onedio
Görüş Bildir
article/comments
article/share
Haberler
Pinokyo: Yeni Düzende Bir Kukla Hikâyesi

etiket Pinokyo: Yeni Düzende Bir Kukla Hikâyesi

Hüsamettin Oğuz
13.02.2025 - 00:03

Modern dünyanın karanlık yüzünde, siyaset bir zamanlar insanlık için umut ve adaletin temsilcisi iken, artık çıkar ilişkilerinin, manipülasyonun ve yalanların merkezi haline gelmiştir. Bu düzen, yalnızca kirli oyunların değil, aynı zamanda iyi niyetlerin nasıl kötüye kullanılabileceğinin de sahnesidir. İyiliğin, masumiyetin ve saf arzuların nasıl yozlaştırıldığını görmek için etrafımıza bakmamız yeterlidir. Bu hikâye de tam olarak bu çarpıklığın bir alegorisi olarak karşımıza çıkıyor.

Gepetto Usta gibi sade, saf niyetlerle yola çıkanlar, ellerinde tuttukları masumiyeti birer araca dönüştürdüklerinde farkında olmadan sistemin bir dişlisine dönüşürler. Onların sevgiyle yoğurduğu her şey, güç ve hırsla yoğrulmuş bir düzenin içine çekilir. Masum bir kukla olan Pinokyo'nun bile, doğruyu değil işe yarayanı söylemeyi öğrenmek zorunda bırakıldığı bir dünyada, gerçeklik kaybolur. Bu, sadece bir kuklanın değil, tüm bir toplumun yavaş yavaş bir sahne dekoruna dönüşmesinin hikâyesidir.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Esas hikâyeyi hatırlayalım:

Esas hikâyeyi hatırlayalım:

Bir zamanlar, Toskana'nın küçücücük bir kasabasında, siyasetin rüzgârından uzak, sade bir marangoz yaşardı: Gepetto Usta. Yalnızlıktan yorulmuş, kendi dünyasına bir ses katmak isteyen Gepetto, bir gün sihirli bir odun parçası buldu. Ama bu odun diğerlerinden farklıydı; çünkü içinde gözle görülmez, ama hissedilir bir güç barınıyordu: Çıkarların sesi.

Gepetto, bu sihirli odunu işleyerek bir kukla yaptı. Adını da Pinokyo koydu. Fakat Pinokyo bir kukladan fazlasıydı; o, hayatta kalmak için doğruyu değil, işe yarayanı söylemeyi öğrenmek zorundaydı. Pinokyo, siyasetin ışıltılı sahnesine adım attığında, yalanların büyüsüyle tanıştı. Ne zaman ki bir gerçeği çarpıttı ya da bir vaadi tutmayacağını bile bile verdi, burnu uzamaya başlardı. Ancak şöyle bir fark vardı:

Bu yeni düzende uzayan burnu kimse görmüyordu. Çünkü herkesin burnu aynı şekilde uzamıştı. Artık uzun burunlar, siyasetin yeni normaliydi. Uzun burunlar, tecrübenin, ustalığın bir işareti olarak kabul ediliyordu. Hatta bazıları, burnu en çok uzayanı en başarılı lider olarak görüyordu. Pinokyo, bu yeni düzende yalanların sadece bireysel çıkarlar için değil, toplumu bir arada tutmak için de kullanılabileceğini fark etti. İnsanlar, rahatsız edici gerçekler yerine, iç ısınıklı yalanlara sarılmayı tercih ediyordu ve Pinokyo, her yalanının ardından biraz daha yükseldi, biraz daha alkışlandı, biraz daha unutulduğunda yalanlarının içine sığıyordu.

Pinokyo, zamanla öğrendi ki yalan söylemek sırf bir kusur değil, bir beceri olarak da sunulabilirdi. Dürüstlük ise, sadece kaybedenlerin lügatında yer alan eski bir kavramdı. Gepetto Usta ise kenardan izliyordu; yaptığı kuklanın, bağımsız düşündüğü her an yeni bir propaganda stratejisine dönüştüğünü görerek içten içe kahroluyordu.

Gepetto’nun pişmanlığı derindi çünkü o, bir can yaratmış olmanın mutluluğuyla değil, bu canın yalanlarla beslenerek bir güç oyununa dönüşmesini izlemekle yüz yüzeydi.

Pinokyo'nun her alkışlanışı, Gepetto’nun kulaklarında bir yankı gibi çınlar, kalbinde derin bir sıkıntıya dönüşürdü. “Ben onu sevgiyle yoğdum, ama sevgiyle büyüyemedi” diye düşünürdü, ahşap yüreğini kıran her yeni vaatle.

Bir gece, Gepetto eski atölyesine kapandı. Ellerini nasırlı avuçlarına gizleyip, tahta talaşlarının arasında kaybolan anılarını düşündü. Pinokyo'yu ilk yaptığı an, ona hayal ettiklerini, saf ve temiz bir dünya bırakma arzusunu hatırladı. Oysa Pinokyo, gerçek bir çocuk olmak yerine, gerçek dünyanın sahte yüzüyle büyümüştü. Gepetto, pişmanlığını yontabileceği bir tahta parçası aradı; ama bazı hatalar ne kadar yontulsa da izlerini taşırdı.

Ve belki de en acısı, Gepetto’nun şu gerçeği fark etmesiydi: Pinokyo bir kukladan fazlası değildi, ama onu bu hale getiren sadece sihirli bir odun değil, onu büyük yalanlarla yoğuran düzenin ta kendisiydi.

Bir gün Pinokyo, halkın karşısına çıkıp şöyle dedi:

Bir gün Pinokyo, halkın karşısına çıkıp şöyle dedi:

“Sevgili vatandaşlar, size büyük değişimler vadediyorum! Artık her şey daha iyi olacak! Eğitimde devrim yapacağız, işsizlik tarihe karışacak, enflasyon düşecek herkes refah içinde yaşayacak! Yollar parlak, gökyüzü mavi olacak, hatta her sabah güneş sizin için doğacak!'

Pinokyo'nun sözleri kitleleri büyülüyordu. O kadar güzel ve süslü cümleler kuruyordu ki, halk vaatlerin gerçekte ne anlama geldiğini sorgulama gereği bile duymuyordu. Çünkü umut, sorgulamanın önüne geçiyordu. Pinokyo, her yeni seçim döneminde aynı vaatleri daha da parlak cümlelerle süsleyip tekrar ediyordu. Asfalt dökülmeyen yollar, bitmeyen inşaatlar, hayali projeler artık sadece kâğıt üzerinde değil, zihinlerde de tamamlanmış gibiydi. Herkes görmek istediğine inanıyordu.

Pinokyo'nun her yalanında biraz daha büyüyen burnu, artık görünmezdi; çünkü halk, gözlerinin önündeki gerçeği değil, kulaklarının işittiği vaatleri görmek istiyordu. Vaatlerin rüzgârında savrulan halk, umutlarının ardında koştukça, gerçeğin izleri daha da silikleşiyordu. İnsanlar, her sabah uyanıp aynı sorunlarla karşılaştıklarında bile, dün duydukları parlak sözlerin sıcaklığına sığınıyorlardı. Pahalılık, işsizlik kuyruğunda bekleyen yüzler, boş vaatlerin gölgesinde daha az görünür hale gelmişti.

Her yeni kampanya dönemi, daha büyük pankartlar, daha gösterişli mitingler getiriyordu. Renkli balonlar, neşeli marşlar, suni gülümsemeler altında, halk gerçek ihtiyaçlarını unutuyordu. Çünkü bir umut kırıntısı bile, acı bir gerçeğin ağırlığından daha hafifti. Pinokyo, sahneye çıktığında, halkın gözleri umutla parlıyordu; kimse onun burnunun bir anlık bile uzadığını fark etmiyordu. Oysa Pinokyo'nun burnu değil, halkın gerçeği görebilme yetisi kısalmıştı.

Gerçek, artık bir yük gibi görülüyordu. Sorgulamak yorucuydu; inanmak ise kolay.

İnsanlar, hayali refahın sıcak kucağında, görünmez yalanların arasında huzur buluyordu. Yalanlar ne kadar büyürse büyüsün, inancın boyutunu aşamıyordu. Çünkü en derin yalan, aslında görmek istemediğimiz gerçeğin ta kendisiydi.

Zamanla, bu durum sıradanlaştı. İnsanlar, yalanların içinden gerçeği seçmek yerine, en güzel parlayan yalanı seçmeyi tercih etti. Gazetelerde parlak başlıklar atılıyor, televizyonlarda umut dolu vaatler yankılanıyordu. Herkes bir umut satıcısına dönüşmüş, gerçeği pazarlamak yerine hayalleri parlatmayı meslek edinmişti. Meydanlarda yükselen alkış sesleri, aslında duyulmayan hayal kırıklıklarını bastırmak için atılan çığlıklardı.

Evlerde, kahvelerde, sokaklarda insanlar birbirine aynı sözleri tekrar edip duruyordu: 'Bu sefer olacak! Bu sefer her şey değişecek!' Oysa değişen tek şey, yalanların ambalajıydı. Renkler yenileniyor, sloganlar tazeleniyor, ama öz aynı kalıyordu. İnsanlar, bir kez daha umut etmeye hazır hale getiriliyor, her hayal kırıklığından sonra yeni bir yalanın kucağına sığınıyorlardı.

Gerçeği sorgulamak, rahatsızlık veriyordu; çünkü sorgulamak, yüzleşmeyi gerektiriyordu. Ve yüzleşmek, inşa edilmiş o parlak sahte dünyayı yerle bir etme riskini taşıyordu. Bu yüzden yalanlar büyüdükçe, insanların içindeki huzur da bir o kadar büyür gibi görünüyordu. Ama o huzur, aslında yalnızca ince bir sis perdesiydi; altında kaybolmuş gerçekler, unutulmuş sorular ve bastırılmış hayal kırıklıkları yatıyordu.

Çünkü bazen en derin karanlık, ışığın en parlak olduğu yerde saklanırdı.

Çünkü bazen en derin karanlık, ışığın en parlak olduğu yerde saklanırdı.

Gepetto Usta, bu karanlığın tam ortasında, pişmanlığının gölgesinde oturuyordu. Pinokyo'nun başarısı diye sunulan her yalan, Gepetto'nun yüreğinde bir sızı bırakıyordu. 'Ben onu sevgiyle yoğurdum, ama sevgiyle büyümesini sağlayamadım,' diye iç geçiriyordu. O, bir kukla yaratmıştı; ama asıl kukla, yalanlarla beslenen bu düzenin ta kendisiydi.

Her alkış sesi Gepetto'nun kulaklarında yankılanırken, gözlerinde Pinokyo'yu ilk yaptığı günün masumiyetini arardı. O masumiyet artık kayıptı. Gepetto, kendi elleriyle şekil verdiği odunun, bambaşka bir dünyaya hizmet ettiğini izlerken ne geçmişi ne de geleceği kurtarabileceğini anladı. Çünkü bazen en büyük pişmanlık, yarattığın şeyin kontrolünden çıkıp seni bile tanımaz hale gelmesidir.

Gepetto, her gün atölyesinde oturur, ellerine bakardı; o nasırlı eller ki bir zamanlar umutla çalışmış, şimdi pişmanlığın ağırlığını taşıyordu. Pinokyo'yu yaparken içine koyduğu sevgi ve umut, zamanla iktidarın soğuk yüzünde kaybolmuştu. 'Bir kukla yaptım' diye mırıldanırdı kendi kendine, 'ama asıl kukla olan kimdi? O mu yoksa ben mi?'

Gözlerinde biriken yaşlar, sadece kaybolan masumiyetin değil, aynı zamanda kendi sessizliğinin de iziydi. Pinokyo'nun yalanlarını izlerken susmuştu Gepetto, çünkü inanmak istemişti. Bir babanın evladının yanlışını görmek istemediği gibi, o da gerçeği kabullenmek istememişti. Ama şimdi, yalnızlığının içinde yankılanan sorular, gecelerini uykusuz bırakıyordu: 'Belki de en başında durdurmalıydım. Belki de ona doğruyu anlatmalıydım. Ama artık çok geç.'

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Atölyesinin bir köşesinde eski bir kukla parçası duruyordu.

O parça, Pinokyo'nun ilk haliydi; masum, sade ve saf. Gepetto, o parçaya dokunurken titrerdi elleri. Çünkü o parça, ona unuttuğu bir şeyi hatırlatırdı: Sevgiyle yoğrulan her şey, doğru bir rehberlik olmadan kaybolabilir. Ve bazen bir babanın en büyük pişmanlığı, çocuğunun kayboluşunu izlemek değil, onu doğru yola getirememiş olmaktır.

Halk alkışladı, tezahürat etti. Kimse burnunun uzadığını fark etmedi. Çünkü herkes aynı masala inanmak istiyordu. Hakikat, rahatsız edici bir detaydan ibaretti.

Pinokyo’nun hikâyesi böylece sürüp gitti. Yalanları büyüdü, burnu da. Ama büyük yalanların dünyasında, kimse gerçeği görmek istemedi. Çünkü bazen en büyük sihir, bir yalanı tekrar tekrar söylemekti; ta ki herkes ona inanıncaya kadar.

Ancak her yalanın bir sınırı, her düzenin bir kırılma noktası vardı.

Ancak her yalanın bir sınırı, her düzenin bir kırılma noktası vardı.

Pinokyo, bir gün kendini dev bir balinanın midesinde buldu. Tıpkı hikâyede olduğu gibi! Bu karanlık, boğucu yer, onun yıllarca kurduğu sahte dünyaların, yalanlarla örülmüş duvarlarının sembolüydü. Pinokyo orada yalnız değildi; onunla, umutları söndürülmüş insanlar da vardı. Bu insanlar, bir zamanlar Pinokyo'nun vaatlerine inanmış, ama gerçeğin soğuk yüzüyle yüzleşmişti. Artık kandırılmaktan yorulmuş, gözlerini açmaya hazırdılar.

Pinokyo, balinanın midesinde geçirdiği her an, Gepetto'nun yüzünü hatırladı. O masum, sevgi dolu bakışlar, ona unuttuğu bir gerçeği fısıldıyordu: Hakikat, ne kadar gizlense de bir gün su yüzüne çıkar. Pinokyo, bu farkındalıkla yüzleştiğinde, içindeki pişmanlık bir kıvılcıma dönüştü. O kıvılcım, balinanın karanlık midesini aydınlatan bir ışık oldu. Bu ışıkla birlikte, içindeki cesaret yeniden doğdu.

Pinokyo ve halk, balinanın midesinden kurtulmayı başardılar. Bu çıkış, sadece fiziksel bir kurtuluş değil, aynı zamanda yalanlardan, aldatmacalardan arınmanın simgesiydi. Halk, artık gerçeği görmek için gözlerini açmıştı. Pinokyo, halkın arasında durduğunda, ilk kez utanmadan, dürüstçe konuştu:

'Ben size yalan söyledim. Size hayaller sattım, umutlarınızı sömürdüm. Ama artık biliyorum ki, hakikat her zaman daha güçlüdür. Yalanlarımın gölgesinde değil, gerçeğin ışığında yürümeliyiz.'

Bu sözler, halkın yüreğine dokundu. Çünkü artık Pinokyo'nun burnu değil, kalbi konuşuyordu. Gepetto Usta, uzaktan izlerken gözleri doldu. O, artık sadece bir kukla değil, gerçeğin taşıyıcısı olan bir varlık görüyordu. Halkın kurtuluşu, aslında herkesin kendi içindeki hakikati keşfetmesiyle mümkün olmuştu.

Ve o gün, gerçek özgürlük başlıyordu.

Instagram

X

LinkedIn

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda chevron-right-grey
Reklam