Görüş Bildir
Haberler
Kuşaklar ve Diğer Bazı Alafranga Şeyler (!)

etiket Kuşaklar ve Diğer Bazı Alafranga Şeyler (!)

Prof.Dr.Uğur Batı
20.02.2023 - 19:56 Son Güncelleme: 22.02.2023 - 16:00

Prof.Dr. Tayfun Uzbay, ülkemizin en değerli ve evrensel biliminsanlarından biri. Tıbbi farmakoloji alanında gerçekleştirdiği çalışmalarla alana ışık tutan ve yazdığı çok değerli kitaplara “okumayı” fazlasıyla hak eden bir yazar aynı zamanda. Tayfun Hocam’dan söz ederken kendisine ve gıyabında hep “okurun bol olsun” derim. En nihayetinde bu dileğimi buradaki, Onedio Yazio’daki köşeme taşımaya karar verdim ve kendisinin izni ve katkısıyla bir dizi halinde Hocam’ın son kitabı ve arka kapağını yazmaktan gurur duyduğum İnsanlar ve Yanılgılar kitabından bazı bölümleri sizle paylaşmaya başlıyorum.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

Prof. Dr. Tayfun Uzbay İnsanlar ve Yanılgılar kitabı ile bu yanılgıların sebeplerini; yanılgıların nöropsikolojisini, nörobiyolojisini ve nörokimyayasalını ele alıyor.

Prof. Dr. Tayfun Uzbay İnsanlar ve Yanılgılar kitabı ile bu yanılgıların sebeplerini; yanılgıların nöropsikolojisini, nörobiyolojisini ve nörokimyayasalını ele alıyor.

Kitabın arka kapağında yaptığım yorumda; “Ülkemizde bilim dünyasının en önemli figürlerinden olan Tayfun Uzbay Hoca’nın aşkta, bilimde, özgüvende, zihnimizde, belleğimizde, sebeplerde ve sonuçlarda nasıl yanıldığımızı gösteren bu eşsiz kitabı, tam da ihtiyaç olan bir zamanda ‘zamanın ruhunu’ bize açık eyliyor, iyi ki de yapıyor, iyi yapıyor' demiştim. Şimdi de bu yazıda noktasına virgülüne dokunmadan Tayfun Hoca’nın İnsanlar ve Yanılgılar kitabından kuşaklar ile ilgili bir kısmı sizinle paylaşacağım, bence iyi de yapacağım. 

Önümüzdeki dönemde dünyanın nasıl şekilleneceği, giderek artan dünya nüfusunu eşitlik ve ortak refah paydasında buluşturamayan kapitalizm ve uzantısı neoliberalizmin yerine yeni ve uygulanabilir başka bir modelin gelip gelmeyeceği, kanser, bağımlılık ve Alzheimer gibi önemli hastalıkların tedavisine yönelik gözle görülür aşama kaydedilip edilmeyeceği şu anda çoğunluğu üniversite öğrenim çağında olan bu kuşak tarafından belirlenecek.  

Z kuşağı taşıdığı oy potansiyeli nedeniyle siyasetin de gözdesi demiştik. Popülist politikalar Z kuşağının oylarına talip ve onlara yatırım yapmaya çalışıyor. Öte yandan Z kuşağı aynı zamanda ticaretin gözdesi. Dijital sistemi iyi kullanmaları, kolay erişilir olmaları, ergenlik döneminin de etkisiyle kolay alışveriş yapmaları ve markalara önem vermeleri onları güçlü bir ticari hedef haline getiriyor. Paralı eğitim için de Z kuşağı önemli bir kaynak. Eğitimin niteliğinden çok eğitimi alış kolaylığı ve eğitim sırasında kendilerine sunulan konfor onlar için oldukça önemli. Akademik eğitime de farklı bakıyorlar. Eğiticileri çok rahat eleştirirken kendilerinin eleştirilmesi ya da rahatlarını kaçıracak uygulamalara aşırı tepkililer. Bu yaklaşımları onları popülist yaklaşımlarla sunulan eğitim hizmetleri için de elverişli bir kaynak haline getiriyor.

Z kuşağının ebeveynlerini hem dijital teknolojiyi iyi kullanan hem de dijital devrim öncesi dönemi yaşayan çoğunlukla X ve Y kuşakları oluşturuyor. Özellikle ebeveyni X kuşağı olanlar kendilerini daha eşsiz ve önemli hissediyorlar. Öte yandan kendisinden bir önceki Y kuşağı güncel sorunların sorumluluğunu daha önceki kuşaklara özellikle de “baby bommer”lara yüklerken Z kuşağı da bundan ziyadesi ile etkileniyor. 

Z’lerin Y’lerle çatışsa da yaşlılara daha sert ve suçlayıcı bakmasının altında biraz da Y’lerin güncel problemleri önceki kuşaklara fatura etmesi var. Y’ler sütten çıkmış ak kaşık olurken daha eski kuşakları Z’lere hedef göstermeyi de ihmal etmiyorlar.  Covid-19 pandemisi sonrası ağırlaşacağı anlaşılan ekonomik sorunlar daha eski kuşakların hatalarına bağlanacak gibi görünüyor. Ancak bu sonucu değiştirmeyecek. Z’leri sıra dışı gelişmeler veya mucize çözümler ortaya çıkmaz ise pandemi sonrası zor günler bekliyor.

Ben bir sosyolog, ekonomist ya da kuşaklar arası ilişkileri değerlendirebilecek yetkinlikte bir sosyal bilimci değilim. Ancak bu konularda uzman olanların yazı ve yorumlarından da böyle bir çıkarıma gitmek zor değil. Ayrıca 1993 yılından bu yana üniversitelerde ders veriyorum. Y ve güncel olarak Z kuşağı ile yoğun bir ilişki içindeyim, geniş bir öğrenci topluluğu üzerindeki gözlemlerimin değerli olduğunu düşünüyorum. Sosyal medyayı da elimden geldiğince izliyorum. Z kuşağı gençlerin ve Y kuşağının sosyoekonomik ve eğitimle ilişkili konulara tepkileri ve yorumları da yukarıdaki ifade ve yorumlarımı doğruluyor.

 Örneğin, son zamanlarda iyice bozulan ekonomik dengenin ve derinleşen krizin Z kuşağını çok zorlayacağını, bunları aşabilmek için konforcu yaklaşımı terk edip önceki kuşakların neleri nasıl başardığını anlamaları gerektiğini ifade eden bir sosyal medya mesajıma özellikle Y kuşağından çok sert tepki geldi. Z’lere yönelik bu nasihate Z’ler bu kadar tepki vermezken Y’lerin bu kadar ağır tepki göstermesi ve bizi Z’lere hedef göstermesi Z’lerin yanılgısını artırmaktan başka hiçbir yarar sağlamayacak.

Y kuşağının Türkiye’nin yakın tarihini Z’lerden daha iyi bilmeleri lazım.

Y kuşağının Türkiye’nin yakın tarihini Z’lerden daha iyi bilmeleri lazım.

Aslında biliyorlar ancak çoğu görmezden geliyor. 27 Mayıs 1960 Darbesi, 12 Mart 1971 Muhtırası ve özellikle de 12 Eylül 1980 Darbesi’nin en çok zarar verdiği kuşak baby boomer’lar. 1980 sonrası dünyaya gelen Y’ler depolitize bir ortamda büyüdüler. Ekonomik, akademik ve siyasi alanda Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş uygarlık düzeyine eriştirmek için çalışan özellikle 1945-1965 arası doğanlar darbe süreçlerinde büyük bir kıyıma uğradılar. Birçok değerli öğrenci, siyasetçi, gazeteci, yazar ve akademisyen hayatını kaybetti, hapsedildi, işkence gördü ya da sürgüne zorlandı. Bu kuşak çağdaş bir ülkede yaşama, akıl ve bilim yolunda ilerleme uğruna hala bedel ödemeye devam ediyor. 

Sonrakiler bu konuda mücadele etmek yerine neoliberal sisteme uyum sağlayarak politikadan ve bir şeyler için mücadele etmekten genellikle uzak durdu. Gerçekte, kendinden önceki kuşakları suçlayıp sonra gelen Z’leri sözde koruyarak ikiyüzlü bir yaklaşım sergileniyor.

Bu eleştiriler tabii ki herkesi kapsamıyor. Ancak özellikle Türkiye’nin son kırk yılında genel tablo budur. Y kuşağı Türkiye’de askeri darbe sonrası Turgut Özal ile başlayan neoliberal politikalar şekillendirildi. Bu şekillendirmede en önemli belirleyici eğitimde kademeli olarak gerçekleştirilen yozlaşma ve gerileme oldu. Türkiye’de eğitimin son kırk yılda uğradığı erozyon ve gerileme başlı başına bir kitap konusu. Burada olan biteni ana hatlarıyla özetlemeye çalışacağım. 

12 Eylül 1980 darbesini izleyerek 1940’lardan başlayarak eğitime vurulmaya başlanan darbeler büyük bir ivme kazandı. Milli eğitim müfredatı ile sürekli oynanarak istikrarsız bir eğitim politikası izlendi. Adil bir fırsat eşitliğine dayanan nitelikli parasız eğitim yerini yavaş yavaş ticarileşen eğitime bıraktı. Felsefe ve mantık dersleri genel eğitim müfredatı içinde önemini yitirirken ezberci bir eğitim sistemi gelişti. Öğrenciler “sayısalcı” ve “sözelci” olarak sınıflandırıldı. Sayısalcılar edebiyat, tarih ve sosyal bilimlerin diğer önemli alanları ile ilgilenmezken sözelciler de matematik, biyoloji, fizik ve kimya gibi bilimlerin temellerinden uzaklaştı. Herhangi bir sayının sıfır ile çarpımının sıfıra eşit olduğunu bilmeyen sözelciler, önemli edebiyatçı ve şairleri tanımayan, harita üzerinde önemli illerin yerini gösteremeyen sayısalcılar var. Bana inanmayanlar televizyonlarda son derece popüler olan ve çok izlenen yarışma programlarında eski usul eğitimden gelen ortalama bir lise mezununun rahatlıkla yanıtlayabileceği sorularda nasıl çuvalladığını ve saçmaladığını görebilirler. Bu konudaki örnekler bir hayli fazla. 

Üniversitede ilk dersimi 1993 yılında verdim. Neredeyse aralıksız 30 yıldır üniversite öğrencilerine ders anlatıyorum. Öğrencilerin entelektüel derinliğindeki azalmayı ve ezberci eğitimin getirdiği olumsuz alışkanlıkların giderek arttığını gözlemliyorum. Tıp ve mühendislik öğrencileri açık uçlu yorum yapmalarını gerektirecek soru istemiyor. Çoktan seçmeli sorularda yanlışları eleyerek doğru yanıtı avlamayı seviyorlar. Çünkü uzunca bir süredir Anadolu liseleri, süper liseler, havalı kolejler ve üniversiteye giriş sınavlarını başarmak için dershaneler ve özel eğitimlerle desteklenen bol ezbere dayalı çoktan seçmelide doğru seçeneği bulma eğitimi aldılar. 

Düşünmek, yorum yapmak, bir konuya farklı açılardan bakabilmek, bir problemi farklı yollardan çözebilmek zahmetli iş. Bunun en güzel örneğini sosyal medyada veya derslerde okuduğunu anlamayan, kendini doğru ifade edemeyen, haklı eleştiri karşısında zor durumda kalınca kendisini eleştireni kibirli diye etiketleyen, biraz zora gelince “mobbing” çığlıkları atan gençlerde görüyoruz. Bu yıl yapılan üniversite seçme sınavında Türk öğrencilerin Türkçe sorulardaki başarı ortalamasının tüm geçmiş yıllara göre en düşük seviyede olması söylediklerimi destekliyor.

Öğrenciler fazla emek vermeden kolay ve pratik şekilde öğrenmek istiyor.

Bir şeyleri doğru öğrenmek için ciddi bir emek sarf etmek hiç istemedikleri bir şey. Haklılar da son kırk yıldır kademeli olarak sulandırılan ve kolaylaştırılan genel bir eğitim sisteminden geliyorlar. Ebeveynleri onları eşsiz bireyler olarak yetiştirmek için her türlü fedakarlığı yaptı. Ebeveynleri çevreleri ve kendileri onların dijital devrime gözlerini açmış çok özel çocuklar olduklarına inandırıldılar. 

Genel toplum yaşantısında Z kuşağı etiketi çok özel, farklı düşünen, dijital teknolojiyi müthiş kullanan ve çok donanımlı, önemli işler başarma potansiyeli olan çocuklara yapıştırıldı. Bu aslında neoliberal sistemin tüketici, harcamayı seven, lüks ve marka tutkusu olan bireyler oluşturmak için yürüttüğü bilinçli bir algı operasyonudur. Z kuşağının öncekilere göre daha özel ve donanımlı olduğu yanılgısı güncel toplumsal yanılgıların en önemlisidir. Gerçekte Z kuşağı adil ve eşit bir eğitim hakkından en mahrum olan kuşaktır. Önceki kuşaklardan daha donanımsızlar. Hatta dünyada aklı başında sosyal bilimciler tedbir alınmazsa ve telafi edici bir şeyler yapılmazsa bu kuşağın “kayıp kuşak” olabileceğini tartışıyor. Biz henüz bu tartışmaların farkında bile değiliz. Bizde eğitim kurumlarından ebeveynlere ve ticari markalara kadar her kesim Z kuşağına “çok özel” muamelesi yapmaya devam ediyor. 

Z kuşağının gerçekte donanımsız ve yetersiz olduğuna özellikle Y kuşağından olan ebeveynler şiddetle itiraz ediyorlar. Nasıl etmesinler? Bu çocuklar çok özel ve teknolojiyi onlardan bile daha iyi kullanıyorlar. İngilizce biliyorlar. Üniversitelerin İngilizce programlarında okuyorlar. Eski hocalar kendilerini yetiştirmiyorlar. Eski usul ders anlatıyorlar, halbuki bu çocuklar o tarz derslerden haklı olarak sıkılıyor. Onlar gibi düşünüp, onların dikkatini ve ilgisini çekecek şekilde ders anlatılması gerekiyor. Hocalar bu eşsiz çocukları anlayamadığı için sıkıcı ve demode dersleri ile onlara yetemiyorlar. 

Geçenlerde Z kuşağına yönelik bir sosyal medya paylaşımıma özellikle Y kuşağı ebeveynlerden büyük tepki geldi. Bir tanesi benim kuşağımın “en iğrenç” kuşak olduğunu bugün yaşanan tüm sorunlardan bu kuşağın sorumlu olduğunu ifade ederken, Z kuşağının çok özel olduğunu da vurgulamaktan geri kalmadı. Öte yandan, üniversite sınavında bu yıl yaşanan performans düşüklüğünün soruların kazık olması ile ilgisi olmadığını, eğitimdeki yozlaşmaya bağlı olarak öğrencilerde genel bir düşüşün söz konusu olduğunu ifade eden bir paylaşımım da bazı gençlerden ebeveynlerden ve öğretmenlerden tepki aldı. Onlara göre sorular iyi sorulmamıştı.

Tüm bu eleştirileri ve kızgınlığı çok iyi anlıyorum.

Tüm bu eleştirileri ve kızgınlığı çok iyi anlıyorum.

Eleştirilerin bir kısmında kısmen haklılık payı olsa da düşüncem odur ki, maalesef hem Z kuşağı hem de pohpohlayıcıları fena halde yanılıyorlar. Özgüven yanılgısı ve toplumsal değişim körlüğü bunun en önemli nedenleri arasında. 

Amacım kendimi haklı çıkarmaya çalışmak değil. Neden böyle düşündüğümü açıklamaya çalışayım. Amerika Birleşik Devletleri’ne gidip bir süre kalanlar iyi bilirler, Amerika’ya ilk kez seyahat edilirken hayal edilen Amerika ile karşılaşılan Amerika birbirinden çok farklıdır. İlk kez gidenler romantik Hollywood filmlerinde gördükleri Amerika ile karşılaşacaklarını düşünürler; dünyanın lideri ve en zengin ülkesidir. Toplumsal refah ve görgü üst seviyededir. Oysa gündelik yaşamda toplumun geniş kesimleri için bu çok da geçerli değildir. Ortalama bir Amerikalının eğitim seviyesi düşüktür, ortalama bir sağlık sigortası birçok hizmeti kapsamaz. Ortalama bir Amerikalı marketlerden veya zincir eczanelerden temin ettiği gıda takviyeleri ve elden piyasa satışı serbest karın ağrısından ishale çeşitli semptomları gideren ilaçlara kolayca ulaşır, ancak ağrının ya da ishalin asıl nedenini bulmaya yönelik sağlık hizmetlerine ulaşması zordur. Amerika ilaçların yan etkilerine bağlı olarak yaşlı ölümlerinin en çok görüldüğü ülkedir. 

Amerika’nın Harvard, Stanford, MIT, UCSD gibi dünya çapında çok iyi üniversiteleri vardır. Ortalama eğitim kalitesi bunların çok altında kalan birçok üniversitesi ve koleji de vardır, bunların sayısı çok daha fazladır ve toplumun daha geniş bir kesimine eğitim sunarlar. Ortalama bir Amerikalının asla ulaşamayacağı ve neden ulaşamadığına pek kafa yormayacağı müthiş bir lüks ve farklı fırsatlar da söz konusudur. Ancak bu fırsatlar sadece küçük bir azınlık için söz konusudur. Dünyanın her yerinde olduğu gibi sıra dışı, Hollywood filmlerine de konu olan, bazı başarı öyküleri vardır, ancak bunların sayısı azdır. 

Prof. Dr. İsmail Tayfun Uzbay Kimdir?

1982 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi (GATA) Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı’nda 1992 yılında doktorasını tamamladı. Aynı bölümde 1995 yılında doçent, 2003 yılında profesör unvanını aldı. 1997-1999 yılları arasında ABD’de, University of North Texas ve İtalya’da University of Cagliari’de araştırıcı öğretim üyesi olarak çalıştı. 2003-2011 yılları arasında GATA Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı, 2011-2013 yılları arasında GATA Yüksek Bilim Konseyi üyesi olarak görev yaptı. 2003-2012 yılları arasında TÜBİTAK Ulakbim Türk Tıp Dizini Kurulu üyeliği ve 2004-2012 yılları arasında Sağlık Bakanlığı Madde Bağımlılığı Tedavi Usulleri Bilim Komisyonu üyeliği görevlerini yürüttü. 2007-2016 yılları arası Türk Eczacıları Birliği (TEB), Eczacılık Akademisi Bilim Kurulu Üyesi, 2016-2019 yılları arasında Eczacılık Akademisi Başkanlığı görevini yürütmüştür. Halen T.C. Üsküdar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Dâhili Bilimler Bölüm Başkanıdır. Ayrıca Nöropsikofarmakoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi (NPFUAM) müdürlüğü ve Rektör Danışmanlığı görevlerini de yürütmektedir. 43. Dönem (2021-2023) TEB Merkez Heyeti Üyesidir.

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
Reklam
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda
Reklam
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın