Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Tıkanma Seçimle Aşılacak | Tarhan Erdem | Radikal
Oy verme gününe 16 gün kaldı. Bir hafta kadar önce yaptığımız araştırmada, deneklerin yüzde 90'dan fazlası 'kesinlikle oy vereceğim' diyordu.
Verilere göre, bu günden sonra seçmenin büyük çoğunluğu oy vereceği partiyi değiştirmeyecektir; ancak yüz seçmenden 3-4'ü oyunu değiştirmeyi düşünebileceğini söylemektedir. Bunların hepsinin aynı partiye oy vermesi düşünülemeyeceğinden, olsa olsa seçimlere kadar bugüne göre yüzde bir iki fark olacaktır.
Oy oranı değişmeyeceğine göre, siyasal hayatta işlevi olan kişilerin bundan sonraki görevi, seçmenin oy vermesini kolaylaştırmak ve sonuçların doğru sayılması, tutanağa doğru yazılmasına yardım etmek, yanlışlıklar karşısında kurullara itirazdan başka yapacakları bir şey yoktur.
Bugün beklenen oy dağılımı, ancak demokrasiyle bağdaştırılamayacak olaylarla değiştirilebilir.
Anlatmaya çalıştığım şudur: Seçime bu kadar yaklaştıktan sonra seçim sonuçlarını partililerin umdukları gibi değiştirmeleri zordur.
Bundan önceki seçimlerde görüldüğü gibi, son bir ay içinde bir parti oyunu en çok yüzde 2-3 çevresinde değiştirebilir.
Konya'da Atılan Tekbirlerin Adresi Kim? | Mehveş Evin | Diken
İzlanda maçı öncesinde Ankara katliamında hayatını kaybedenler için bir dakikalık saygı duruşunda atılan tekbir ve çekilen ‘yuh‘lar, Erdoğan Türkiye’sinin kahredici bir yansımasıdır.
Kahredici, çünkü kendine insan diyen, yüzlerce masum canın korkunç bir şekilde katledilmesine ancak üzülebilir… Diyelim ki üzülmedi. Etik değerler ve insanlık normları gereği, ölenlere böyle bir saygısızlık yapmaya kalkmaz.
Kahredici, çünkü canlı bombanın hedefi olmuş sivillerin politik duruşuna yönelik nefret bile bu davranışı açıklayamaz.
Kahredici, çünkü bu tekbirler ve ıslıklar, “Türkiye büyük bir kederde bile ayrışıyor, kutuplaşıyor; iç savaşa sürükleniyor”yönündeki tüm tespitleri doğrulamakla kalmıyor; gelinen noktanın zannedilenden vahim olduğunu ortaya koyuyor.
Kahredici, çünkü Suriye savaşında türeyen, beslenen cihatçıların Türkiye’de sadece ‘canlı bomba‘ listesinden veya hücre evlerinden ibaret olmadığını, hem siyasal hem toplumsal bir karşılığı olduğunu kanıtladı.
Kahredici, çünkü o tekbir ve ıslıklar sadece barış mitinginde öldürülenlere değil, maçın oynanacağı Batılı rakibe de nefret kusmayı içeriyor.
Titiz Çalışma! | Cengiz Erdinç | Yurt
Heysem Topalca diye bir isim var, bu dosyada. Karıştığı olayların listesi uzun; Reyhanlı katliamı, Adana'da yakalanan havan topu başlıkları, sarin gazı davası, Milliyet gazetesi muhabiri Bünyamin Aygün'ün kaçırılması, ve Niğde'de Ulukışla saldırısı...
7 Kasım 2013’te Adana’da “uyuşturucu” şüphesiyle durdurulan ve 953 adet havan topu başlığı ile 10 füze rampası taşıyan TIR’ın şoförü talimatları Heysem Topalca’dan aldığını söyledi, Heysem yakalandı ve serbest bırakıldı!
52 kişinin katledildiği Reyhanlı’nın sanıklardan Nasır Eskiocak basına kapalı duruşmada ilk ifadesini reddettikten sonra “Türkiye’ye uyuşturucu kaçırmak için anlaşmıştık.
Suriye’de Yusuf Nazik’le görüşürken yanımızda ‘Hacı’ isminde biri vardı ve MİT'in bizi koruyacağını söyledi” dedi. Eskiocak, Özgür Suriye Ordusu üyeleri tarafından yakalanmış, Türkiye’ye teslim edilmeden önce “Uyuşturucudan söz etmeyeceksin, bomba yaptık diyeceksin. ‘Hacı’yı da görmedin, bilmiyorsun” diye sıkı sıkı tembihlemişlerdi.
AKP’nin Marka Şehri: AnKARA! | Aslı Aydın | BirGün
Acımız, isyanımız artık hiçbir yere sığmıyor.
Tarihte vebanın bile çözümü bulunmuşken, başımızdaki bu Saray vebasından bir türlü kurtulamayışımızın elbet hepimizde bir sorumluluğu var.
Yalnız artık yetmeli… Ülkenin gerçek sahipleri biz isek kana bulanmış bu topraklarda hayatı yeşertmek de bizlerin görevi. Yarın çok geç olabilir, hemen şimdi diyerek acıyı isyancı öfkemizle bastırarak inadına sokağa çıkmalıyız. İşten, evden, okuldan, bulunduğumuz her noktadan direniş zinciri oluşturmalıyız. Unutmamalıyız ki bizi sadece bu tek parçası bile eksik olmaması gereken zincir koruyabilir.
Bugüne kadar AKP’nin karakteri ve ideolojisi gazetemizde neredeyse her daim resmedilmeye çalışıldı. Bugüne kadar siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmeleri sadece “olay” olarak değil, neden-sonuç ilişkisi içinde geleceğe ışık tutacak biçimde incelemeye çabaladık. Ne var ki AKP’nin 13 yıllık iktidar döneminde yaşanan tüm gelişmeler, geleceğin ufkunu zifiri karanlık bir noktada var eden bir düzene ışık tutuyordu.
AnKARA katliamı da bu geleceğin bir parçası olarak yaşandı. Rotası Haziran Direnişi ile sapan AKP, kendi siluetindeki geleceğe doğru rotayı yeniden yerine oturtmak için daha da saldırganlaştı, polis kuvvetleriyle sokağı ablukaya aldı, faşist-militer güçleriyle hayatın her alanını korku ve nefret bulutlarıyla denetim altına almaya çalıştı. Dış politikadaki “Osmanlı Sarıklı” zihniyeti ile giderek daha organik ilişki içine girdiği IŞİD’in kanlı katliam dalgasını Türkiye’ye taşıdı. Bu kanlı dalga Suruç’ta 33 gencimizin canını aldı. AKP, MİT ve devlet olanaklarıyla besleyip semirttiği IŞİD’e yönelteceği oku Kürtlere, Alevilere, solculara, ülkenin tüm muhalefet güçlerine yöneltti, bugünkü kanlı katliamın zeminlerini yaşamın içinde düşmanlığı, savaşı faşizanca örgütleyerek hazırladı.
Ankara'ya Bak Konya'yı Anla | Mehmet Y. Yılmaz | Hürriyet
Konya'da maç öncesindeki saygı duruşu sırasında yaşananlara ilk kez tanıklık etmiyoruz.
Bizde adam gibi saygı duruşu yapılabildiğine bugüne kadar hiç tanık olmadım.
Hiçbir şey olmasa bile birkaç münasebetsiz çıkar, o bir dakikalık sessizliği bozar.
Onlar başlayınca geri kalanlar da rahat duramaz ıslıklar, karşılıklı küfürleşmelerle 'saygı duruşu' tamamlanır.
Bu hep böyle oluyor. Konya'daki son olay bu nedenle aslında sıradan bir örnek.
Hatta Fanatik'te de yazdığım dönemlerde bu saygı duruşu işinin maçlardan kaldırılmasını da bir not olarak yazmıştım.
Çünkü saygı duruşunu beceremiyoruz, böyle bir kültüre sahip değiliz bari ölülerin ruhuna azap vermeyelim!
Zaten çocukluk yıllarımızın 10 Kasımlarındaki saygı duruşlarında da böyle olurdu.
Birisi kıkırdar, bu bir hastalık gibi bütün sınıfa yayılır, öğretmenin sinirli bakışları altında saygı duruşu tamamlanırdı.
Bunu nasıl açıklamak gerekir bilmiyorum.
Nasıl bir toplumsal ruh durumu buna neden oluyor?
Dünyadaki bütün kültürlerin, bütün dinlerin ortak noktası ölüye saygı iken nasıl oluyor da bizim toplumumuz ölüleri arasında ayrım yapmak konusunda bir rahatsızlık duymuyor?
Yeryüzünün en lanet toplumlarından birine dönüşmüş gibi görünüyoruz.
Ortak sevincimiz olamıyor, bir acıyı ortaklaşa paylaşamıyoruz.
Birinin sevinci, diğerimizin üzüntüsü olabiliyor. Birinin acısı, bir başkasının bayramı!
Bitmek bilmez iğrenç bir yarış içindeyiz, acılarımızı yarıştırıyoruz sanki.
Böyle toplumlar önünde sonunda dağılmaya ve yıkıma mahkûm olurlar.
Bunu değiştirmek için örnek olması gerekenler de ülkenin yöneticileridir.
Ama onlar bile bunca
acıya rağmen bir araya
Bahçeli Ne Yapmaya Çalışıyor? | Gülay Göktürk | Akşam
Bahçeli’yi tanımakta zorlanıyoruz.
Yakın çevresi, dava arkadaşları ya da eski dava arkadaşları da bizim gibi şaşkın mıdır, yoksa sahip oldukları birtakım arka plan bilgiler sayesinde onun bu izah edilemez politik manevralarını okuyabiliyorlar mıdır, bilemem. Ama MHP’yi ve Bahçeli’yi dışarıdan izleyenler açısından durum tam bir muamma.
MHP lideri geçtiğimiz yıllarda, Türkiye’nin çıkarlarını parti çıkarlarının üstünde tutan, ilkeli siyaset yapan sorumlu siyaset adamı tavrıyla hepimizin takdirini toplamış bir isimdi. Ama 7 Haziran’dan sonra bir şeyler oldu. Seçim gecesinden itibaren ısrarla herhangi bir koalisyonda yer almama çizgisi izlemesini, DSP- ANAP - MHP koalisyonunun kötü sonuna dayandırdık çoğumuz. Sütten ağzı yandı, yoğurdu üfleyerek yiyor, dedik.
Ama Meclis Başkanlığı konusundaki uzlaşmaz tutumunu neye yoracağımızı bilemedik. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmelettin İhsanoğlu ismi üzerinde pekâlâ birleştiği güçlerle bu defa niye birleşmiyordu? Anayasanın gereği olarak kurulması gereken ve Türkiye’yi seçime götürecek olan hükümete niye üye vermedi? Hele hele son olarak, ülkenin terör ateşiyle kavrulduğu bir dönemde, teröre karşı ortak tavır almak üzere çağrıldığı zirveye gitmemesi, hatta Kılıçdaroğlu ile görüşmeyi bile reddetmesi nasıl yorumlanmalı?
İktidarın Asli Görevi | Özgür Mumcu | Cumhuriyet
Ankara katliamında iki intihar bombacısının kimlikleri belirlendi. Çıkan sonuç kimse için şaşırtıcı değil. 100’e yakın insanı katledenlerden biri Yunus Emre Alagöz. Kim bu Yunus Emre Alagöz?
Suruç katliamını gerçekleştiren Abdürrahim Alagöz’ün kardeşi.
Suruç katliamından bu yana ismi, cismi, resmi herkese malum olan ve aranan biri.
Diğer intihar bombacısı kim? Ömer Deniz Dündar.
Onun da ismine gazete arşivlerinden aşinayız.
2013’ün Eylül ayında Radikal gazetesinde Ömer Deniz Dündar’ın babasıyla bir röportaj yapılmış. Baba, oğlunu kurtarmak için çırpınırken şunları söylüyor:
“Bir gün çocuklarım evi arayıp Suriye’de olduklarını ve savaştıklarını söyledi. Cihat için gittiklerini ve peşlerine düşmememi söylediler. Emniyet’e başvurup durumu anlattım. Ancak Emniyet çocukların reşit olduğunu belirterek karışmadı.”
Ömer Deniz Dündar, Suriye’den Adıyaman’a dönünce ne olmuş. Babası anlatıyor:
“Ben oğlumu Emniyet’e şikâyet ettim. Emniyet’e, ‘bunu alın cezaevine atın’ dedim. İfadesi alındıktan sonra oğlum serbest bırakıldı.”
Bir de bu iki intihar bombacısının arkadaşı Orhan Gönder var. HDP Diyarbakır mitingine bomba koyduğu gerekçesiyle tutuklu. Gönder’in annesi, oğlu IŞİD’e katılınca her yere başvurmuş. Hatta, il kongresine gelen Başbakan Davutoğlu’yla bile görüşmüş. Başbakan kendisine “Senin oğlun için MİT’e talimat verdim” demiş.
Bir başkası ise eşinin de oğluyla beraber Suriye’ye geçtiğini söyleyince, Başbakan “İyi ki beraber gitmişler, birbirlerine destek olurlar” diye karşılık vermiş.
Kim Türkiye’yi Ortadoğu’ya benzetti? | Ali Bayramoğlu | Yeni Şafak
Türkiye bir süredir çıplak bir gerçekle karşı karşıya. Arap Baharı ve Suriye iç savaşı sonrası ülkenin dinamikleriyle bölgenin dinamikleri arasında ciddi bir iç içe geçme hali var. Suriye'de her gelişme, açığa çıkan her siyasal ve toplumsal enerji Türk siyasal sistemini, dengelerini, politikalarını doğrudan etkiliyor.
ABD- Rusya gibi “yeni komşular”, selefi hareketlerden Şii-Sünni hattı ayrışmasına İslam-siyaset ve İslam-Batı ilişkileri sadece Türkiye'yi kuşatan sorunlar değil, artık Türkiye'nin de sorunları.
Bölge dinamikleri içinde iç siyaset ile ilk sırada bütünleşen gelişmelerin, örneğin Rojava'da Kürt meselesini biçimlendiren bir Kürt siyasi havzası oluşumunun, örneğin IŞİD adıyla ortaya çıkan yeni cihat hareketinin ülkeye yansıyan hem siyasi hem sosyolojik sonuçlarını yaşıyoruz.
911 km'lik Suriye sınırının özellikle doğu hattında yaşayan Kürtler ile Türkiye tarafında yaşayan, zaten akraba olan, aynı aşiretten, dokudan gelen Kürtler arasında yeniden ve farklı bir tahayyül etrafında sosyolojik bütünleşme yaşanıyor.
Bir Diktatörümüz Var mı? | Mümtaz'er Türköne | Zaman
Finlandiyalı gazetecinin “Diktatör müsünüz?” sorusuna Erdoğan peş peşe iki yanlışla karşılık veriyor.
Birincisi yanındakilere “Hangi gazeteden?” sorusu, ikincisi ise o basmakalıp “Diktatör olsam bu soruyu sorabilir misin?” cevabı. İki karşılığın aklımıza getirdiği tek şey var: Soruyu Allah'tan bir Türk gazeteci sormuyor.
“Diktatör” deyiminin kendiliğinden bir hakaret içermediğini farklı bir kullanımdan çıkartabilirsiniz. Öğretmen bir metin okur, öğrenci o metni yazıya döker; Batı ülkelerinde dile vukufiyeti ölçen bu sınava “dikte sınavı” denir. Dikta rejimi tek taraflı bir yönetimi anlatır: İktidarın emrettiği, yani dediğini yaptırdığı, ama hiçbir şekilde hesap vermediği bir yönetim sistemi. Teorik olarak arkasına çoğunluğun desteğini almış bir lider, şayet denetimsiz bir iktidar kullanıyorsa ona da diktatör denir; ancak genel kural olarak dikta rejimi, seçimlerin göstermelik hale geldiği, azınlığın temsilcisi olan tek kişinin yönetimidir. Eğer bir gazetecinin “Diktatör müsünüz?” sorusuna “Bu hangi gazeteden?” tepkisi geliyorsa demokrasi ile diktatörlüğün tam sınırında bir yerde duruyorsunuz demektir.
Saldırı AKP’ye Değil Cumhuriyete Yapıldı | Serpil Çevikcan | Milliyet
Başbakan’ın Ankara saldırısının Ak Parti’nin tek başına iktidar olmasına karşı yapıldığına ilişkin sözlerine cevap veren Kılıçdaroğlu, “Bu saldırı size karşı değil, cumhuriyete karşı, bu ülkenin masum çocuklarına karşı yapıldı” dedi...
Başbakan Davutoğlu’nu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güdümünde hareket etmekle suçlayan Kılıçdaroğlu “Sen Başbakansın, biraz ondan kurtul, daha bağımsız hareket et. İki bakanı da derhal görevden al. Kendini bir kanıtla ya” diye konuştu...
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ankara’daki terör saldırısından sonra çıktığı Gaziantep gezisine eşlik ettik.
Katliamın ardından mitingler yerine sivil toplumla, halkla yüz yüze görüşme kararı alan CHP lideri, ilk durağı olan Gaziantep’te sorunları dinledi, projelerini anlattı.
Kılıçdaroğlu ile Gaziantep yolunda konuşma imkânı bulduk.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’yla yaptığı görüşmeden, katliamın arkasındaki güçlere, Suriye’de yaşananlardan 1 Kasım seçimine kadar birçok konuda tartışma yaratabilecek nitelikte açıklamalar yaptı.