“Yoldan Çıkmış Kadın” Gerçekten Özgür mü?
Verdi’nin zamansız operası La Traviata (1853) bu sezon İstanbul Devlet Opera Balesi tarafından sahnelenmeye başladı. Yüzlerce kez dinlediğim, sahnede defalarca izlediğim, derslerde “hasta/kırılgan kadın” imgesini anlatırken sık sık gönderme yaptığım eserin ilk temsilerine birine gittim heyecanla. Guiseppe Verdi ile Alexander Dumas’nın karşılaşması, ayna metaforunun nüanslı kullanımı, yaratıcı reji buluşları, masalsı dekor ve güçlü kadrosuyla ilk andan itibaren büyülü dünyasına çekiverdi beni.
İlk perdede Hale Soner’ın büyük başarıyla yorumladığı “Sempre Libera” (Daima Özgür(üm) aryasını dinlerken aklıma daha önce hiç sormadığım bir soru geldi: Verdi’nin yoldan çıkmış ikonik kahramanı Violetta Valery özgür müydü gerçekten?

Evet, özgürlüğünü ve dünyevi hazları kutluyordu:
Daima özgürüm!
Bir eğlenceden ötekine koşarak yaşarım.
Hayatımın yüzeyinde,
Canım nasıl istiyorsa öyle akarım.
Gün doğsun ya da ölsün ne fark eder,
Ben keyfime bakarım ve ruhuma zevk veren
Her ne varsa sadece ona yönelirim.
İkilemde kalmıştı. Ona âşık olduğunu itiraf eden Alfredo ile birlikte olmak özgürlüğünden vazgeçmek anlamına gelecekti. Peki ya o anda, o şatafatlı, pırıltılı dünyanın içinde, elinden kadehiyle gerçekten özgür müydü Violetta? Ya ona ilham veren “Kamelyalı Kadın” (1848) Marguerite Gautier? Her iki karakterin de ilham kaynağı Alexandre Dumas’nın sevgilisi Marie Duplessis?
Dilerseniz bu soruya cevap vermeden, hikâyelerin geçtiği 19. yüzyıla gidelim ve le demi-monde (yarı-dünya) ve courtesan kavramları üzerinden dönemin ruhunu hissetmeyi deneyelim.

Le demi-monde iyi ve kötü dünyalar arasında, arafta kalmış kadınlar, tabiri caizse “kibar seks işçileri” için kullanılıyor edebiyatta. Bu kadınların sosyal ötekiler olduğuna, zengin ve saygıdeğer erkeklerle ilişki kurarak saygın dünyaya geçmeye çalıştıklarına vurgu yapılıyor. Onlara yakıştırılan bir başka kavram da courtesan. Kelime anlamı “saraylara, varlıklı ve saygın ailelerin salonlarına ait” olduğu için bu kullanım güçlü bir ironi barındırıyor.
O dönem varlıklı erkeklerin çoğunun hayatında bir courtesan var. Ancak bu gerçeğin kibar insanların saygın ortamlarına ya da sahneye taşınması utanç verici bulunuyor. Bedenini satan, yoldan çıkmış, günahkâr, ahlaksız courtesan aileyi, evlilikleri tehdit ettiği için görmezden geliniyor, yok sayılması bekleniyor.
Tam da bu nedenle, La Traviata’yı izleyen dönemin önemli düşünür ve eleştirmenlerinden George Henry Lewes (1817-1878) eser hakkındaki şu yorumu yapıyor:
“Sadece kız kardeşlerimizin ve eşlerimizin önüne getirilmeye uygun olmayan bir konu değil, aynı zamanda kendi önümüze getirilmeye de uygun olmayan bir konu bu“
Nedeni Violetta’nın onu pırıltılı dünyasından çekip çıkaran, ona pastoral bir hayat sunan sevgilisi Alfredo’nun babası Giorgio Germont’un tehditkâr ricasını geri çevirmeyip birlikte yaşadıkları evi terk etmesi.

Alfredo ile birlikte olmasının tüm ailesin itibarını zedelediğini, kız kardeşinin birlikteliğine bile tehlikeye attığını duymak ona öyle ağır geliyor ki kendi mutluluğunu feda ediyor. Violetta yaptığı fedakarlıkla kahraman-courtesan statüsüne yükseliyor. Bir bakıma hem Tanrı’ın hem de izleyicinin gözünde aklanıyor, günahlarından arınıyor. Araftan kurtulup diğer tarafa, saygın dünyaya geçiyor. Bu “kibar” izleyiciyi çok rahatsız ediyor.
Yazının başında sorduğum soruya dönecek olursak, Violetta’nın özgürlüğü bir illüzyon aslında, “Canı ne istiyorsa” yapamıyor.

Sevdiği adamın babasının onu kabul edebilmesi için aşkından vaz geçmesi gerekiyor, dönemin izleyicisinin onu kabul edebilmesi için eserin sonunda ölmesi bile yeterli olmuyor. 20. yüzyılın en popüler courtesan’ı Vivian (Pretty Woman, 1990) da özgür değil. Dükkân sahibinin onu ciddiye alabilmesi için Edward’ın kredi kartı ile havalı bir giriş yapması; sınıf atlayabilmesi için Edward’ın onu ikonik kırmızı elbisesi ve kiralık mücevherleri ile La Traviata’ya götürmesi gerekiyor. Vivian’ın 21. Yüzyıldaki izdüşümü Anora (2024) da özgür değil. Sevgilisinin Rusya’dan özel uçaklarına atlayıp gelen ailesinin nikahın iptali için kurduğu baskıya boyun eğmek zorunda bırakılıyor çünkü…
“Yoldan çıkmış kadın” (tra- “ötesi, ilerisi”, vol”) ifadesi toplumda bir karşılık bulduğu sürece de özgür olmayacaklar…
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!