Pinokyo: Yeni Düzende Bir Kukla Hikâyesi
Modern dünyanın karanlık yüzünde, siyaset bir zamanlar insanlık için umut ve adaletin temsilcisi iken, artık çıkar ilişkilerinin, manipülasyonun ve yalanların merkezi haline gelmiştir. Bu düzen, yalnızca kirli oyunların değil, aynı zamanda iyi niyetlerin nasıl kötüye kullanılabileceğinin de sahnesidir. İyiliğin, masumiyetin ve saf arzuların nasıl yozlaştırıldığını görmek için etrafımıza bakmamız yeterlidir. Bu hikâye de tam olarak bu çarpıklığın bir alegorisi olarak karşımıza çıkıyor.
Gepetto Usta gibi sade, saf niyetlerle yola çıkanlar, ellerinde tuttukları masumiyeti birer araca dönüştürdüklerinde farkında olmadan sistemin bir dişlisine dönüşürler. Onların sevgiyle yoğurduğu her şey, güç ve hırsla yoğrulmuş bir düzenin içine çekilir. Masum bir kukla olan Pinokyo'nun bile, doğruyu değil işe yarayanı söylemeyi öğrenmek zorunda bırakıldığı bir dünyada, gerçeklik kaybolur. Bu, sadece bir kuklanın değil, tüm bir toplumun yavaş yavaş bir sahne dekoruna dönüşmesinin hikâyesidir.
Esas hikâyeyi hatırlayalım:
Gepetto’nun pişmanlığı derindi çünkü o, bir can yaratmış olmanın mutluluğuyla değil, bu canın yalanlarla beslenerek bir güç oyununa dönüşmesini izlemekle yüz yüzeydi.
Pinokyo'nun her alkışlanışı, Gepetto’nun kulaklarında bir yankı gibi çınlar, kalbinde derin bir sıkıntıya dönüşürdü. “Ben onu sevgiyle yoğdum, ama sevgiyle büyüyemedi” diye düşünürdü, ahşap yüreğini kıran her yeni vaatle.
Bir gece, Gepetto eski atölyesine kapandı. Ellerini nasırlı avuçlarına gizleyip, tahta talaşlarının arasında kaybolan anılarını düşündü. Pinokyo'yu ilk yaptığı an, ona hayal ettiklerini, saf ve temiz bir dünya bırakma arzusunu hatırladı. Oysa Pinokyo, gerçek bir çocuk olmak yerine, gerçek dünyanın sahte yüzüyle büyümüştü. Gepetto, pişmanlığını yontabileceği bir tahta parçası aradı; ama bazı hatalar ne kadar yontulsa da izlerini taşırdı.
Ve belki de en acısı, Gepetto’nun şu gerçeği fark etmesiydi: Pinokyo bir kukladan fazlası değildi, ama onu bu hale getiren sadece sihirli bir odun değil, onu büyük yalanlarla yoğuran düzenin ta kendisiydi.
Bir gün Pinokyo, halkın karşısına çıkıp şöyle dedi:
Gerçek, artık bir yük gibi görülüyordu. Sorgulamak yorucuydu; inanmak ise kolay.
İnsanlar, hayali refahın sıcak kucağında, görünmez yalanların arasında huzur buluyordu. Yalanlar ne kadar büyürse büyüsün, inancın boyutunu aşamıyordu. Çünkü en derin yalan, aslında görmek istemediğimiz gerçeğin ta kendisiydi.
Zamanla, bu durum sıradanlaştı. İnsanlar, yalanların içinden gerçeği seçmek yerine, en güzel parlayan yalanı seçmeyi tercih etti. Gazetelerde parlak başlıklar atılıyor, televizyonlarda umut dolu vaatler yankılanıyordu. Herkes bir umut satıcısına dönüşmüş, gerçeği pazarlamak yerine hayalleri parlatmayı meslek edinmişti. Meydanlarda yükselen alkış sesleri, aslında duyulmayan hayal kırıklıklarını bastırmak için atılan çığlıklardı.
Evlerde, kahvelerde, sokaklarda insanlar birbirine aynı sözleri tekrar edip duruyordu: 'Bu sefer olacak! Bu sefer her şey değişecek!' Oysa değişen tek şey, yalanların ambalajıydı. Renkler yenileniyor, sloganlar tazeleniyor, ama öz aynı kalıyordu. İnsanlar, bir kez daha umut etmeye hazır hale getiriliyor, her hayal kırıklığından sonra yeni bir yalanın kucağına sığınıyorlardı.
Gerçeği sorgulamak, rahatsızlık veriyordu; çünkü sorgulamak, yüzleşmeyi gerektiriyordu. Ve yüzleşmek, inşa edilmiş o parlak sahte dünyayı yerle bir etme riskini taşıyordu. Bu yüzden yalanlar büyüdükçe, insanların içindeki huzur da bir o kadar büyür gibi görünüyordu. Ama o huzur, aslında yalnızca ince bir sis perdesiydi; altında kaybolmuş gerçekler, unutulmuş sorular ve bastırılmış hayal kırıklıkları yatıyordu.
Çünkü bazen en derin karanlık, ışığın en parlak olduğu yerde saklanırdı.
Atölyesinin bir köşesinde eski bir kukla parçası duruyordu.
O parça, Pinokyo'nun ilk haliydi; masum, sade ve saf. Gepetto, o parçaya dokunurken titrerdi elleri. Çünkü o parça, ona unuttuğu bir şeyi hatırlatırdı: Sevgiyle yoğrulan her şey, doğru bir rehberlik olmadan kaybolabilir. Ve bazen bir babanın en büyük pişmanlığı, çocuğunun kayboluşunu izlemek değil, onu doğru yola getirememiş olmaktır.
Halk alkışladı, tezahürat etti. Kimse burnunun uzadığını fark etmedi. Çünkü herkes aynı masala inanmak istiyordu. Hakikat, rahatsız edici bir detaydan ibaretti.
Pinokyo’nun hikâyesi böylece sürüp gitti. Yalanları büyüdü, burnu da. Ama büyük yalanların dünyasında, kimse gerçeği görmek istemedi. Çünkü bazen en büyük sihir, bir yalanı tekrar tekrar söylemekti; ta ki herkes ona inanıncaya kadar.
Ancak her yalanın bir sınırı, her düzenin bir kırılma noktası vardı.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!