Altıncı kıtayı çok severim. Bana kim olduğumu, toprağın nasıl vatan olduğunu ve neden kutsal sayıldığını anlatır.
Devrik cümleleri düzeltelim ve bakalım ne diyor bize altıncı kıta:
Bastığın yerleri tanı, toprak deyip geçme / Altında yatan binlerce kefensizi düşün / Sen şehit oğlusun, yazık, atanı incitme / Dünyaları alacak olsan da bu cennet vatanı verme.
Şimdi insan daha çocuk yaşta kime şehit dendiğini ve vatan toprağının şehit kanlarıyla harman olan bir toprak olduğunu bir kere idrak edince ve bir de Mehmet Akif’in sözünü tutunca, “Kusura bakmayın,” diyor, “Biz bu Cumhuriyet’i gözümüzü karatıp kurduk!” Biz dedim çünkü onu kuranların, onun uğruna ölenlerin torunları olduğumu ben daha baştan kabul ettim. Ve buna da iman ettim.
5. Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?
“Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda”
Şüheda, şehitler demek. Burada Mehmet Akif’in mübalağa etmediğini biliyoruz. Burada bir söz sanatı yok. Çanakkale’ye giden herkes, şairin doğru söylediğini bilir.
Ve devam eder şair, “Allah gerekirse canımı, cananımı neyim varsa alsın ama yeter ki beni vatanımdan uzağa düşürmesin.”
6. Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli/Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! / Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli / Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli
Bu kıtayı da çok severim. Laikliği tartışırken kendinden geçenlere, laikliği savunurken insanların maneviyatını incitenlere ve bu güruhun tam karşısında yer alan laiklik karşıtlarının mesnetsiz argümanlarına adeta tokat gibi bir cevap verir bu kıta. Bizim için bayrak kadar ezanın da önemli olduğunu, milli değerlerimizin hemen yanında dini değerlerimizin durduğunu, mabedimizin göğsüne namahrem elinin uzanmasına asla izin verilemeyeceğini anlatır bize. Zaten buna hep birlikte iman edebilmeyi başardığımız gün ülkemiz dünyanın en güzel ülkesi olacak, eminim.
7. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım / Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım / Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım / O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.
Dokuncu kıtada bize seslenenin doğrudan bir şehit olduğunu artık anlarız. Bize der ki “Buraya kadar -yani sekiz kıta boyunca- size söylenenler gerçekleştiğinde benim ruhum ancak huzur bulur. Ancak o zaman yerime ulaşırım: Toprak gerçekten vatan olduysa, İstiklal mücadelesi kazanıldıysa, ülke kurulduysa ve dimdik ayaktaysa, ezanlar susmadıysa/hiç susmayacaksa, tüm saldırılar artık bertaraf edildiyse/daima edilecekse, ülkenin temel değerleriyle ilgili herkes mutabıksa, verdiğim can, döktüğüm kan boşa gitmediyse, 'O zaman eğer varsa bir mezar taşım o da coşkuyla secde eder; ben yeniden canlanan kutsal insanlar gibi mezarımdan kalkar göğe yükselirim; ancak bu olursa ruhum huzura kavuşur.' Yani, vatan için yaptıklarım, ölümüm, döktüğüm kan ancak o zaman anlam bulur,' diyor.
8. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl; Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Onuncu ve son kıtaya geldiğimizde “izmihlal” kelimesiyle karşılaşırız. Yazarken bile tüylerim diken diken oldu. İzmihlal “yok olup gitmek” demektir. Burada bilinmesi gereken çok önemli bir kronolojik detay var. İstiklal Marşı 1921 yılına ait bir metindir. İstiklal mücadelesi henüz kazanılmamış, Cumhuriyet henüz ilan edilmemiştir. Ancak Mehmet Akif Ersoy, bu marş ile bize aynı zamanda bir vizyon verir. Zafer kazanıldığında, vatan sabitlendiğinde, içinde bulunulan kaos sona erip düzen kurulduğunda, nasıl bir his yaşanacağının ön gösterimidir bu kıta.
Marş boyunca ezel ile ebed arasında gidip gelen uzam içinde şair adeta filmin sonunu söyler:
'Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!”