması öngörülüyor. 21 Nisan’da açık cezaevine geçmesi beklenen Nişanyan, bu cezalardan ötürü 2016’ya kadar kapalı cezaevinde kalacak. Ayrıca Nişanyan’ın Yargıtay’da bekleyen 5 yıl 6 aylık hapis hapis cezası da mevcut. Sevan Nişanyan hakkında şimdiye kadar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na (KTVKK) ve İmar Kanunu’na muhalefetten açılmış 11 dosyayla ilgili olarak itiraz talebiyle Yargıtay’a başvurulmuştu. Aynı suçlardan tek tek ceza verilmesi yerine tek bir ceza verilmesi talebini içeren itiraza Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın verdiği cevap bekleniyor. Agos
Sevan Nişanyan Cezaevine Teslim Oldu
İzmir 'in Şirince köyüne bir kilometre mesafedeki kendine ait araziye yaptığı 60 metrekarelik evin inşaatı arazinin SİT olduğu gerekçesiyle iki kez mühürlenen Sevan Nişanyan, buna rağmen inşaatı tamamlamış ve mühürleri söktüğü gerekçesiyle hakkında, Selçuk 2. Asliye Ceza Mahkemesi 'nde dava açılmıştı. Bu nedenle hakkında açılan dava sonrasında cezası kesinleşen Sevan Nişanyan, 2 yıllık cezasını yatmak için İzmir'in Torbalı ilçesi Açık Cezaevi’ne teslim oldu. Cezaevi önünde bir açıklama yapan Nişanyan, “ Yaptıklarım için pişman değilim. Aksine mutluyum. Elbet bu bozuk düzen bir gün ortadan kalkacaktır ” dedi. Selçuk 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Nişanyan'a 2 yıl hapis cezası verdi. Nişanyan, kararın temyizi için 2008 yılında Yargıtay'a başvurdu. Yargıtay, 5 yıl sonra kararı onadı. Bunun üzerine Nişanyan, bir süre önce savcılığa gidip teslim oldu. Nişanyan'a cezaevine girmesi için 2 Ocak'a kadar süre verildi. Nişanyan, bu sürenin sonunda cezasını çekmek için bugün Torbalı’ya geldi. Nişanyan gelişmeleri, daha önceden Facebook hesabından, 'Selçuk savcılığına resmen teslim oldum. Cezaevine girmek için 2 Ocak'a kadar vaktim var. Torbalı Cezaevinde olacağım. Tahminimce net 2 yıl yatacağım, ama kimse tam bir şey bilmiyor' diye duyurmuştu. Gazetecilerin, ' Cezaevinde ne kadar kalacaksınız? ' sorusuna cevap veren Nişanyan, “ Hakkımda açılan o kadar çok dava var ki. Bende ne kadar yatacağımı bilmiyorum. Ama süre ne olursa olsun asla yaptıklarım için pişman değilim. Öyle bir düzenin içinde yaşıyoruz ki bu denklemi matematikçiler bile çözemiyor ” şeklinde konuştu.
Gemi
“ insan, bir hi ç de ğ ildir. ”ayhan ge ç gin, son ad ı m.Nefin Pera / @nefinpera*sevgili berivan eli ş t ü rkmen ’ e, ilham ve enerjisi i ç in kalpten te ş ekk ü r ü bor ç bilirim.Günler, fermuarlarını açıp açıp bir bir üzerimize işediler. Kendi tuvaletlerimize baktık ve bulamadık. Öylesi kalpsiz bir sidik kokusu…Güneşlerimizin üzerinde mavi yelekli adamlar tepişti. Hayal edin, ellerimiz kurudu ümitsizlikten, birbirimize evlerimizden kazaklar taşıdık.Yemeklerimiz, yediklerimiz nasıl diyeyim; bir acayip, bir tatsız, bir sevimsizce soğuyuverdi. Zaten masalarda da, yalnız konuşmak için toplaştık. Afiyet, bal, şeker diye kanımıza karışan, akşam sigaralarıydı. Acele acele bitirip geri dönmek gerekti hep; düşünmeye ve ne yapıp edip bağırmaya, daha evvel akıl edilememiş bir isyan metnini… Tüm seslerin arasında en çok kuşları duymaya uğraştık, bazen birkaç şakımanın berisinden çocuk bağırışları…Yoksa yani, başka türlü katlanılmazdı…bir sonraki sabah yeniden uyanmaya.Çocuk bağırışları diyorduk ya, Berkin bir gemiye binip gitti. Mehmet 10 yaşındaydı, vuruldu; şimdi 40’ına girmiş olmalı. Sokaklarda kolkola girip ağladık, birbirimize vurup bağırdık: “Ey gökdelen ırzındaki gökyüzü! Ey çayırları satılmış toprak!….ve siz, benzer** bildiğimiz, dost diye kandığımız, siz bütün insanlık; bir gecede nasıl koptu bunca kötülük? Birhan Keskin yeni bir şiir bile yazdı. Bütün bu sefaletin karşı konulamaz ilhamıyla.Çok dilimize geldi, çok kere topladık eşyaları…ama gidemiyoruz da buralardan. Çünkü Edirne’de yaşlı bir teyze, çocukların oynadığı arsaya giren belediye kepçesinin önüne oturdu. Mahkeme, arsadaki inşaatla ilgili yürütmeyi durdurdu. Gidemedik, kaldık böylece. Bir kez daha olmuştu: Fırtına Deresi’ni HES’e teslim etmek istemeyen Melahat Nine, Derenin kenarında düşman bekler gibi sabahlara kadar beklediğini, iki kemik kalana dek bu davayla uğraşacağını anlatmıştı.Kalmak yeter mi halbuki…Ölmemek de gerekir. Kalmak yetmez, ölmemek icap eder. Bir hastalığa nusubete* de gerek yok üstelik; çok acıdan da ölür bile insan. Hatta sıklıkla çok acıdan…Bu yüzden oğullarını görmeye gitmediler mi Fadime Ayvalıtaş ve Hatice Can?Kalmak yetmez, ne olacaksa hakkını vererek…Örneğin en önce, yürüyebilmek gerek! Oysa akneli kamburlar miras aldık arkamıza. Ayaklarımızdan çekiştiren şu özel harekatçılar, uzman çavuşlar, korucular, emniyet müdürleri ne olacak? OHAL’lerde kaybedilenler, kaybolanlar…O’hallerin valiliğini yapan kravatları yamuk adamlar ne olacak? Bu yamuk adamlara emir veren içerideki işlerin bakanları, adaletin bakanları, en baş bakanlar, genelkurmay başkanları ne olacak? Ellerindeki kanı silseler ne olacak? Bizim elimize kan bulaştı.Kurşun! Kurşun! Kurşun! Kaçıyor musun? Kaçma! Hepimiz vurulduk! Hepimiz birbirimizden habersiz vuruluyoruz. Bir gün toplanmak üzere birikiyoruz. Korkuyor musun? Korkma! Yerlerden al yüzünü; al yüzünü yerlerden, toparla! Bir kadının ihanetini kaldıramayınca günlerin gecelerine giriyor ya; kusuyorsun hani uyumaktan, içmekten, sevilmemekten…ve nasıl oluyor da tek bir tüyün kıpırdamıyor devletin seni aldatınca?Zbam! Zbam! Zbam! Polisler kafalarımızın kapılarını yumrukluyor. Duyuyor musun? Açma! Çünkü psikolojik bir savaş bu! Çünkü Berkin’in bindiği gemi taaa Gazi Mahallesi’nden kalkıyordu; Roboski’den kalkıyordu, Reyhanlı’dan geçiyordu.., suyu olmayan memleketlerden toprağı yara yara, yakılan köyleri taşıyordu. Bir 28 Şubat’ta demir almış olabilirdi; ama dur 12’siydi belki Eylül’ün; değilse 6’sı ya da 7’si? Biz anımsıyoruz; Nusaybin’den, Kulp’tan, Şemdinli ve Yüksekova’dan, Lice’den geçilmişti. Susurluk’ta soluklanıp; Maraş’a, Malatya’ya taziye yemekleri bırakılmış, Sivas’ta şairler dizelerinden koparılmış, Çorum’daki çocukların ayaklarından kenarı menekşeli çoraplar zorla çıkarılmıştı.* Affet, tam ne zamandı sırasını şaşırabiliriz. Çünkü yaşadığı toplumun belleğinin kökü, twitter’dan önce kazınan çocuklarız biz. İşte sonra Ankara’ya gidilmişti. Uğur Mumcu’nun, Abdi İpekçi’nin, Yusuf Ekinci’nin evlerinde kalınmıştı.Onlar kapıları çalınınca açtılar, sen açma! Anlaşılıyor ki o gemi, bir demir yığını halinde senin sokağına girene dek beklemek niyetindesin. Bir kadın seni aldattı diye dünyayı bile yakabilirken erkekliğin; sırtını hançerlemeye devam eden şu devleti belli ki mazur göreceksin. Hrant Dink’e el salla, mübadele Rumlarına…; hem iyice dikkatli bakarsan sağ güvertede bir Alevi deyişiyle dans eden Romanları görebilirsin. Ali! diye seslenirsen bütün yolcular dönüp kafasını çevirir şimdi ve Fırtına Tepesi’nin yamacında bağıran o hidroelektrik enerji santralinin gönlümüzü yerinden çıkarıp bir kaldırım taşına nasıl fırlattığını anlatır sana Metin Lokumcu…Ah Metin Lokumcu… Yaşasaydı hislenip kalkar bir şarkı söylerdi onun için Kazım. İşte böylece karardı Karadeniz..ama bilmem ki öncesi aydınlık mıydı herhangi bir sabah bu ülkede? Ömerli, Silopi, Dargeçit, Cizre…basılan köylerde zorla kaybetmeleri birbirine ekleye ekleye, böyle namussuzca büyüdü mürettebatı bu geminin. Dersim! Dersim! Dersim!Devlet koruması altında tecavüze uğrayan küçük kızların saçlarını örüyor Pınar Selek. Seçebildin mi; **yaslandığı cam, iskeleye düşüyor. Camın arkasından Sevan Nişanyan, -hiç de bitirme telaşı duymadan- usul usul elindeki kitabı okuyor. Bıyıkları, tersanelerin taşeron boşluklarında ansızın ölüveren elleri nasırlı amcalarınkine benziyor. Birazdan işte bu tersane işçisi canına kurban amcalar da, yanlarında ölü maden işçisi başka amcalarla birlikte geliyor. Gemi kalabalıklaşıyor. Bir tanesi, okul tuvaletinde üzerine lavobo düşünce ölen Efe’ye, uzaktan horoza benzeyen bir şeker uzatıyor. Aralarında, açtıkları davaya karşılık 275 bin TL ödenen ailesini konuşuyorlar. Çocuğa duyurmamak için fısıltıyla anlaşıyorlar.Efe bir şey duymasın elbette; ama kötü haber tez yayılır diye biliyorduk, olanları senden kim gizliyor? Örneğin Hayata Dönüş Operasyonu’dan bahseden bir gazeteyi eline aldın mı hiç? ***Ankara’da metro inşaatının açtığı göçüğe düşüp hayatını kaybeden Kadir için ulaştırma bakanlığı yüksek bürokratlarının ağzından, geceleri içimizde büyümeyen bir şey işittin mi? Kadir hakkında herhangi bir şey işittin mi? Bir havan mermisini rüyanda gördüğün ve sabah uyanınca hala yaşadığın oldu mu? 12 yaşındaki Ceylan gibi hiç uyanamadığın? Hep 12 yaşında kalmakla ilgili ancak acıklı olabilen bir hayal kurdun mu?Kötü haber: Bir kadının ihanetini senin gibi depresyonda geçirmeyenler de var, örneğin bir silah edinip sevgililerini vuruyorlar. Her türlü ucubeliği gözümüze sokan bu korkunç modern zamanlar, kötü haberleri bizden gizliyorlar. Üstüne, başımıza gelen her şeyden Yahudileri sorumlu tutuyorlar. Annelerini babaları tarafından dövülürken izleyen bütün çocukları toplayalım o zaman; gemi gidiyor. Kentsel Dönüşüm mağdurları, Utku Kalı, vicdani retçiler! Biniyor musunuz? Geceleri otobanlarda saçlarından sürüklenen transeksüeller; Ethem’in, Ali İsmail’in anaları; Medeni’nin, Ahmet’in, Apocan’ın arkadaşları; Hasan Ferit’in, Mustafa’nın, Burakcan’ın sevdicekleri; siz, siz, siz! Günler üzerimize işediler bir bir fermuarlarını açıp, kocaman kasklı adamlar ekip otolarının arkalarında taciz etti yoldaşlarımızı. Bu yoğun, hadsiz idrarın çullanışından konuşamıyoruz, gemi gidiyor; geliyor musunuz? Günlerdir uyumayışımız iyi şeyleri kutlamak için olmalıydı, perişanız; düzgün konuşamıyoruz. Kaybolan tutanakları arıyoruz çöp kutularında, küçük küçük odalara yüzlerce insan doluşup rakamlar doğru mu diye bakıyoruz. Çay demliyoruz, olmuyor. Kurşun! Kurşun! Kurşun! Hatırladıkça hatırlıyoruz. Herbirimiz başka yerimizden aynı silahla vuruluyor. Vicdanımın ortasında ayı postu büyüklüğünde bir delik…! Çay koymaya gidiyoruz, olmuyor. Herbirimiz aynı yerimizden başka silahla vurulmuşuz. Hepimiz aynı gemiyle geçiyoruz susuz memleketlerin çok daha evvel yarılmış topraklarından. Ne büyük, ne onursuz bizim yenilgimiz. Öyle ki hiçbir cehennem bunca alamazdı ahımızı.Berkin bir gemiye binip gitti. ; günler ıslattı bizi. İdrarıyla. Hacet yok denizin hasretine! Sen de dök bizi toprağa, kurağa…, Berkin’in binip gittiği gemi, barındırma bizi! Ey uğursuzluk uğra bize! Uğra ki bilelim ne hafifmiş ellerin..devlet babanın şefkatli adaletinin yanında! Zbam! Zbam! Zbam! Polis kafamızın kapılarında! Açma! Açma! Açma! Çünkü psikolojik bir savaş bu. Çünkü aynı gemideysek, kalmak yetmez. Kalmak yetmeyecek. Ölmemenin bir yolunu bulmalı. Ellerimiz artık ümitsizlikten kurumamalı. |yorumlar