Yapay Zeka Destekli İlk Dağ Belgeselinin Yönetmeni Zafer Geyikçi: Bilim ve Sanatın Sinemadaki Gücünü Gösterdik
Zafer Geyikçi’nin yönettiği Kapadokya’nın Gizemli Mabedi: Erciyes belgeseli, izleyicilerine sadece bir coğrafyayı tanıtmakla kalmıyor, aynı zamanda tarihin derinliklerinden günümüze uzanan bir yolculuğa çıkarıyor. Bu etkileyici belgesel, Kapadokya ve Erciyes’in hem doğal hem de kültürel zenginliklerini, bilimsel ve sanatsal bir bakış açısıyla harmanlayarak gözler önüne seriyor. Geyikçi, zorlu çekim koşullarını ve derin araştırmalarıyla, bu mistik coğrafyanın tarihsel sırlarını ve medeniyetler arası bağlantılarını etkileyici bir şekilde gün yüzüne çıkarıyor.
Ayrıca, Nevşehir Belediyesi ve Nevşehir Valiliği’nin destekleriyle bu belgesel, bölgenin tanıtımına ve kültürel mirasının korunmasına önemli bir katkı sağlıyor. Yerel yönetimlerin bu projeye olan katkıları, hem Kapadokya’nın hem de Erciyes’in ulusal ve uluslararası arenada daha geniş kitlelere tanıtılmasına olanak tanımaktadır.
Belgeselin yaratım sürecini ve detayları bu röportajda okuyabilirsiniz, keyifli okumalar...
- Kapadokya ve Erciyes gibi tarihî ve doğal zenginliklerin belgeselinizde işlenmesi, geçmişi anlamaya yönelik nasıl bir katkı sağlıyor? Bu belgesel, bilim ve sanatın birleşimiyle insanlık tarihinin sosyolojik ve doğayla olan ilişkisini nasıl ele alıyor?
- Belgeselinizde “gizemli mabet” ifadesiyle neyi vurgulamak istediniz? İzleyiciler, Kapadokya’nın tarihî derinliğiyle örtüşen bu gizemli alanlarda hangi keşifleri yapma fırsatına sahip olacaklar?
Kapadokya bölgesinde erken Hristiyanlık dönemine dair pek çok iz bulabilirsiniz. Bu izlerin çoğu, günümüzde müzeye dönüştürülmüş ve halka açılmıştır. Aktif olarak ziyaret edilebilen bu alanlarda yer alan freskler, erken Hristiyanlık için oldukça önemli belgeler olarak kabul edilir ve her biri kutsal alanların değerli birer parçasıdır. Bugüne kadar bu alanlar üzerine birçok çalışma yapılmış, fresklerin neye hizmet ettiği ve anlamları büyük ölçüde açıklığa kavuşmuştur. Erken Bizans dönemine tarihlenen bu eserlerden önce, Roma döneminde Pagan dinine mensup halkın da benzer kutsal alanlar oluşturduğunu biliyoruz.
Ancak bu döneme ait eserler az sayıda günümüze ulaşmıştır. Daha eskiye, Hititler ve Kanişliler gibi medeniyetlere baktığımızda, binlerce yıllık tarihin zenginliğiyle karşılaşırız. Kapadokya, bu medeniyetlerin tarih boyunca kesişme noktası olmuş; bir mabet, kutsal alan, merkez ve stratejik bir kale olarak önemli bir rol üstlenmiştir. Ancak Kapadokya'nın bu zengin tarihini, doğal bir miras olarak koruyabilen en özel unsurlardan biri Erciyes Dağı’dır. Ulaşımı zor ve koşulları çetin olan bu dağ, tarih boyunca gizemini koruyabilmiştir. Zirveye yakın bölgelerde yer alan Roma dönemine ait Apollon tapınakları ve hala çözülememiş yazıtlar, Erciyes Dağı’nın taşıdığı sır dolu geçmişi daha da dikkat çekici kılmaktadır.
- Belgeselin çekim süreci sırasında karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi? Özellikle zorlu hava koşulları veya beklenmedik durumlarla nasıl başa çıktınız?
- Erciyes Dağı ve çevresindeki kültürel mirası anlatırken hangi kaynaklardan ve uzmanlardan yararlandınız? Bu süreçte hangi araştırmalar, eserler veya görüşler size rehberlik etti?
Belgesel filmimizde konuşmacı olarak yer alan hocalarımızın yazdığı makaleler, tezler ve onlarla birebir kurduğumuz ilişkiler, belgeselin temel bilgi kaynağını oluşturdu. Kanişliler ve Hititler üzerine Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu’nun çalışmaları, tabletler için Mogens Trolle Larsen’in Kültepe Tabletleri eseri başlıca kaynaklarımız arasında yer aldı.
Erciyes Dağı’nın oluşumu üzerine, Dr. Öğr. Üyesi Erdal Şen’in doktora tezlerinden, Roma ve Kapadokya Krallığı için ise Araştırmacı Yazar Halit Erkiletlioğlu’nun Kapadokia Krallığı kitabından yararlandık. Ayrıca, bu dönemler üzerine araştırmalar yapmış ve makaleler yayınlamış Prof. Dr. Cahit Günbattı, Mahmut Akok, Prof. Dr. Ufuk Kara ve Tahsin Özgüç gibi değerli isimlerin çalışmaları da belgeselimizin bilgi altyapısını güçlendirdi.
- Belgeselinizin anlatım tarzı nasıl şekilleniyor? İzleyicilere sadece bilgi sunmak yerine, onları bir zaman yolculuğuna çıkaran bir hikaye anlatımı mı tercih ediyorsunuz?
- Kapadokya ve Erciyes’i anlatırken kültürel, tarihsel ve doğal unsurlar arasında nasıl bir denge kurdunuz?
Konu öylesine birbiriyle ilişkili ki, bizim tek yaptığımız bu konuları titizlikle bir araya getirmek oldu. Bunu yaparken tarihten, arşiv görüntülerinden, günümüz görsellerinden ve teknolojiden faydalanmayı ihmal etmedik. Tüm bu disiplinleri bir araya getirerek çok sesli ve dengeli bir çalışma ortaya koymayı başardık. Bu da içindeki uyumu izleyiciye etkili bir şekilde aktarmamızı sağladı.
- Belgeselinizde yerel halkın kültürel mirası, efsaneleri veya anlatıları ne kadar önemli bir yer tutuyor?
- Bu belgesel sürecinde sizi en derinden etkileyen an veya sahne hangisiydi? Özellikle duygusal veya görsel açıdan unutulmaz bir deneyim yaşadığınız bir an var mı?
Koç Dağı’nın patlamaları beni en başından beri belgeselde en çok etkileyen kısım oldu. Bugün yaşadığım topraklar üzerinde 3. 5 milyon yıl önce yaşanan bu korkunç olayı, Erciyes Dağı’nın bulunduğu noktaya bakarken hayal etmek, üzerimde korkunç bir etki yaratıyor. Belgeselde bu etkiyi kısmen verebilsek de gerçekte eminim çok korkunç bir görüntüye ve yıkıma neden olmuştur.
- “Kapadokya’nın Gizemli Mabedi: Erciyes”in izleyicilerde nasıl bir etki yaratmasını umuyorsunuz?
- Bu proje sonrası üzerinde çalışmayı düşündüğünüz başka belgesel fikirleri var mı?
Anadolu, kültürel ve doğal zenginlikleriyle eşsiz bir coğrafya. Bu nedenle, dünyanın dört bir yanından sanatçılar Anadolu’nun bu derinlikli mirasından ilham almak için adeta bir yarış içinde. Belgesel yapımcıları ve yönetmenler içinse bu topraklar bir hazine niteliğinde; hikayeler öylesine çok ki, biri bitmeden bir diğerine yönelmek için sabırsızlanırsınız.
Ben de o aç gözlü yönetmenlerden biriyim. Erciyes Dağı ile ilgili belgeselimize başlamadan önce bile başka bir projeyle ilgileniyordum. Kendi alanında bir ilk ve dünya sinemasında dikkat çekecek bir konuydu. Başta belgesel olarak ele almayı planlarken, şu sıralar bunu bir sinema filmine dönüştürme fikrini de düşünmeden edemiyorum.
- Zafer Geyikçi olarak belgesel sinemasına olan ilginizin temelleri nasıl atıldı? Bu yolculukta sizi etkileyen, ilham veren isimler veya deneyimler oldu mu?
- Kendi sinematik anlatım tarzınızı nasıl tanımlarsınız? Görsel anlatımın gücü ve görüntüyle hikaye anlatmanın sizin için taşıdığı anlam nedir?
Sinema, diğer sanat dalları gibi, belirli kaygıları anlatmak için görsel anlatım dilini kullanan ve teknolojinin olanaklarından faydalanan bir sanat türüdür. Dijital dünyanın erişilebilirliğinin artması, bu sanatı daha cazip hale getirirken, her sahnede değişen kompozisyonlar ve zaman çizelgesi sayesinde insan zihniyle derin bir bağ kurarak, belli noktalarda etkili bir uyarım sağlar. Beni en çok etkileyen ise hikâye anlatımına uygun sahneler seçip bu sahnelerde algı oyunları yaratarak, izleyicinin zihninde benim hayal ettiklerimi canlandırmasını sağlayabilmektir. Bu nedenle, kendi anlatım tarzımı oluştururken, sahnedeki objeler, nesneler, kişiler ve doğayı bir neden-sonuç ilişkisi içinde kullanmak anlatım dilimin temelini oluşturur.
Çoğu zaman bu yaklaşımı benimsesem de bazen deneyselliğe yönelerek kurgunun gücünden faydalanıyorum. Kurguda bir görseli başka bir görselle ilişkilendirerek neden-sonuç bağlamı kurmak, deneysel bir yöntemdir; çünkü herkesin kurduğu ilişki kendine özgüdür. Sinemanın gücü, anlatı dilimde ihtiyaç duyduğum tüm unsurları bana sunuyor. Evet, bu biraz pahalı bir sanat dalı, ancak müzik, heykel, insan, resim, doğa gibi farklı unsurları bir araya getirme imkânı sunduğu için benim için vazgeçilmez bir ifade biçimi.
- Bir yönetmen olarak bu belgesel size neler öğretti? Kendi gelişiminize nasıl bir katkı sağladı?
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!