Köle misin, Hizmetkar mı?
Hizmet ile köleliğin karıştığı noktada sistemin dengesi bozulur. Denge bozulunca zihin bozulur, beden bozulur, ruhun intikali zayıflar ve insan varlığı terkedilmiş, aidiyetsiz ve kopuk hisseder. Bu hissediş hali insanın bilincinde bir düzeltme sinyali olarak manalanmaz ise, insan yapımı sistemin sorgusuz kölesi olarak beden ömrünü tüketir.
Denge, yaşamın sırrıdır ve bu beden tarafından hissedilir.

Bizler beden mühendisleri olarak, kendi bedenlerinin sürücüleri olarak bu hissedişleri her an hizalamak ile görevliyiz. Bu görev bütün için gereklidir ama en çok yaşamı yaşamaya çalışan bizler için gereklidir.
Kişisel gelişim, iyi oluş hallerinin tüm savunucularının “akış” diye bahsettiği şey, bu dengedir. Dengede isek, hizalı isek, yaşam yağmurunun içimizden geçmesine uygunuzdur ve bu yağmur içimizden geçip aktıkça biz şeffaflaşır, okyanustaki damla oluruz.
Eğri bir duruşun yaşam yağmuru altında daha da bükülmesi, ağırlığından yorgun düşmesi çok olağandır. Yaşam ağır değildir, dengede duramayışımız yaşamı ağır algılamamıza ve deneyimlememize sebep olur.
Yaşamın dilini anlamıyor olmak canlılığı da bir noktada reddediyor olmak gibidir. Yaşam bizim kamburumuza tüm ışığını boşalttığında ağrıyan kamburumuzu bize işaret etmeden göstermiş olur. Eğer bir noktada sıkıntımız, ağırlığımız, kavgamız var ise orada denge bozulmuştur. Bu kavgaya bakmak -kendi kavgamıza bakmak aslında yaşamın dilini anlamaya çalışmak ile eşdeğerdir. Kavga ettiğimiz kişi,olay, sebep değildir önemli olan, sebebin asıl sebebi olan eğriliğimiz, kamburumuzdur.
Bu yüzden yağmura da, sebep olana da teşekkür ederiz. Bize kendi duruşumuzun resmini görmemize sebep olma görevini üstlendiği için…
Denge ilk başta sınırların net olmayışı ile bozulur. Kendi varlığının sınırlarını bilmeyen ve bilmediği için diğerlerinin bu sınırlardan içeri girmesine bilinçsizce izin veren varlıkların kendilerine ait alanları kalmaz, sırtı bükülür kendinden kopar ve sonuç olarak kendi alanını işgal etmiş olanların tebaası ya da işçisi olarak beden yaşamına devam eder.
Beden yaşamı diyorum çünkü bu eğrilik, zihin ve ruh bütünlüğünü bozmuş olduğundan yaşamı algılayan bilincin kerterizi de bozulmuş olur. Doğal olarak yaşadığı hayat akışta, coşkun ve her daim taze bir hayat değil, sürekli olarak bedeninin meyl ettiği noktaya dönen bir kavis yani tekrar ile devam eder.
Yaşamda tekrar eden her şey, yaşam enerjisi içinden çekilmiş olan şeylerdir. Bitmiş olaylar, eski düşünceler, yeni ve taze enerji üretmeyen her tür hal kendini tekrar eder. Bir sabit haline gelir.
Oysa yaşayan her bir zerre her an değişim gösterir.
Dolayısı ile akışın getirdiği anlık hissedişlerin dışında kalan varlık, takılıp kaldığı pozisyonun içinde sabitleştiğinden yaşamda olamaz.
İnsan varlığı ve aslında tüm varoluş kendisini yaşamakta özgürdür. Ancak bu özgürlük, diğerlerinin alanına sıçradığında dengede kırılmalar olur. Domino taşı gibi birbirine etki eder ve dokunduğu her varlığın belini büker, ta ki; kendi alanının içinde bükülmez şekilde duran bir varlığa denk gelene kadar. Bu varlık sınırlarını koruduğu için diğerlerinden etkilenmez. Güçlüdür. Gücü varoluşun karşısındaki duruşundan gelir, bilinçten gelir.
Evrensel kavramlar ile insan yapısı zihinsel kavramlar birbirinin aynı gibi görünse de aralarındaki süptil fark tüm sistem algısını ve yaşamı değiştirir.

Güç tanımı zihinsel yapıda hükmetmek iken, evrensel yapıda hakimiyettir.
Bütüne katkı zihinsel yapıda kölelik/işçilik iken -ki buradaki bütün tekildir, evrensel yapıda hizmettir ve çoğuldur.
Bütün evrensel yapıda tamamı kapsar, zihinsel yapıda tamamı temsil eden tekil varlığı işaret eder.
Hizmet kendini yok saymadan karşılığı tekil kişiden beklemeden, varoluşunu bütün için yani kendi büyük bedenin için kullanmaktır.
Kölelik ise kendinden büyük saydığın her yapı ve kişi için, varoluşunun tüm gücünü devretmektir.
Burada göz hizasını, dengeyi kaçırdığımız yeri görebiliriz. Bütünün algısında hiyerarşik bir yapı yoktur. Dengesiz programlanmış zihnin algısı hiyerarşiktir. Aşağıdakiler ve yukarıdakiler vardır.
Ama ikisinin de aynı olduğu bilgisi yok sayılmıştır.
Algıdaki ve manadaki ince nüanslar insanın özgürlüğüne giden yoldaki taşları kaldırabilir.
Gücümüzü devrettiğimiz/devredebileceğimiz her olgu biraz izlerseniz hem içeride hem de dışarıda aktif olarak çalışmaktadır.
İçeride yetersiz olduğumuzu söyleyen inancın sesi, karşılaştırma yapan ve kendi değerini buradan belirleyen zihnin sesi kendi sınıfını ve ait olduğu yeri belirler ve bu aidiyet karşılığında kendi yaşam gücünün bir kısmını ya da tamamını buraya devreder.
Görev tanımlarımız, fanatik olduğumuz futbol takımı veya şöhretli bir kişi, eğitim durumumuz, maddi durumumuz, yaşadığımız coğrafya/bölge, inançlarımız, cinsiyetimiz vb tüm konulara olan “değişmez” yargımız, biatımız bizim içerideki köleliğimize örnek konular olabilirler.
Bedensel olarak da bu inançların dışarıdakilere bağlı ipleri ile yönetilmemiz işten bile değildir.
Devlet sistemleri, şirket sistemleri, aşiret, sülale, eğitim sistemleri dışarıdaki hiyerarşik düzene örnek olabilirler.
Adı ne olur ise olsun, dengesini şaşırmış her yapı, bütüne değil bireysel kişiye hizmet eder hale gelir. İkisinin de adı hizmet olduğundan burada bir yanlışlık olduğu, dengesizlik olduğu fikri sonuçların deneyimlenmesinden -belki sonra gelir.
Bütünlük yok ise hizmet de yoktur.
Günümüz dünyası kölelik sistemini izleyerek geriye sardığımızda, bu sistemin nerede bozulduğunu araştırmaya başladığımızda aslında ilk müdahale gören tohuma kadar gidiyoruz.
Antik tarih araştırmacıları ve yazarları, anunnaki türünün, homosapiensi, dünyadaki altın madenini çıkarmak için kullandığını hatta daha dayanıklı olmaları için dna ları ile oynadığını söyler.
Yani aslında, hayvandan insana yani bilinçli düşünmenin ilk adımlarına yeni geçmiş bir türün kendi varlığına idraki; “hizmetinin/köleliğinin varoluşunun amacı olduğu inancında oldukları” nokta diyebiliriz.
Bu inanç ve deneyim, insan doğasının en temel yazılımlarından biri gibi duruyor. Ancak öncesi de var. Müdahalesiz, yaşamın akışından koparılmamış, bütünden kendini ayrı görmemiş zamanları da var türümüzün.
Bireysel karma bir yana dursun, toplumsal karmamız aslında her birimiz için koparıldığımız topraklara geri dönme ajandası taşıyor gibi.

Bu sadece bizim kültürümüze ait değil, tüm insanlığa ait bir görev.
Bütünlük, aynı “soru”nun etrafında dönmemiz ile kendini tekrar gerçekleştiriyor.
Her ne kadar her bireyin bu soruya cevabı farklı olsa da, süreçte yolumuzun özgürlükte kesiştiği ve zaten oyunun da tam olarak final noktasının burası olduğu düşüncesindeyim.
Değişik coğrafyalarda değişik kültürlerin sakladığı kadim bir hazine var: DNA.
Kendi ırklarının içinde bozulmadan ya da en az müdahale ile genişleyen topluluklar ilk günlerine ait bilgileri kendi DNAlarında hâlâ taşıyorlar.
Yahudilikte olduğu gibi, kendi içlerinde yapılan evlilikler ile aslında yazılımlarını en az ölçüde bozarak bu güne gelmişler ve hatta bence kutsal kitaplarını bir zerrelerinde bozulmadan taşıyorlar.
Yazılmış kitaplar insanlık dili keşfetmeden önce de vardı ve bu insanın, varlığın, kendi içindeki yazılımdan başka birşey değildi, şimdi de olduğu gibi.
bozulmamış, değiştirilmemiş topluluklar eski çağlara ait bilgileri de üzerlerinde taşıyan kütüphaneler gibiler. DNAlarımız bilginin yorumlanmamış (saf) kaynakları olarak içimizde açılmayı bekliyorlar.
Bugünkü teknoloji ile DNAsına ulaştığımız bir canlının bütünü hakkında bilgiye sahip olabiliyoruz. Görüntüsü, duygusu, davranışları… Hatta tekrar yaşama getirilen bazı canlı örnekleri bile mevcut. Gerisini tahmin etmek zor değil!
Şimdi, bugün Afrika’da bazı kabilelere dönüp baktığımızda, iki damla yağan yağmura sevinip, ölmenin ve öldürmenin doğallığında, rekabetin değil kuvvetin hasıl olduğu bir dünyada, bizim onlara acıdığımız, onların sebebini anlamadığı noktada aslında ait oldukları büyük bütünün gücünü görebiliyoruz.
Biz tekiliz, onlar bütün.
Biz tek insanız, onlar doğa.
Onun hizmeti yaşama, bizimki kendimize -ya da bizi temsil ettiğini düşündüğümüz dışsal kimliğimize-
Onların şartı, bireysel çıkarı yok, bizim her adımımızın bizden bile gizli bir sebebi var.
Bundan sebep onunki hizmet, bizimki kölelik.
Sırt sırta duran hizmet ve kölelik, doğanın, bütünün içinden kopmamış olan ile, kopmuş olan arasındaki farktan ibarettir. Yaptığı ve yapmadığı her şeyi kendi büyük bedeni (doğa ve kendi) için yapan ile herşeyi kendi küçük aklı için yapan arasındaki fark gibi…
Özgür bir yıl olsun!
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!