İyi çocuk olmak, boyun eğmek, sorgulamamak, eğlenmeye yönelik isteğini dizginlemek, işverenlerinin veya köleler için sahiplerinin buyruklarını yerine getirmek demekti. Elbette bu tarz bir eğitimin başarılı olabilme şansı yoktu, bireylerin keşfetme içgüdüleri ağır basıyordu, bu sebeple eğitimde değişimlere gidilmesi ve bu sistemin yumuşatılması kaçınılmazdı. Tabi bu yumuşamanın dereceleri ve başarılı olup olmadığı tartışmaya açık bir konu. Hâlâ çocuklara verilen özgürlüğün kısıtlı olduğunu ve verilen eğitimin, o sistemin gerektirdiği şekilde işçiler yaratmaya yönelik olduğunu görebiliyoruz.
Bu yüzyılda zorunlu eğitim fikrinin de geliştiğini, ilk okulların açıldığını, ilk başlarda çocuğunun dini kurumlara bağlı olduğunu, sonrasında ise Rönesans ve Reform hareketleriyle bağımsız hale gelmeye başladığını görüyoruz.
19. ve 20. yüzyıl içinde, okullar yavaş yavaş bugün bildiğimiz haline doğru evirilmeye başladı. Disiplin metotları daha insancıl, dersler daha seküler hale geldi, eğitim verilen konular genişledi, zorunlu eğitimin süresi arttı. Zaman içinde, nasıl yetişkinler meslekleriyle kendilerini tanımlıyorlarsa, çocuklar da kendilerini okudukları okul ve sınıflarıyla tanımlar hale geldi. Çünkü nasıl yetişkinler günde 8 saat mesai yapıyorlarsa, öğrenciler de 6-8 saatlerini okulda geçiyor, üzerine ödevlerle veya farklı kurslarla günlerine devam ediyor.
Günümüzde okullar eskisine göre daha yumuşak ama eğitimle ilgili bazı anlayışlar henüz değişmiş değil. Hâlâ öğrenmenin zorluğu konusunda otoriteler hem fikir, bu yüzden öğrencinin öğrenme için zorlanması, öğrenmenin doğal yollarla, kendi kendine gelişmeyeceği düşüncesi hâkim. Öğrenmenin zamana ve mekâna bağlı olduğu görüşü geçerliliğini koruyor ve ölçme-değerlendirme hâlâ efektif ve gerçekçi değil. Bu sebeple ödevler, kurslar, sınavlar aktif rol oynuyor eğitimde. Öğretilecek konular profesyonel eğitimcilerle belirleniyor, çocukların tercihleri ve zevkleri gözetilmiyor, herkes için aynı müfredat ve öğretme yöntemi uygulanıyor.
Yorum Yazın