Arınç: 'Mısır ile İlişkileri Düzeltmemiz Lazım'
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkiye’nin Mısır ile gerilimini sona erdirmesi gerektiği mesajını verdi. Arınç, “Bunun için adım atması gereken belki Mısır olacaktır ilk başta ama, bunu temin etmeliyiz” dedi.
Al Jazeera'den Didem Özel Tümer'in sorularını yanıtlayan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkiye'nin Körfez ülkeleriyle olan ilişkilerinin çok yakın zamanda kendi deyimiyle 'ıslak tülbent kuruyuncaya kadar' iyileşeceğini söyledi. Körfez ülkeleriyle olan Mısır ve Suriye kaynaklı soğukluğun 'olağan olmadığını' belirten Arınç, Mısır konusunda “Bunun zeminini hazırlamamız lazım. Adım atması gereken belki Mısır olacaktır ilk başta ama, bunu temin etmeliyiz” diye konuştu.
Arınç, Fethullah Gülen için yakalama kararı çıkarıldığını, Türkiye'de olmadığı tespit edildikten sonra 'kırmızı bülten' çıkarılacağını söyledi. Sorgusu yapılmadığı için Gülen hakkında henüz dava açılmadığını belirtti. Çözüm süreciyle ilgili ise Kürtlerin özerklik talebinde bulunmayacaklarını belirten Arınç 'Yola çıkarken bazı konuların kesinlikle kabul edilmeyeceği söylendi' diye konuştu.
Geçtiğimiz günlerde yaptığınız bir konuşmada, Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle ilişkilerindeki soğukluğun “ıslak tülbent kuruyuncaya kadar”, yani hızla değişeceğini söylediniz. Neyi kastediyorsunuz?
Biz aynı coğrafyanın kardeş yaptığı insanlarız, ülkeleriz, milletleriz. Ortadoğu olsun, Haliç ülkeleri olsun aynı tarihi, aynı inancı aynı müşterek kültürü yaşıyoruz. Bunun bilincindeyiz hepimiz. Geçmişten bu yana çok köklü, derin, tarihi ilişkilerimiz var. Yani bizim birbirimizden uzak olmamız, birbirimize karşı soğuk davranmamız aslında mümkün değil.
Son zamanlarda yaşanan bazı olaylar sebebiyle, Suriye olaylarını katabiliriz, Mısır’da yaşanan son olaylardan bahsedebiliriz, belki Filistin’i, Gazze’yi işin içine koyabiliriz. Bazı ülkelerin yöneticileri ile hükümetimiz arasında veya -şimdi Cumhurbaşkanımız - Sayın Başbakanımızla ilgili bir soğukluğu hissettik. Bu olağan bir şey değil.
Yani bunun mutlaka izale edilmesi lazım.
Belki her hükümet, her cumhurbaşkanı, her başbakan farklı söylemlerde bulunmuş olabilir olaylar karşısında. Ama bu mutlaka tekrar bir beraberliğe yol açmalı, eskisinden daha güçlü biçimde. Çünkü bizim sadece milletlerarasında, halklarımız arasındaki iyi ilişkileri değil, ticari ilişkilerimizi, siyasi ilişkilerimizi, dış politikaya yönelik birlikteliğimizi güçlendirmemiz lazım.
Yani ilişkiler düzelecek mi?
Başta söylediğim cümle iddialı bir cümle kabul edilebilir, yani bu coğrafya bizi kardeş kıldı. Dolayısıyla Mısır’da yaşanan bir darbe olayına, yani Sisi’nin gelip Mursi’yi bir şekilde alaşağı etmesini, Türkiye demokrasi açısından farklı bir tepki vermiş olabilir. Ama daha sonra o ülkede geçiş süreci yaşandı. Biz bunun da sağlıksız olduğunu söylüyoruz. Seçimler yapıldı Sisi iş başına geldi. Türkiye hala seçilmiş bir insanın ve hükümetin darbe yoluyla görevden uzaklaştırılmasını prensip olarak kabul etmediğini söylüyor.
Fakat fiili bir durum da var. Bu fiili durumu da bütün dünya adeta normal kabul ediyor. Yani bugün Sisi Amerika’yı da ziyaret edebiliyor, batı ülkelerini de ziyaret edebiliyor. Bu konuda bizim Mısır ile süratle ilişkilerimizi sağlıklı bir zeminde götürmemiz gerekir. Bunun için adım atması gereken belki Mısır olacaktır ilk başta ama, bunu temin etmeliyiz.
Birleşik Arap Emirlikleri ve Haliç ülkeleri bunlar da bizim için çok önemli. Onlarda belki Mısır’da yaşanan olaylara farklı bir açıdan Türkiye ile aynı düzlemde hareket etmiyor görünebilirler. Farklı endişeler olabilir, farklı pencerelerden bakıyor olabilirler. Ama bizim yine Haliç ülkeleriyle geçmişten gelen dostluğumuzu bir şekilde güçlendirmemiz lazım.
Biz bütün bu ülkelerin huzur, güven ve istikrar içerisinde olmasını arzu ediyoruz. Çünkü Türkiye huzur, güven ve istikrar ile çok yol aldı. Biz bir taraftan AB sürecinde müzakere eden bir ülkeyiz. Bu ülkelerde bizim AB’de tam üyeliğimize sıcak bakıyorlar. Halk çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkenin AB’de tam üye olmasını hepsi gönülden arzu ediyor.
Bütün bu aynı noktada beraberliğimizin çok daha güçlü hale gelmesi lazım.Bir örnek vermemiz gerekebilir. Mesela Kıbrıs sadece Türkiye ve Yunanistan’ı ilgilendiren bir konu değil. Türkiye olarak çözüm sürecini destekliyoruz. Ancak Rum tarafı zaman zaman bazı bahanelerle bu süreci sonuçsuz kılıyor. Şimdi Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile Mısır başta olmak üzere Arap ülkelerinin iyi ilişkileri var. Bu Kuzey’deki Türk Cumhuriyeti’nin ilişkilerine gölge vuracak noktada. Oysa onların çok gönülden Kıbrıs’ta müşterek bir devlet kurulduğu takdirde, toplumların eşit olarak temsil noktasında bir araya geldiği bir Kıbrıs’ın hem onlar, hem de o ülkede yaşayan toplumlar açısından büyük bir değeri var. Dolayısıyla bizim bir sonuca gitmemiz açısından bu ülkelerin desteğine de ihtiyacımız bulunuyor.
Özetle şudur, Türkiye olarak bizim özellikle Mısır'la da, Körfez ülkeleriyle de, Kuveyt ile de, Ortadoğu’daki tüm ülkelerle iyi, dostane, anlayışa dayanan bir beraberliğe, dış politika bakımından ihtiyacımız var.
Madem ki ‘tülbent ıslandı’, bizde tabir odur, en çabuk kuruyacak olan, eski haline gelecek odur, aramızda bir sorun, bir sıkıntı veya bir uzaklaşma durumu varsa, biz Türkiye açısından bunun süratle giderilmesini istiyoruz.
Nasıl olacak bu?
Bu tek taraflı olmaz. Ben de çok iyi biliyorum ki, bu saydığım ülkelerde Türkiye’nin dostluğuna, işbirliğine, Türkiye’nin kendi ülkeleriyle ilgili dostane düşüncelerine çok ihtiyacı var. O yüzden karşılıklı diyaloğu geliştirmek suretiyle - ki bizim ziyaretlerimizin bir amacı budur. Ben Mayıs ayında Katar’ı ziyaret ettim, şimdi Kuveyt’i ziyaret ediyorum, benden sonra Dışişleri Bakanımız gidecek, Dışişleri Bakanımız aynı zamanda Katar’ı ziyaret edecek - Suudi Arabistan, Umman, Bahreyn bütün bu ülkelerle “hadi bakalım şu elimizi daha sıkı tutalım, biz birbirimize muhtacız” dememiz gerekiyor. O ülkelerin yönetimlerine, halklarına da şüphesiz çok büyük ihtiyacımız var.
Şöyle bir yanlış anlama olabilir, Türkiye’de güçlü bir liderlik var, güçlü bir hükümet var, ekonomisi bakımından çok güçlü, Türkiye sanki kendi rejimini başka ülkelere ihraç etmeyi düşünen veya bunu örnek göstermeye çabalayan bir ülke gibi algılanabilir. Bu kesinlikle doğru değil. Bizim şu anda hiçbir ülkenin rejimi ile bir sıkıntımız yok. OIması da mümkün değil. Başka türlü biz insanlarla zaten ilişki de kuramayız.
Burada rejim bakımından, sistem bakımından o halk neyi arzu etmişse, neyi işbaşına getirmişse biz buna saygı duyarız. Ve orada sadece insan haklarının bulunması insanlara karşı, şiddetle, silahla mukabele edilmemesi, hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistem olması bizi memnun eder.
Ne Türkiye’deki sistemi bir başka ülkeye ihraç etmeye, ne o ülkenin sistemini cebir, zor veya Türkiye’yi örnek göstererek değiştirmeye kararlı değiliz. Böyle bir düşüncemiz yok.
O bakımdan yöneticilerin böyle bir rahatlık içerisinde olması lazım ki, Türkiye’nin güçlü, karizmatik liderliği elbette bazı halklar tarafından, ülkeler tarafından rol model olarak benimsenebilir. Ama biz ne Türkiye’yi bir başkasına örnek göstermek ne de o ülkedeki rejimi, sistemi, yönetimi Türkiye’ye benzer hale getirmek iddiasında değiliz. Mevcut yönetimlerle sıkı bir işbirliği yaparız sadece insan hakları bağlamında o ülkelerde huzur, güven ve istikrar olmasını isteriz.
Körfez ülkeleriyle ilişkilerin soğumasının nedenlerinden biri Mısır’daki yönetim değişikliğine ve İhvan’a bakış açısı farklılığı. Türkiye’nin, hükümetinizin İhvan’a bakışı nedir?
Herkes memnun ve müsterih olsun, biz terörden en çok zarar gören bir ülke olarak hiçbir terör örgütü ile işbirliği yapmayız. Ve bütün terör örgütleriyle ciddi bir mücadele yaparız. Hem anladıkları dilden hem de diğer unsurlar bakımından.
Terörle mücadele bir ülkenin tek başına yapıp da başarabileceği bir konu da değildir. Terörle mücadelede ortak hareket etmeliyiz. Güçlerimizi birleştirmeliyiz, istihbarattan, silahlı mücadeleden, diğer siyasi bütün unsurları içine alacak şekilde.
Ancak terör örgütü olmayan, kuruluş, yapısı, amaçları bakımından da, şiddeti ve silahı tercih etmeyen örgütleri bunun dışında tutmamız lazım.
İhvan hareketine farklı bakılabilir. Ancak Hasan El Benna’dan bu yana benim şahsi düşüncem, bu 40’lı yıllardır, 50’li, 60’lı yıllardır, Cemal Abdulnasır, Abdülkadir Udeyh’ler, Seyyid Kutup’lar, Muhammed Kutup’lar, Gazali’ler şiddeti tercih etmemişlerdir, benim bildiğim kadarıyla.
Ha bunların içinden daha sonra kendilerine İhvan süsü vererek terör olayı yapanlar varsa, silahı tercih edenler varsa, öldürme olaylarına katılanlar varsa, başta söylediğim gibi, terör örgütlerine nasıl bakıyorsak, onlara da öyle bakarız.
Bugünkü Müslüman Kardeşler'e nasıl bakıyorsunuz?
Mısır ölçeğinde bakacaksak olaya, İhvan seçimlere katılmıştır. Yani bir siyasi parti olarak, siyasi güç olarak. Terör örgütü olsaydı seçimlere katılmasına imkân ve izin vermezlerdi.
Ama maalesef dünyanın pek çok yerinde bu şekilde yola çıkarak daha sonra bu sistemi benimsemeyen, “böyle olmuyor, silahla bu işi yapmalıyız” diyen örgütler haline gelmiş topluluklar da vardır. Ama ben büyük İhvan- ı Müslimin hareketine bakarak onların demokrasi içerisinde, insanların hukukuna dikkat eden, seçimi ve sandığı önceleyen, halkın desteği ne kadarsa o kadar temsil etmeye çalışan bir örgüt olarak, bir teşkilat, siyasi bir grup olarak kendilerini görüyorum.
Başka ülkelerde Mısır’ın dışında farklı yönlere bürünmüşlerse onlarla herkes mücadelesini yapabilir. Ama İhvan hareketine bir bütüncül yaklaşım, global bir bakışla, “bunlar terör örgütüdür” denirse, ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Mısır örneğini gösterebilirim, başka ülkelerdeki örneklerini de gösterebilirim.
İhvan hareketi kuruluşundan bu yana zulme uğramış bir harekettir. Pek çoğu öldürülmüştür. Pek çoğu cezaevlerinde yıllarca kalmıştır, ama hiç birisi mensuplarına “silahlanın, örgütlenin bu işi bu şekilde halledin” dememiştir. Diyenler varsa ben de doğrusu duymak istiyorum.
Katar dışındaki Körfez ülkeleri Sisi'ye açık destek verdi?
Anlayış farklılığının bizi temelde birbirimizden uzaklaştırmaması gerekir. Çünkü demokratik anlamda, Sayın Erdoğan da, hükümetimiz de, Mursi’nin seçilmiş bir cumhurbaşkanı olmasına rağmen, kendi emri ve talimatıyla Genelkurmay Başkanı olarak atadığı Sisi tarafından darbe yoluyla görevinden uzaklaştırılmasını biz demokrasi adına, seçilmiş bir cumhurbaşkanına reva görülen bir muamele olarak kabul edemiyoruz. Buna itiraz ediyoruz.
İkincisi siyasi amaçlarla insanların cezaevlerine gönderilmesine, uydurma mahkemelerde yargılanıp, binden fazlasına idam kararı verilmesine de rıza gösteremiyoruz. Bu bizim kalbimizden gelen bir şeydir. Biz bunun çok acısını çektik. Seçilmiş hükümetleri silahlı kuvvetler darbe yoluyla iş başından uzaklaştırdı. Partilerimiz kapatıldı, ben bunların mağduruyum. Benim siyasi hayatımda 4 defa partim kapatıldı. Biz bunun aynısının başka bir ülkede yapılmasını doğrusu hiçbir zaman kabul edemeyiz.
Ancak bu olaylar sebebiyle dahi, Mısır hükümetiyle, Mısır devletiyle aramızda ilişkilerin kötü bir noktaya gitmesini de arzu etmeyiz. Bu yüzden bizim bu itirazlarımızı bir kenara koyarak devletten, devlete, hükümetten hükümete çünkü biz halklarla dayanışma içindeyiz. Ama o halkı temsil eden bir devletin bir hükümetin de Türkiye ile ilişkilerinde iyi bir noktada olmasını bütün bu olup bitenler yanında arzu ederiz. Bunun zemini oluşturmamız lazım.
Kuveyt’e gidiyorsunuz. Ajandanızda ne var?
Adalet, İslam İşleri ve Evkaf Bakanı’nın daveti üzerine inşallah Salı günü orayı ziyaret edeceğim. Başta Emir olmak üzere bütün önde gelen üst düzey yöneticilerle görüşmelerim olacak. Ayrıca sosyal bazı ziyaretlerim olacak.
Kuveyt ile ticari ilişkilerimiz iyi, yatırımlarımız bakımından da, müteahhitlik hizmetleri bakımından da çok iyi. Siyasi anlamda Kuveyt’in liderlik gücü yüksektir. Körfez İşbirliği Konseyi dahili ülkelerle de, BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn ve diğer ülkeler sayılabilir, bunlar içerisinde de önemli bir role sahiptir. Son zamanlarda Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki bir takım yaşanan sıkıntılı sürecin aşılmasında Kuveyt’in çok önemli bir rolü oldu.
Biz aramızdaki ekonomik, siyasi, ticari ilişkileri daha da güçlendirmek amacını taşıyoruz. Benden birkaç gün sonra da Dışişleri Bakanımız ziyaret edecek. Daha sonra belki daha üst ziyaretleri de gerçekleştirmiş olacağız.
IŞİD ile mücadelede Türkiye’nin ortaya koyduğu şartlar vardı. Bunlar kabul edilmezse, Türkiye ne yapacak?
Suriye üzerinde uçuşa yasak bir bölge olması lazım ki, Suriye ordusunun elindeki uçaklar şehirleri bombalamasın. Güvenli bir bölge oluşturalım ki, Suriye rejimi orada katliam yapmasın. Şimdi koalisyon ile biz bunu müzakere ediyoruz.
Prensip olarak koalisyonun bu mücadelesini destekliyoruz. Ancak fiilen de Türkiye’nin hem kendi topraklarındaki üslerin kullanımı bakımından, hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Hava Kuvvetleri’nin ve diğerlerinin bu koalisyon içerisinde önemli roller mutlaka alacağı noktasında değilim, üstlenmesi bakımından Türkiye’nin üç isteği var: güvenli bölge, uçuşa yasak bölge ve diğerleri. Bu konuda anlaşmaya varabilirsek bunu süratle harekete geçirebileceğiz.
“Türkiye’nin talepleri kabul edilirse…”
Zannediyorum şu bir hafta on gün içerisinde CENTCOM’dan ve diğerlerinden, yani bu işin karargahını yürütenler Türkiye’ye gelecekler. Genelkurmay Başkanlığımızda görüşmeleri yapıyorlar, devam ediyor.
Ocak ayı başlarında biz bu işi fiilen Türkiye’nin talepleri kabul edilirse IŞİD ile ve diğer radikal terör unsurlarıyla mücadelemizi birlikte yapacağız. Bu konuda gelişmeler var. Türkiye prensip olarak reddetmedi ama kendi çıkarlarını da gözetmek durumunda. Bu konuda da hem Suriye’nin içindeki insanların zarar görmesini hem de Türkiye’ye tekrar bir mülteci akını başlamasını önlemek istiyor.
Çözüm süreci konusunda, sürecin sonunda ne olacak? Kürtlere özerklik verilecek mi?
Onlar da özerklik istemiyorlar zaten, istemezler. Çünkü başta yola çıkarken bazı konuların kesinlikle kabul edilemeyeceği, bunların dile getirilmemesi de söylendi.
Bunlardan birisi Öcalan’ın kendi durumuyla ilgili talepleridir. Bu halkımız tarafından hiçbir zaman kabul görmeyecek şartlardır. Dolayısıyla, özerklik dendiği zaman, onlar açıklama yapmak mecburiyetinde kaldılar, burada yerel yönetimleri kastettiklerini ifade ettiler. Yerel yönetimlerde özerkliğin olması esasen bizim yerel yönetimlerin güçlendirilmesi bakımından, bizim kendi kabulümüzdür. Ancak siyasi anlamda onların istediği noktaya gelebilmek için biraz daha sürecin ilerlemesi lazım.
Fethullah Gülen ile ilgili 'kırmızı bülten' gündemde. Öte yandan da muhalif basına ciddi baskı uygulandığı eleştirileri var.
Fethullah Gülen, Amerika’da, 98’den beri, hemen hemen 20 yıla yaklaşık zamandır ikamet eden şahsın, bu yapı ile yakın ilişkisi olduğu iddia edildi. Ve ilk defa savcı sulh ceza hâkiminden yakalama kararı çıkarttı. Bu yakalama kararı şu anlama geliyor: Türkiye içinde olmadığı biliniyor. Ama buna rağmen usûlen bir arama yapılacak. Ondan sonra Türkiye’de olmadığı zapta bağlanacak, hangi ülkede olursa olsun yakalanması amacıyla, INTERPOL aracılığıyla bir kırmızı bülten çıkarılacak.
Burada da niçin arandığı, yakalandığında Türkiye’ye iade edilmesinin şartlarının var olması lâzım. Bu şartları INTERPOL’ün bağlı olduğu kurum ciddi bulursa, her ülkede bu bülten ile bir arama yapacak. Yakalarsa, işi ciddi buluyorsa Türkiye’ye iade edecek.
Bir mahkeme kararı sadece yakalama yönünden var. Yoksa hakkında dava açılmadığı için, çünkü sorgusu yapılmayan bir kişi hakkında da dava açmak mümkün değil Türkiye’de, o zaman farklı bir yöntem kullanabilirdi. Adli yardımlaşmadan istifade edebilirdi. Şimdi sadece yakalanabilmesi ve Türkiye’ye iade edilebilmesi noktasında kırmızı bülten uygulamasına gidilecek ama sonucunu bugünden söylemek mümkün değil.
Kaynak: Al Jazeera
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!