Ülkemin Beni Sevmemesine Dayanamıyorum
Bu cümleyi okurken bile belki bir şeyler canlanmıştır içinizde. Birkaç saniyeliğine durup düşündünüz mü? Herkesin vardır böyle hissettiği bir anısı: bir hastane koridorunda beklerken, belediye otobüsünde balık istifi sıkışırken ya da bir doğal afet sonrasında günlerce yardım bekleyenler için ağlarken…
İşte o anlar, insanın hem birey hem de bir ülkenin vatandaşı olarak kendini en yalnız hissettiği anlardır. Oysa ülkemiz, evimiz gibi olmalı, değil mi? Bizi koruyan, kollayan, varlığımızı önemseyen bir sistem… Ancak bazı yerlerde, bu 'ev' duygusu yerini tarifsiz bir boşluğa bırakır. Bugünlerde burada olduğu gibi.
Sen sadece bir istatistiksin!
Sistemin sadece bireysel sorunlarını çözmeye çalışan bir topluluk oluşturma hayali
Bir Norveç vatandaşı, devletinin her an yanında olduğunu bilir. Sağlık sistemi aksasa bile çözüm için bir mekanizma olduğunu hisseder. Bir Japon vatandaşı, deprem sırasında yetkililerin hazırlıklı olduğunu bilerek yaşar. Peki ya Türkiye? Biz, her kriz anında önce sosyal medyada organize olup kendi yaralarımızı sarmaya çalışırız. Çünkü başka bir çıkış yolu olmadığını biliriz. İşte bu, bir ülkenin vatandaşı olmanın insanı değersiz hissettirdiği yerdir.
Sürekli kriz, güvensizlik ve ihmal ortamında yaşayan bir toplumda bireyler, zamanla tükenmişlik sendromuna kapılır. Değersizlik hissi, özsaygının yerle bir olmasına neden olur. İnsan, yalnızca hayatta kalmaya odaklanır ve daha fazlasını istemek cesaret ister hale gelir. Bu, tam da sistemin istediği şeydir aslında: Sorgulamayan, sadece kendi bireysel sorunlarını çözmeye çalışan bir topluluk.
Türkiye gibi deprem kuşağında olan bir ülkede, enkaz altında kalma korkusu belki de hepimizin bilinçaltına işlenmiş bir melodramdır. Ancak bu melodram, gerekli önlemler alınmadığında trajediye dönüşür. Yıkılan binalar, kaybolan hayatlar, yapılan 'denetimlerin' göstermelik olduğu gerçeği... Kendinizi nasıl değerli hissedebilirsiniz ki? Bu topraklarda hayatta kalmak bile başlı başına bir başarı!
Gelelim doğum oranı yüksek güzel ülkemizin sus pus olduğu diğer olaya: Yenidoğan Çetesi. Yeni doğmuş bir bebek, hayatın mucizesi değil midir? Ama Türkiye’nin gündemine düşen yenidoğan çetesi haberiyle bu mucize bir kâbusa dönüştü. İnsan, nasıl olur da böylesi savunmasız varlıkları suistimal eder? O an anlarsınız ki sizin hayatınız da doğumunuz da varoluşunuz da bu düzende pek bir anlam ifade etmiyor. Ve sonra bu değersizlik, bir zincirleme psikolojik çöküşe dönüşüyor.
Bugün bir yangın anlattı fazlalık olduğumuzu
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!