Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Buket Harıkçı Yazio: Zaman Seni Seçti, Sen Kendini!
İnsanlık 350 bin yıldır tek bir amaç için burada; yaşamak… Fakat artık onun ötesinde bir yerlerde. Estetik, güçlü, donanımlı, kariyerli ve sürdürülebilir mutluluk peşinde. Tüm bunlar için kırmak, çalmak, kabalaşmak ve hakikatten uzaklaşmak pahasına hem de...
Şimdilerde insan; duyuları ve zekasıyla fark yaratmak ve bu farklılıklardan bir bilinç yaratarak rakiplerini elemine etmeye çalışmaktadır.
Yeterlilik duygusu barındırmayan, hızlı yemek dürtüsüyle beslendiğini zannedip aslında kendi alnına kendisi ile silah dayamaktadır.
Kendi dışında güç aramaktadır.
Suçlu olduğuna inandırılıp yine kendi türdeşlerden destek almak için kliniklere gitmektedir.
Vücudundaki ağrıların ve acıların müsebbibi olup, bunlarla mücadele etmeyi bilmeyen ve bunun için hastanelerde ömrünü geçirmektedir.
İnsan, başlarda mağarasında gün doğumuyla uyanıp gün batımıyla uyuyan, şimdi de vücudu ne kadar uyursa uyusun uyanamayan veya uyanmak için kendini bağımlısı olduğu takviyelerde bulmaya çalışmaktadır.
Evet biraz popüler olan spritüelizim akımına yakınlığı ve En’el Hakk gibi konularla olan bağlantısı sebebiyle ve çoğu kişinin hap bilgilerle karşılaştığını düşündüğü bu kitap bence hala yeterince kıymet bulamayan bir kaynak.
İçerisinde aslında kendiyle karşılaşan ve hayatının olumlu-olumsuz, zayıf veya en güçlü yönlerinin olduğu, kendi içindeki yaratanla karşılan Yazar; bir araştırma yapmaya başlar ve gittiği her yerde kendi yansımasıyla karşılaşır. Sorduğu cevaplar yine kendinden çıkarak kendine çarpar ve ne kadar ülke gezerse gezsin hep kendiyle buluşur.
Metoforik ve eleştirel tarzını yansıtarak aslında kendini şifalandırmaya başlar ve içinde olduğu dünyanın keşmekeşine karşı sadeleşmeye, arınmaya, ihtiyaç duymadığı hiçbir şeyi edinmemeye karar verir. İç sesinin ismi ‘’Dreamer’’ dır.
Türkçeleştirelim ‘‘Hayalperest”.
İçindeki hayalperest kişiyle öyle tahmin edildiği gibi hiç romantik olmayan sohbetlerle iç ve dış alemini keşfe çıkar.
Bu kitap için söylenecek anlatılacak ve tadılacak çok cümle var.
Birkaç tanesini sizin için buraya bırakıyor olacağım… Ve yüksek izninizle bu cümlelere dair kendi fikirlerimle biraz beslemeye çalışacağım…
‘’Kötü iyinin hizmetindedir…Her zaman.’’
Dünya üzerinde ne kadar açlık, kötülük, hata, yozlaşma, yanılsama varsa bu yine hep iyiyi ve güzeli bulma çabamızdan kaynaklanıyor. Zıtlıkları ile mücadele eden bir tek insan değil çünkü. Mevsimler bile kimine göre kötü veya iyi bir hal almakta.
Demek istediğim küresel ısınma gibi bir konu değil. Yazın-kışa dönmesi, kışın-ilkbahara dönmesi gibi… İhtiyacımız olan ne ise o iyi ne değilse o kötüyse; kötünün bile insana hizmetinin olduğunu söylemek mümkün olabiliyor.
Kötünün hizmeti, iyiliğin değerini arttıran destekleyici bir malzemedir. Fazla anlamlar yüklemeden amaç en güzel ve en iyiye gitmekse bir sakıncası yok. Kötülük de hizmetini edebilir. Yeter ki iyiliği hedefleyen zihnimiz ve varlığımızla devam edebilelim yaşantılarımıza.
“Hiçbir şey birdenbire olmaz.’’
Doğadaki her şey bir titreşimden meydana gelir ve bunun toplamına atom parçacığı denir. Ve maddelerin oluşma aşaması için yaratım aşaması, büyüme aşaması ve olgunlaşma aşaması vardır.
Tam olarak söylenen şey burada bu cümle ile her şeyin bir süreç barındırdığı ve her alan ve mekândan desteklendiğidir. Birdenbire olmaması o maddenin ve soyut varlığın değerini arttırır.
Bir ağacın kökleriyle toprağa tutunması gibi hem su kaynağına en derine ulaşması hem de gökyüzüne derinliklerine dikeyde genişlemeye çalışması gibidir. Her şey birbiriyle bağlı ve aşamalarla oluşmaktadır. Bir şeyleri hızlıca oldurmaya çalışmaksa onu değersizleştirmekten daha farklı bir boyut kazandırmaz.
‘’Hiçbir şeye bağımlı olma.’’
Basit, düz ve kolay bir cümle.
Bağımlı olma!
Bağımlı olmak demek aslına bakarsak biraz korkakça ve hastalıklı bir şey. Konu ister madde, ister bir duygu-düşünce, isterse insan olsun. Kötü olan bağımlılığa itildiğimiz o şey değil, bağımlılığa iten duyguyu anlayamamak. Sonrasıysa gayet keyifli… Onun yerine bağlılık kurulabilecek, faydaya dönebilecek başka başlıklar bulmak. Toplumsal ve bireysel bir yarara dönüşebilmesi ise insanın var olma ve anlam çabasında yaşam sevincini arttırabileceği için daha mutlu bir bireye dönüşmesiyle anlam bulacaktır.
Ve insanın asıl bağımlı olmaktaki duygusu kendisi dışında bir hayatın olduğuna inanmasıdır. İnsan sadece somut ihtiyaçları karşılandığında mutlu olduğunu düşünen bir varlığa dönüştükçe, onu bağımlılıktan uzaklaştıracak olan asıl şeyin, içindeki hakikatle olan mesafesinin yakınlığıdır. İnsanların ‘’hayır’’ diyememesi meselesinin de bir bağımlılık olduğunu söyler devamını kendi iç sesinizle tamamlamanızı isterim…
Bir diğer cümlemiz ise;
‘’Geçmişinde hala pek çok açık var; kapatılmamış hesaplar, hiç ödenmemiş iç borçlar, suçluluk hisleri, kurban durumuna düşmeler ve hepsinden öte kir-pas içinde olan karanlık köşeler…’’
Bu ifadeler içerisinden hemen hepimiz mutlaka bir tanesi olmak kaydıyla hissetmişizdir. İnsanın zaten sosyal zekâsı kendine zaman zaman suçlamalarla, pişmanlıklarla hizaya çekme ve dengeleme özelliğini bilhassa hissettirir.
Fakat asıl şey şu, tüm bu hisler bir adres olmalıdır kişi için. Bir harita özelliği sunmalıdır zihne. Aksi halde yaşadığımız sadece bir pişmanlık veya iç hesaplaşma koca bir ömre yansıyabiliyor, bedel ödetebiliyor. Hiç kimse kendi için en kötü şeyi veya senaryoyu hayal zaten etmez. Resmin tamımı en güzeli, kolayı ve iyisidir.
Fakat yaşadığımız bir takım tecrübe ve duygular zihnimizde kendini besleyen bir kötü hücre gibi çoğalıp koca bir bedene yansıma yapabiliyor. Buysa insanın uzun vadede intiharıdır. Şu demek değildir ki; yaptığımız zayiatı görmezden gelelim, yok sayalım, süpürelim havaya karışsın. Hayır… Fakat tüm duygu-düşünce- iç hesaplaşmalar bize bir okul ve öğrenme fırsatı sunmalıdır. Yaşam boyu kendimizi bir açık cezaevinde tutmayla sonuçlanmamalıdır.
‘’Fiziksel ölüm, her geçen gün içimizde gerçekleşen milyonlarca ölümün sadece maddeye dönüşen görüntüsüdür. Acıya düşkün ve ıstırap çekmeyi seven bir insanlıktan ödünç alınmış bir inancın kristalleşmesidir.’’
Yazar ve onun içindeki Dreamer aslında şöyle bir tespit sunuyor bu cümlesi ile; ölümün sadece bedenleri kapsamadığı, zihnen ve ruhen bazı parçalarımızın ve duygu durumlarımızın da ölebilme veya yaşayabilme yeteneklerinin olmasıdır. Ve kimi insan acı çektiğinde yaşadığını hisseder. Yok mu hepimizin etrafında bu düşünce yapısıyla çok kolay görünen şeyleri bile yapamayan, kendi işine engel olan, fırsat ve koşulları değerlendiremeyen, acı hissetmediğinde anlam bulmakta zorlanan tipler.
Sana kendini kötü hissettiriyorsa onun yanında kalmaya devam etmen bu yüzden işte. Bu acıdan, ayrımcılıktan, nefretten, kıskançlıktan beslenmek demek anlamına geliyor. Yani birileri birilerinin bir kere hayatına girerek zindanı olabiliyor. Sakinlik, huzur, coşku, neşeden kaçan, yüzünde küçük bir tebessümü barındırmayan tipler bu yüzden sürekli ya migren atakları ya kanser ya da travmaları yüzünden kutu kutu ilaç içiyor veya obez olabiliyor.
‘’Suçu olaylara yükleme.’’
Ne iyi ne kötüdür, olan. Her bir eylemimiz, her bir kararımız ve davranışımız bir fırsattır. Bize kendimiz hakkında kendimize söylediklerimizdir, yaşadıklarımız. Bu nedenle bir projeksiyon ışığı sunarız dünyamızın duvarlarına. Olaylar zihnimizde zuhur ederken seçimlerimizin bedenlenmesidir.
Düşleyen sen, yapan sen, buna ıstırap dolu anlamlar katan sen. Kim suçlu? İçindeki Tanrın mı? Sen mi? Senin düşünün seslerini duyan yaratım gücün mü? Ben her düşümün gerçekleştiğini gördükçe bunun bir masal olmadığını deneyimledikçe, etrafımda çiçek açması için seçtiğim insanlar ve olaylara karşı kapasitem epey gelişti. Umarım herkes içlerinden yükselen seslerin ayarıyla oynarken bütünün çıkarını korur ve kendimiz için ne istiyorsak bizimle aynı yeryüzünü paylaşan tüm canlılar için dilemiş oluruz.
‘’Düşler her zaman gerçekleşir… En karanlıkları bile.’’
Bu duygu insanın içini rahatlatan, yaşam sevincini arttıran ve kendisinin de yaratım sürecinde etken olmasıyla, varlığını değerli hissettiren bir şeye dönüşmeli. “Sen iste ben vermeye hazırım’’ denen inanmak ile ilgili ritüellerin, kaderinin biraz da elimizde olduğu bilgisiyle insanın kendi hayatını eğip bükebilir kılmıyor mu? Bu düşünce biçimiyle doğrudan aynı frekansta. En eski çağlarda yaşayan insanlar bile düşlerinin gerçekleşmesi için talepte bulunmuştur çeşitli ritüeller ve yaşam tarzları ile... Biz neden şu an teknolojinin, değişen ihtiyaçlarımızın ruhlarımızı deforme ettiğini bile bile hala uzaklaşarak kendimizi ve yeterliliğimizi küçümsüyor ve uzaklara gidiyoruz. Ruhsal şifamız için yeteneklerimizi neden görmezden geliyoruz?
1800’lü yıllarda yaşayıp sosyalist bir kuramcı olan “Antonio Gramsci” tüm zamanlara ışık tutan şu yorumuyla tam da burada misafir edilmeyi hak ediyor.
Bakınız “Düşüncede pesimist, davranışta optimist olamayız.” cümlesi ne kadar da zaman ötesi seslenmiş insanlığa değil mi?
Ve umarım hepimiz tüm canlılar için dünyayı, kurban olduğumuz bir yer değil, kendi hayallerimiz ölçütünde yarattığımız bir cennete dönüştürebiliriz. Ben kendim için ıstırap çekmeyi istediğimde de neşe, coşku, mutluluk istediğimde de kendime ve dünyama etkim olduğunu bilerek seçiyorum tercihlerimi. Uyanık kalmaya ve içinde bulunduğum duygu durumumun hangi noktaya ışık tutmak için benimle olduğunu sorguluyorum.
Bu sebeple dışarıda suçlu aramak yerine düşlerimi gözden geçiriyorum.
Ve Francis Bacon’un dediği gibi, “Bazı kitaplar tadılmalı, bazıları yutulmalı, birkaçı da ağır ağır çiğnenmeli ve sindirilmelidir. “Tanrılar Okulu” bana bu ve bundan daha fazlasını yaşattı.
İsterim ki daha fazla kitap sayfalarında daha fazla Buket’lerle karşılaşayım.
Sevgiler…
Yorum Yazın