Dolayısıyla bizimle ilgili son derece önemli işlevleri yürüten ve yönlendiren gizli gücü kontrol edememiş oluyoruz. Çünkü orada madde ötesi özelliklerimiz devreye giriyor. Hâlbuki her birimiz için gizemini koruyan bu gücü doğru şekilde kullanmayı başarabilsek devamında neler başarabileceğimizi zaman içinde keşfetmiş olacağız.
Sadece kalıptan yani maddeden ibaret olmadığımız gerçeğiyle özümüzdeki ruhu, ardından kaynağının kudretini kapasitemiz nispetince öğrendikten sonra var olduğumuz kalıpta kalmak aslında engin denizlere, okyanuslara açılmak, farklı özellikteki ve güzellikteki bin bir çeşit canlıya dokunmak, derinlerdeki zengin bitki örtüsünü görmek, bazen dalgaların gücünü tenimizde hissetmek yerine sığ sularda oyalanmak, avunmak demek olur. Hatta daha beteri kulluğun neticesinde bizden bekleneni, neler kaçırdığımızı keşfedemeden göçeriz bu dünyadan. Nihayetinde ne kaçırdığını anlamak da tecrübe etmenin bir sonucudur.
Doğumdan bahsetmişken, her yeni gün binlerce insan dünyaya gözünü açtığı gibi galaksimiz Samanyolu’nda kabaca her yıl bir veya iki yıldız doğar. Yılda bir yıldızın oluşması belki bize kıyasla yavaş algılanabilir lakin zamanın izafiliğini konuştuğumuz yirmi birinci yüzyılda gökbilim ölçeklerindeki zaman dilimi göz önüne alındığında oranların benzerliği daha iyi anlaşılır.
İyi hatırlıyorum, çocukken de yıldızlarla bağlantımızın olduğunu, hatta gökyüzünden bir yıldız kaydığında bir yerlerde bir insanın öldüğünü zannederdim. Ne zaman ki bu durumun atmosfere giren bir göktaşının yanması sonucu gerçekleştiğini öğrendim, o zaman hipotezimi askıya aldım. Düşüncemi tamamen sildim diyemem. Çünkü artık biliyoruz ki yıldızın ölümü yıldız kayması şeklinde gerçekleşmese de yıldızlar doğduğu gibi ölmekte.
Hayal dünyamdaki hipotezlerden gerçeklere dönersek yıldızların insanlara benzerliği bununla sınırlı değildir. Mesela nötron yıldızlarının puls dediğimiz çok güçlü atımları vardır. Anne rahminde gelişimini sürdüren embriyonun kalp atımları gibi kâinata var olduklarını bu atımlarla adeta ispatlarlar. Hatta Latince “pulsate” kelimesinden gelen pulsar “kalp gibi atan” demektir.
Bazılarının kütlesi diğerlerine kıyasla daha küçüktür ve ömürleri kütleleriyle ters orantılı olarak daha uzundur. Sahip olduğu enerjiyle evrene çok uzun yıllar ısı ve ışık yaymaya devam eder. Büyükçe kütleleriyle evrenin hassas dengelerini korumakta önemli rol üstlenirler. Kütlesi çok büyük olan yıldızlar ise çalkantılı bir süreçle doğup yine aynı şekilde devam eder. Fakat ömürleri çok kısadır. Bu büyük yıldızların hırçın ömrü çok ihtişamlı bir şekilde son bulur. Eğer yıldız çok fazla kütleye sahipse yakıtı bittikçe bazı hassas dengelerin değişmesiyle kendi içinde çökmeye başlar ve sıfır hacme kadar çökerler. Böylece yerini kara deliklere bırakır. Oluşan kara deliğin kütlesi ve yoğunluğu öyle büyüktür ki çekiminden hiçbir madde kaçamaz. Hatta ışık bile! O nedenle kendisine kara delik denir.
Bilir misiniz yıldızların da insanlar gibi renkleri vardır. Uzaktan bakıldığında hepsi aynı renkte gözükse de farklı renklerde oluşları günümüz teknolojisiyle bilinmektedir. Mesela kışın gözüken Büyükköpek takımyıldızının önde gelen üyelerinden Akyıldız en bilinen renkli yıldızlardan biridir. Orion’un sol ayağı olarak görülen mavi beyaz Ayak (Rigel) da Akyıldız’a benzer. Orion’un sağ kolu olarak görülen üstdev ikizleri, Akyıldız ve Ayak’dan farklı olarak parlak kızıl kırmızı rengiyle uzay boşluğuna ışığını saçar. Arabacı takımyıldızdaki Kapella ise Güneşimiz gibi sarıdır.
Yazımın sonlarını hepimiz birer starız gibi iddialı cümleler kurarak uçmak yerine ayağı daha bir yere basan bir cümleyle tamamlamak istiyorum.
Hepimiz birer yıldız tozuyuz ve yıldızlara bir hayli benziyoruz.
Esen kalın :)
Instagram
Facebook
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio