Ölmek Var, Vazgeçmek Yok- Mickey7’nin Absürt ve Varoluşsal Macerası
Bilim kurgu, bazen insanı sonsuz evrenin derinliklerine sürükleyen muhteşem bir keşif aracı, bazen de iç dünyamızdaki en karanlık sorularla yüzleşmemizi sağlayan bir ayna. Edward Ashton’ın Mickey7’si ise tam olarak bu iki unsuru mükemmel bir dengeyle harmanlayan hem düşündüren hem de kahkaha attıran bir roman. Yani, ölmekten bıkmayan bir karakterin hikâyesi nasıl bu kadar eğlenceli olabilir, diyorsanız, işte burada Ashton’ın ustalığı devreye giriyor.
Olay şu: Mickey Barnes, bir Expendable, yani kolonileşme misyonlarında en pis, en ölümcül, en “Aman Mickey baksana şuraya ne olacak?” denecek işlere koşulan bir adam.

Çünkü öldüğünde, hafızası bir sonraki kopyasına aktarılıyor ve Mickey kaldığı yerden devam ediyor. Ne şahane bir sistem, değil mi? Ölmek, bizim için bir son olabilir ama Mickey için yeni bir iş günü. Ta ki işler biraz sarpa sarana kadar… Çünkü Mickey7, öldü sanıldıktan sonra yerine Mickey8 üretiliyor. Yani Mickey bir nevi, sabah işe gelirken yerine başkasının alındığını öğrenen çalışan gibi, ama işten atılmak yerine kelimenin tam anlamıyla yok edilmek isteniyor. Eh, iki Mickey’nin bir kolonide yaşaması da lojistik açıdan pek hoş karşılanmıyor. Yönetim, Mickey8’i seçmek istiyor çünkü taze kopya, eski olanın bütün travmalarını taşımıyor. Mickey7 ise gayet anlaşılır bir şekilde, yok edilmek istemiyor. Açıkçası, bu noktada hepimiz onun tarafındayız.
Roman, burada sadece bilim kurgu olmaktan çıkıp ciddi felsefi sorular sormaya başlıyor. Hafızalar transfer ediliyorsa, kim gerçekten kimdir? Mickey7 ve Mickey8 aynı kişi mi? Yoksa her yeni versiyon, eskisinden bağımsız bir varlık mı? “Ölüm” dediğimiz şey, gerçekten bir son mu, yoksa sadece yazılımsal bir güncelleme mi? İşin daha da ilginç yanı, Mickey sadece hayatta kalmaya çalışmıyor, aynı zamanda kendisini tüketilebilir bir kaynak olarak gören sisteme karşı varlığını kanıtlamaya uğraşıyor. Asıl mesele sadece klonlanmak değil, birey olarak değer görüp görmemek. Kapitalizmin “yerine yenisini koyarız” mantığının biyolojik bir versiyonuyla karşı karşıyayız.
Ama Mickey7yi bu kadar eğlenceli yapan şey sadece bu felsefi sorular değil, Ashton’ın ironik, esprili ve tam anlamıyla “Tamam, şimdi kesin öleceğim.” diye düşünen ama her defasında kıl payı sıyrılan Mickey karakterini yaratma biçimi. Mickey, tipik bir kahraman değil; bir uzay misyonunda bulunmayı cidden istemeyen, işin ciddiyetini tam anlamıyla kavrayamayan, ama bir şekilde hep hayatta kalmayı başaran biri. Yani, bilim kurgu tarihindeki büyük düşünürlere bakarsak, kendisi kesinlikle bir Jean-Luc Picard değil, ama hayatta kalma içgüdüsüyle bazen yanlış, bazen çok doğru kararlar veren, gayet insani bir karakter. Ve işin güzel tarafı, okuyucu olarak onunla hemen bağ kuruyoruz. Çünkü hepimiz, hayatta Mickey kadar şanslı (veya şanssız) anlar yaşamışızdır.
Romanın anlatımı hızlı, akıcı ve zekice. Uzayın derinliklerinde geçen bir hikâye olmasına rağmen, diyaloglar ve karakterlerin içsel monologları inanılmaz gerçekçi ve tanıdık. Ashton burada, bilim kurgu türünün en iyi yaptığı şeyi başarıyor: İnsanı bir uzay kolonisinin ortasına bırakıp, aslında en temel insani meseleleri konuşturuyor. Kimlik, birey olma, sistem karşısında varlık mücadelesi, etik sorular… Hepsi var, ama bunları öyle kasvetli, ağır bir dille değil, gayet eğlenceli ve keyifli bir tempoyla veriyor.
Tabii, bu romanı okurken aklınızda tutmanız gereken bir şey var: Eğer bilim kurgudan hiper-realist, tamamen teknik detaylarla dolu bir anlatım bekliyorsanız, Mickey7 sizi tatmin etmeyebilir. Ama eğer bilim kurguya biraz kara mizah, biraz varoluşsal kriz, biraz da absürd karakterler eklenirse keyif alırım diyorsanız, bu kitap tam size göre.
Ve tabii ki, Mickey7 beyaz perdeye de taşınıyor.

Bong Joon-ho’nun yönetmenliğinde, Robert Pattinson başrolünde Mickey17 adıyla sinemaya uyarlanıyor. Filmin tonunun ne kadar kitaba sadık kalacağı büyük merak konusu ama Mickey’nin her versiyonuyla kaotik ve zekice bir hikâye sunduğunu bildiğimiz için, en azından izlemeye değer bir yapım olacağı kesin.
Mickey7, bilim kurgu seven ama bunu eğlenceli ve düşündürücü bir anlatımla deneyimlemek isteyenler için şahane bir seçim. Bilim kurgu okumanın uzayda süzülmek gibi hissettirdiği anlar olur ya, işte bu kitap da tam öyle. Ölmek ve yeniden doğmak üzerine bu kadar eğlenceli bir roman yazmak herkesin harcı değil. Eğer henüz okumadıysanız, bir Mickey deneyimine atılmak için güzel bir zaman olabilir. Ama lütfen, kendinizi iki kopya oluşturup sistemden kaçmaya çalışırken bulmayın. En azından henüz…
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!