Özgür Akın Yazio: Depremde Hayat Kurtaran Teknolojiler
'Türkiye’de aktif olan çeşitli fay hatları var. Ülkemiz bir deprem kuşağında yer alıyor. Her an büyük bir depreme hazırlıklı olmalıyız...”
Bu ve benzeri söylemleri hemen her gün televizyonlarda duyuyor, çeşitli kaynaklardan okuyoruz değil mi? Evet, ülkemiz faal bir deprem kuşağının tam üzerinde bulunuyor ve yüz ölçümünün yaklaşık %92'si bu durumdan direkt olarak etkileniyor. Hemen her gün bir deprem veya küçük sayılabilecek sarsıntılar yaşanabiliyor ülkemizde. Ne yazık ki yakın tarihimiz yıkıcı sonuçlar meydana getiren depremlerle dolu. Özellikle 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi hafızalarımızdan silinmeyecek acılarıyla birlikte, üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen hala etkilerini sürdürüyor. Türkiye'nin kuzey bölgesinin neredeyse tamamından geçen Kuzey Anadolu fay hattının batı bölümünde meydana gelen deprem, 17 Ağustos 1999 saat 03.01'de başladı ve 45 saniye sürdü. Depremin şiddeti Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi tarafından 7,8 olarak ölçüldü. Yaklaşık 18.000 vatandaşımız hayatını kaybetti, 50.000'e yakın vatandaşımız ise yaralandı. Maddi kayıpları ise milyarlarca lira...
Deprem felaketini 17 Ağustos'tan önce de yaşayan ülkemiz, deprem gerçeği ile ciddi anlamda ilk defa bu denli yüzleşmek zorunda kaldı.
Japonya depremlerin sık ve şiddetli yaşandığı bir ülke olduğu için deprem ile nasıl baş edileceği konusunda zamanla çeşitli teknolojik araçlar geliştirdi. Bunlardan en etkili olanı ise sismik izolatörler.
Daha sonra kullanımı yaygınlaşamaya başlayan sistem; 2013 yılında Sağlık Bakanlığı'nın yayınladığı bir genelge ile öncelikle 1. ve 2. derece deprem riski bulunan bölgelerde inşa edilen yüzden fazla yataklı hastanelerin inşasında mecburi hale getirildi. Bu genelge ile birlikte özellikle yeni inşa edilen hastanelerde izolasyon uygulamasının arttığı görüldü. Milli Eğitim Bakanlığı'nın çalışmaları neticesinde okullara da yakın zamanda bu izolasyon uygulamasının yapılması öngörülüyor. Sistem bugüne kadar gerçek depremlerde gösterdiği sonuçlar ile kullanılabilirliğini test ettirmiş oldu. Şimdiye kadar depremden sonra hasar görmüş ve fonksiyonunu yerine getirememiş bir bina tespit edilmedi. Bu yönden aslında sismik izolatörler, doğal ortamda ve gerçek koşullarda test edilip kendini ispatladı diyebiliriz.
Sistemin maliyeti ise faydasına oranla çok düşük seviyelerde. Öyle ki bu oran bir binanın kolon ve kirişlerine harcanan ücretin %10'una tekabül edebiliyor. Sistemin gerekli şartlar sağlandığı takdirde sadece yeni yapılan binalara değil, mevcut binalara da uygulanabilmesi mümkün. Bunun için binanın çok eski olmaması ve etrafında çok yakın binaların bulunmaması gerekiyor. Peki başlıkta da belirttiğimiz gibi hayat kurtaran teknolojiler sadece izolatörlerden mi ibaret? Hayır elbette. Birazdan değineceğim yöntem ve uygulamalar da en az izolatörler kadar etkili ve önemli. Özellikle de deprem sonrası için.
Değişen dünya şartları ve gelişen teknoloji hayatın her alanında birtakım ihtiyaçları da beraberinde getirmekte.
Diğer bir teknoloji ise hepimizin son dönemlerde sıkça adını duyduğu ve birçoğumuzun da kullanımına yönelik merak duyduğu insansız hava araçları dronlar.
Deprem gerçeği ile yaşamak zorunda olduğumuz ülkemizde, tüm binalarımız için teknolojik ürün ve yöntemlerle önlem alınmasının hayati derecede önemli olduğunu bilmek gerek
Bu noktada ilk ve öncelikli esas bu izolatörler veya farklı tedbirlere yönelik hukuki düzenlemelerin yapılmasıdır. Dolayısıyla ilgili inşaat firmaları, mimarlar ve mühendisler için gerekli bilgilendirmeler yapılmalı ve uygulamalar hayata geçirilmelidir. Bugün geldiğimiz noktada teknolojiye sahip olan milletler büyük bir hızla gelişim gösterirken, ileri teknolojide söz sahibi olamayanlar ise gelişmiş ülkelere bağımlı hale geliyor.
Dolayısıyla ülkelerin rekabet güçlerinin tek anahtarı teknolojidir ki, bir ülkenin dünya ekonomisinden pay alabilmesindeki en belirleyici faktör; bilim ve teknoloji alanında sahip olduğu üstünlük ve Ar-Ge’ye yapmış olduğu yatırımlardır. Tam da bu noktada teknolojik bağımsızlık olmadan, tam bağımsızlığın olamayacağının unutulmaması gerekir. Zira günümüzde toplumları yönetmek, bilgiyi yönetmektir, bilgiyi yönetmekte ancak teknolojiyle mümkündür. Teknolojiye yönelik atılımların henüz başlangıç aşamasında olduğu ve deprem, sel gibi afetlerin sıkça yaşandığı ülkemizde hukuki alt yapı ve Ar-Ge başta olmak üzere gerekli tüm atılımların ivedilikle yapılarak bu yönde oluşturulacak çalışmaların tatbik edilecek noktaya ulaştırılması gerekmekte.
Bilim ve teknolojiyi geriden takip etmek, el yordamı ile ilerlemeye benzer. Tünelin sonundaki ışığı görmek ve ışık huzmesini derlemek ancak bilim ve teknolojinin gölgesinde mümkündür.
Yorum Yazın