Süleyman Olmak ya da Daron Kalmak, İşte Bütün Mesele Bu!
Bir düşünün; adınız Daron ve Türkiye'de bir okuldayken bir öğretmen size 'senin adın artık Süleyman' diyor. Daron Acemoğlu'nun hikâyesi işte tam da burada başlıyor: Süleyman olmayı reddeden bir adamın hikâyesi.
Belki de o an, Daron 'tamam, Süleyman olayım' deseydi, işler çok daha farklı olacaktı. Kim bilir, belki bir devlet dairesinde, mütevazı bir masa başında çayını yudumlarken ülkenin ekonomik planlarını hazırlayan bir Süleyman olarak görebilirdik onu. Ama Daron, Süleyman olmayı kabul etmedi. 'Bu topraklarda Süleyman olamayacaksam, dünyanın geri kalanında Daron olurum' diyerek Nobel'e kadar uzanan yolculuğa çıktı. İşte tam bu yüzden, Daron'un hikâyesi, Türkiye'nin tarih kitaplarında pek rastlanmayan türden bir hikâye oldu.
Türkiye'de bir gelenek vardır: Nobel ödülü alan her vatandaşımızı anında sahipleniriz, hem de öyle böyle değil, bayraklar asılır, gurur gözyaşları dökülür. Orhan Pamuk Nobel aldığında 'bizim edebiyatçımız', Aziz Sancar Nobel aldığında 'bizim bilim insanımız', Daron Acemoğlu Nobel aldığında 'bizim ekonomistimiz' oluverdi. Ama bir fark var: Orhan Pamuk çok fazla sorgulanmadan alkışlanır, Aziz Sancar bayraklarla taşınırken, Daron'un bu topraklarda bir Süleyman olamayışı hep bir gölge gibi ardında kalır.