Görüş Bildir

Hamas Haberleri

Hamas ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Hamas ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

"Çözüm Sürecinde Birleşik Krallık Örnek Alınabilir"
Ekmeleddin İhsanoğlu: Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmalı. Hem Türkiye’nin yüksek menfaatleri, hem de Ortadoğu’daki mazlum halklar savunulmalı. Başbakan Tayyip Erdoğan ’ın, Gazze’de arabuluculuk yapmadığı iddiasıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu , “Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim” dedi. İhsanoğlu çözüm süreci konusunda, Konu ne olursa olsun, demokrasi içinde ve insan haklarının genişletilmesi çerçevesinde çözülmeli. Kavga etmeden, medeni ülkelerde olduğu gibi oturalım konuşalım” dedi. Çözüm için Birleşik Krallık’ı örnek gösteren İhsanoğlu, “Galler, İskoçya var. Bütün bunlara baktığınızda Türkiye bunları çözebilir. Çözüme matuf olan çalışmaların desteklenmesi lazım” ifadelerini kullandı. Anadil konusundaki görüşlerine açıklık getiren Cumhurbaşkanı adayı, “Diyarbakır’da doğmuş büyümüşsünüz fakat anadilinizi kullanma hakkına sahip değilsiniz. Neden? Çünkü eli sopalı biri geldi kafanıza vurdu ‘Konuşmayacaksın’ dedi. Bundan daha büyük zulüm olamaz” dedi. Türkiye’nin dış politikasını eleştiren Ekmeleddin İhsanoğlu, “Ben şahsen Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmasının hem Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin hem de Ortadoğu’daki mazlum halkların savunulması bakımından daha faydalı olacağına inanıyorum. Yine mazlumun yanında olacaksınız ama daha farklı bir üslubu takip ettiğiniz zaman herkes daha kazançlı olacak. Çatışmada taraf olduğunuz zaman kendinizi çatışmanın içinde bulursunuz. Ama çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaparsanız daha kıymetli olursunuz” dedi. “Homofobi evrensel bir mesele değildir” sözleriyle çok konuşulan İhsanoğlu, “Bizim toplumumuz muhafazakâr bir toplum. Muhafazakâr toplumun hassasiyetlerini düşünmemiz lazım. Türkiye’de 76 milyon insanın değerlerine saygılı olmamız lazım” diye konuştu. Hürriyet gazetesinde Cansu Çamlıbel ’e konuşan Ekmeleddin İhsanoğlu, son dönemde tartışma konusu haline gelen noktalara değindi. Gazze: Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. (Dosyasından bir belge çıkarıp bana uzatıyor). ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim. CHP-MHP uzlaşmasını arkasına alarak Cumhurbaşkanlığı yarışı için yola çıkan, yolda 8 partiyi daha çatıya katan Ekmeleddin İhsanoğlu ile Diyarbakır durağının ardından buluştuk. İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği döneminden iyi tanıdığım İhsanoğlu, siyasetin temposunu sevmiş görünüyor. Ancak siyasi atışmalarda karşı tarafa laf yetiştirmek söz konusu olduğunda içinden ‘devlet terbiyem el vermez’ geçen cümleler kurmaya devam ediyor. Zaten ona kalırsa bu kadar kısa zamanda gördüğü ilginin merkezinde de bu munis tavır var. Kürtçe eğitim, LGBTİ hakları gibi mayınlı alanlarda üzerine gidince ‘bunları böyle ayak üstü konuşmak doğru olmaz’ diye kesiyor tartışmayı. Mahmud Abbas’ın Başbakan Erdoğan hakkında kapalı kapılar ardında söylediklerini anlatmaya ikna edemedim. Ama Erdoğan’ın ‘Yapmadı’ dediği Gazze arabuluculuğunu belgesiyle anlattı. Kampanya nasıl gidiyor? Sanki Türkiye’de 76 milyon insan adam yetiştiremeyecekmiş gibi bir anlayışın yıkıldığını görüyorlar. Ben buna çok seviniyorum. Bu uzlaşmanın odağında bulunmam benim için şeref vesilesidir ama bu yükü kaldıracak, layıkıyla ifa edecek çok insanın varlığını ben biliyorum. Milletin önündeki bir perdenin kalkmış olması en müspet gelişmelerden biridir. Bu yarıştaki zorlu rakibiniz Tayyip Erdoğan kendi inandığı çizgiden asla taviz vermeyen, karşıtlarıyla uzlaşma gibi bir derdi olmayan güçlü bir lider profili çizerken farklı siyasi görüşlerin uzlaşma adayı oldunuz. Kişiliğiniz ve tarzınızla da adeta bir antikahraman gibi çıktınız toplumun karşısına. Bu tabiri ilk defa sizden duyuyorum. Daha çok sinemada kullanılan bir tabirdir. Alışıldık başrol tiplemesinin zıddı bir karakteri anlatır. Biz şimdi gerçek hayatı konuşuyoruz. (Gülüyor) Bu tabii milletin beklentisi. Milletin artık daha munis bir şekilde konuşup ikna etmeye çalışan, akıllara hitap eden, huzura davet eden, kavgayı ve ötekileşmeyi reddeden, cepheleşmenin karşısında olan bir kucaklanmaya ihtiyacı vardı. Bu gerçekleşiyor. Bunu buldular. Cuma günü Diyarbakır’daydınız. MHP’yi zaten söylemeye gerek yok da CHP’nin de pek varlık gösteremediği ve kabul görmediği bir şehir. Giderken tedirgin oldunuz mu? Başından beri hiçbir partinin programını da benimsemedim ya da onları temsil etmeye çalışmadım. Zaten benim kim olduğumu herkes biliyor. Ben öyle meçhulden gelen bir insan değilim. 35 seneden beri Türk kamuoyunun önünde açık açık duran, bütün faaliyetleri herkes tarafından takip edilen bir Türk vatandaşıyım. Devletime hizmet ettim, uluslararası ilişkilere hizmet ettim. Herkes tanıyor. Belki televizyonları olmayan köy ve kasabalarda tanımayan olabilir ama bütün Türkiye tanıyor. Ben Diyarbakır’a o partinin ya da bu partinin siyasi programını temsilen gitmedim. Müşterekleri ifade eden ve Türkiye’yi yeniden birleştirmek isteyen, Türkiye’yi daha huzurlu bir ülke haline getirmek isteyen bir adayım. Zaten iki partiyle durmadı ki iş, 10 partiye kadar geldik. Bu partiler içinde sağ partiler de var sosyalist parti de var, kadın partisi de var. Başbakan Erdoğan çatıya son katılan partilerin oy oranlarını espri malzemesi yaptı adeta ‘hepsini toplasan kaç ediyor’ diye. O Sayın Başbakan’ın kendi görüşüdür. Başka şeyler de söylüyor. Ama ben baştan beri yüksek bir çıta koydum, o çıtaya riayet edeceğim ve sadece kendi görüşlerimi ifade edeceğim. Bu yarış Türkiye’nin en yüce makamı için yapılan bir yarıştır. Yarışanlar o makama layık şekilde hareket etmek durumundadırlar. Türk siyasetine biraz daha yüksek kalite ve seviye getirmek için ben gayret edeceğim. Kürt siyasi hareketi ile Ak Parti’nin çözüme bakışlarında ciddi farklar olsa da sonuçta hükümetin başlattığı bir süreç var. Siz ne vaat ediyorsunuz Kürtlere? Türkiye bölünmek istemiyor, can kaybı istemiyor, çatışmak istemiyor. Çok can kaybettik. Sırf bu meselede değil. Bundan önce de biz sağ-sol diye kavga ettik. Bizim neslimiz bu kavgaları, acıları yaşadı. Biz diyoruz ki Türkiye ne siyasi kutuplaşmadan ne de etik kutuplaşmadan dolayı çatışma zeminine kaymasın. Türkiye’nin bütün meselelerini diyalogla ve barışçıl yöntemlerle halletmesi lazım. Konu ne olursa olsun, demokrasi içinde ve insan haklarının genişletilmesi çerçevesinde çözülmeli. Kavga etmeden, medeni ülkelerde olduğu gibi oturalım konuşalım. Bu söylediklerinize bakarsak o zaman size göre hükümet doğru bir şey yapıyor. Bu barış çalışmalarının hedefi bakımından elbette doğrudur, çünkü bu meseleyi çözmek lazım. Bir daha ancak vatan müdafaasında yabancılar karşısında şehitlik olsun. Geçen hafta yine teröristlere karşı sınırlarımızı korurken 3 evladımızı şehit verdik. Biz bunun artmasını istemiyoruz. Bunu önlemek için de barışı sürekli destelemek lazım. O bakımdan da ben bu barış çabalarının destekçisiyim, çünkü ben savaşa karşıyım. Biz 1000 sene bu topraklarda beraber yaşadık. Bu ciddi bir mirastır. Bizi ayıran farklar bizi birleştiren unsurların yanında devede kulaktır. Temel mesele dildir. Avrupa Birliği’ne girmek isteyen bir ülkeyiz. Avrupa bunları aştı. İşte önümüzde Birleşik Krallık örneği var; Galler, İskoçya var. Bütün bunlara baktığınızda Türkiye bunları çözebilir. Çözüme matuf olan çalışmaların desteklenmesi lazım. Kürt sorununun kaynağını nasıl tarif edersiniz? Bu sıkıntıların sebebi devletimizin her şeyi sopayla halletme adeti. Bu devlet bu sopayı sadece Kürt kardeşlerimize kullanmadı. Dindarlara da kullandı, sağcılara da kullandı, solculara da kullandı. Türkiye’de işkencelerin en büyüğü milliyetçilere yapıldı. 1940’larda tabutluklar vardı, milliyetçilere tabutlarda işkence edildi. Tabii ki zulümler var, hatalar var ve bunları kabul ediyorum. Ama sadece Kürt oldukları için onlara yapıldı da başkalarına yapılmadı değil. Türkiye’nin insan hak ve hüviyetlerinin uygulanması bakımından çok fazla ilerleme kaydetmesi lazım. Avrupa bu işi çözdü derken, İskoçya ve Galler’i örnek verdiniz. Evet şu an için Birleşik Krallık içinde hayatlarına devam ediyorlar ama biliyorsunuz İskoçya bağımsızlık referandumuna gidiyor. Türkiye’nin çözüm sürecinde yerel yönetimlerin güçlendiği, hatta bir takım özerkliklerin gündeme geldiği formüller konuşulsa bakışınız nasıl olur? Ben Birleşik Krallık örneğine bakalım dedim, birebir alalım demedim. Bizimkisi üniter bir devlet ve bunu korumak lazım. Biz bu emaneti bu şekilde aldık ve bu şekilde devam ettirmeliyiz. Sıkı merkeziyetçilikten ademimerkeziyetçiliğe kayılması gerektiği yönündeki görüşleri en azından tartışmaya açık mısınız? Onların hepsi tartışılabilir tabii. Ama tartışıldığı zaman şu hususu dikkate etmek lazım; bu bir siyasi partinin kendi mülahazaları ve oy kaygısıyla bir pazarlık olarak mı görülüyor? Bu temel üzerine kurulan sağlam bir anlaşma olmaz ve kimseyi tatmin etmez. Ancak o siyasi programı savunanları tatmin eder. O da bir seçim hesabıdır. Eğer siz arkanıza parlamento desteğini alırsanız, bu milli meselede milli mutabakatı arkanıza alırsanız ilelebet çözersiniz. İkinci turda Kürtler kime oy verir? Barış süreci nedeniyle doğal müttefikleri Tayyip Erdoğan’dır gibi genel bir kanı var. Sizce? Tabii bunun takdiri Kürt kardeşlerimize aittir. Kürt kardeşlerimizle ilgili sıkıntıları gidermek için kaygan zemin üzerine değil, siyasi hesaplar üzerine değil, sağlam bir zemin üzerine oturmak lazım. Geçici bir oy hesabıyla bakarsanız bu iş, sonunda kalıcı bir şey kalmaz. Biz milli mutabakatın çözümün arkasında olmasını savunuyoruz. Millet Meclisi mutabakat verdiği zaman o artık ilelebet çözülmüş olur. Kürtlerin anadilde eğitim talebi var. Bunu bekleyen insanlara ‘Kürtçe bilim dilidir’ diyerek o oyu nasıl isteyeceksiniz? Bu mesele söylediklerim arasından cımbızla alındı. Filistin meselesinde söylediklerim de öyle yapılıyor. Çarpıtılan laflarımdan biri de başörtüsü. Ben başörtüsü insan hakkıdır, dini vecibedir ve bir gelenektir diyorum. Sanki ben ilk ikisini söylememişim gibi üçüncüsünü halka içine alıp ‘İhsanoğlu gelenek dedi’ diyorlar. Böyle bir tezvirat durumu var. Asıl soruma dönelim, bilim diliyle neyi kastettiniz? Bakın Tanzimat’a kadar bizim bilim dilimiz Arapçaydı. Ondan sonra tedrici olarak Türkçe kitaplar yazılmaya başlandı fizikte, kimyada, matematikte. Yavaş yavaş Türkçe’de terminolojiler yaratılmaya başlandı. Ben bilim dili olarak bunu kastettim. Yüksek eğitim meselesi noktasında söyledim ve İngilizce’yi de örnek verdim. Esas mesele bence bu değil. Esas mesele anadil meselesi. Orada ben şunu söylüyorum; insanın anadili ana sütü gibidir. İnsan nasıl ana sütü olmadan büyüyemezse, o hakkını kimse ondan alamazsa, anadil hakkını da kimse alamaz. Ben bunu şahsi tecrübem olarak söylüyorum. Ben gurbette doğmuş bir insanım. Gurbette insan vatanını ancak anadilini konuştuğu yerde hisseder. Düşünün Diyarbakır’da doğmuş büyümüşsünüz fakat anadilinizi kullanma hakkına sahip değilsiniz. Neden? Çünkü eli sopalı biri geldi kafanıza vurdu ‘Konuşmayacaksın’ dedi. Bundan daha büyük zulüm olamaz. Yükseköğretim boyutunu anlatıyorsunuz. Peki ilköğretimde, lisede de Kürtçe eğitim sizin için tamam mı? Hayır yani, bu bir söyleşide bu kadar kolay karar verilecek bir konu değil. Kategorik olarak karşı mısınız, değil misiniz? Bunlar ciddi meselelerdir. Ayaküstü bence bunu konuşmayalım. Birdenbire ilköğretim, yüksek eğitim falan konuşmak meseleyi başka mecralara sevk eder. Bunları tartışmanın zamanı değildir şimdi. Mesele anadilin hak olarak tanınmasıdır ve insanların anadilinden mahrum edilmesinin çok yanlış olduğunu söylemektir. ‘Öcalan’ın özgürlüğünün önünü açacak bir yasa önünüze gelirse bunu imzalar mısınız’ diye sormuşlar size. Siz de ‘Toplumda mutabakat olan her şeyi cumhurbaşkanı da kabul etmek durumundadır’ diye yanıt vermişsiniz. Doğru mu? Toplumda ve Meclis’te mutabakat tabii ki. Cumhurbaşkanının önüne böyle bir yasa gelirse Meclis’ten gelecektir. Meclis’in ve toplumun kabul ettiği bir şeyi cumhurbaşkanın da herhalde kabul etmesi gerekir. Milli mutabakatın olmadığı bir konuda millet bölünür. Milletin bölünmesini cumhurbaşkanı kabul etmez. Cumhurbaşkanın görev ve yetkileri arasında Anayasa’nın 104. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti milletinin bütünlüğünü temsil etmek vardır. ‘Meclis’te kabul edilip önüme gelirse imzalarım’ diyorsunuz. Evet. Meclis’in nitelikli çoğunlukla kabul ettiği bir şeyi cumhurbaşkanı da kabul etmelidir. Peki genel olarak Öcalan’ın bu süreçte izlediği tavrı nasıl yorumluyorsunuz? Ben bu konudaki detaylara vakıf değilim, onun için bir değerlendirme yapmak yanlış olur. Bu hükümetin kendi kendine yürüttüğü bir şey. Zaten benim de söylediğim; artık hükümetin daha şeffaf olması ve Meclis’e bilgi vermesi gerektiği. Geçmişte Gazze için arabuluculuk yaptığınız yönündeki sözlerinize Başbakan Erdoğan’dan ‘gülünesi iddia’ şeklinde yorumlar geldi. Siz tam olarak hangi dönemi, hangi ihtilafı kastettiniz? Hamas 2006’da seçimleri, nezih ve şeffaf bir seçimi kazandı. İktidarı kurarken ilk ziyaret ettikleri uluslararası teşkilat bizimkisi oldu. Önce Halid Meşal sonra Dışişleri Bakanı Mahmud Zehar geldi. Bizden destek istediler, biz de yardımcı olmaya çalıştık. Hatta o zaman AB Dış Politika Yüksek Komiseri olan Solana ziyaretime geldiği zaman Hamas’a yardımcı olmak gerektiğini anlattım. Hamas, içeride daha çok hizmetlere dayalı bir dini grup olarak başladı, sonra siyasi partiye dönüştü. İç siyaset üzerine kurulu söylemleri vardı, dış siyaset o zamanlar yoktu. Ben de onlara dış siyaset söylemleri konusunda bazı tavsiyelerde bulundum. Sayın Meşal bunu müspet karşıladı. Ben birkaç kez Şam’a gittim, onlar geldiler. Fakat Hamas iktidara geldikten sonra El Fetih ile aralarında çatışmalar başladı. Silah kullanma başladı, siyasi söylemler de sertleşti, toplum gerildi, karşılıklı adam öldürmeler sürdü. Ben o zaman El Fetih ile Hamas arasındaki bu tansiyonu düşürmek için bir dizi çalışma yaptım. Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. (Dosyasından bir belge çıkarıp bana uzatıyor). ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim. ‘Mahmud Abbas’ın Başbakan Erdoğan’ın Filistin meselesindeki tavrına dair söylediği bazı şeyleri açıklarsam çok ayıp olur’ şeklinde bir ifade kullandınız geçen haftalarda. Neyi ima ediyorsunuz tam olarak? Bunları bugün basın önünde paylaşmak gerçekten benim devlet terbiyeme yakışmıyor. İslam İşbirliği Teşkilatı’na a ev sahipliği yapan Suudi Arabistan’ın görevinizin son iki senesinde sizin geri çekilmenizi Türk hükümetinden talep ettiği, hatta AK Parti sizin arkanızda durdu diye kendilerinin Ankara’daki elçi atamasını askıya aldığı doğru mu? Bunlar tamamen hayal mahsulü. Devletlerin jestleri, size tavrı nereden belli olur? Hiçbir devlet sevmediği, takdir etmediği insana nişanını vermez. Ben görevimin sonunda Suudi Arabistan hükümetinin bu takdirlerini aldım. Belgeleri de var, bizzat kral adına takılan nişan da var. Bu merasimde oradaki hanedanın mensupları, bütün devletlerin büyükelçilerinin yanında Türkiye büyükelçisi de hazır bulundu. Devlet hiyerarşisinde kraldan sonra gelen dışişleri bakanı nişanı takdim etti ve çok güzel bir konuşma yaptı. Hatta bundan sonra da benim tecrübelerimden yararlanmak istediklerini ifade ettiler. Bu sefir raporlarında da gazetelerde de yazılan, bütün dünyanın bildiği şey. Bazıları, bunları bilmiyor ve kulaklarına fısıldanan şeyleri söylüyor. Bunlar kem söz. Kem söz sahibine aittir. Özellikle Mısır ve Mursi üzerinden ciddi bir ihtilaf yaşadınız Ankara’yla. Her şeye rağmen ‘Genel sekreterlik görevini bırakana kadar AK Parti hükümeti arkamda oldu’ diyebiliyor musunuz? Şüphesiz ki 9 sene içinde ben genel sekreter olarak ettiğim yemine sadık kaldım. Bütün İslam dünyasına ve İslamiyete hizmeti şiar edindim. Bu arada bir Türk olarak ülkemin haklı davalarında hep yanında ve yardımcı oldum. Ben bunları söylemek istemiyorum ama şu var ki genel sekreter seçilmem Türkiye’nin dış politikasına bir katkı olmuştur. Bu değişik sahalarda tecelli etmiştir. Özellikle Kıbrıs meselesinde tecelli etmiştir. Nitekim Kuzey Kıbrıs Türk hükümeti de bana olan takdirini en yüksek şekilde ifade etmiştir. Ben de bununla her zaman gurur duyarım. Bunların detayına girmeyelim. Ben göreve ilk geldiğimde bazı ülkeler beni Türk dış politikasının uzantısı olarak görmeye başladı. Bunlar büyük devletlerdi. Ben kendilerine içtiğim anda sadık kalacağımı ve Türkiye’nin böyle bir talebi olmadığını söyledim. Böyle bir talebi de olmamıştır Türkiye’nin. Ama 2009’a kadar Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle münasebetlerinde fazla bir problem yoktu. Çok ahenkli bir şekilde ilerliyordu. Bilhassa Arap ayaklanmalarından sonra tavırlar farklılaştı. Türkiye’nin son yıllarda hangi Arap ülkesiyle münasebetlerin geliştiğini söyleyebilirsiniz? Her gün daha az samimiyete ve daha derin farklılıklara gidiyoruz. Hükümet derinleşen kutuplaşmaların kendilerinin diktatörlere karşı ilkesel bir tavır almasından, vicdan temelli bir dış politika izlemelerinden kaynaklandığını savunuyor. O bir dış siyaset tercihidir. Artık o söylemin sahipleri onu savunsun. Ben şahsen Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmasının hem Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin hem de Ortadoğu’daki mazlum halkların savunulması bakımından daha faydalı olacağına inanıyorum. Yine mazlumun yanında olacaksınız ama daha farklı bir üslubu takip ettiğiniz zaman herkes daha kazançlı olacak. Çatışmada taraf olduğunuz zaman kendinizi çatışmanın içinde bulursunuz. Ama çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaparsanız daha kıymetli olursunuz. Siz genel sekreter iken İslam ile terör kelimelerinin birlikte kavramsallaştırılmasına karşı bir mücadele verdiniz. Fakat gelinen noktada hayatımızda IŞİD diye bir gerçek var. Bu kötü noktaya biz bir günde gelmedik. İstibdat idareleri, siyasi ve sosyal zulüm, ideolojik zulümle, uzun yılların birikimiyle gelindi. Bunların karşısında insanlar bir ideolojiye sığınıyorlar. Eskiden Marksizm, Leninizm, Maoizm vardı. Bugün de onlar yok. Bir tek yönelecekleri ideoloji din etrafındaki ideoloji. Bu da tabii dinin bütün değerlerine ters düşer. Bunlar dinin rahmet, mağfiret, insanlık mesajını nefrete ve şiddete çevirip adına İslam diyorlar. Cahil insanları arkalarından sürüklüyorlar. Biraz önce nişanını aldığınızı anlattığınız Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın finansmanıyla bu noktaya geldikleri yönünde ciddi bir kanaat var. İslam devletleri sonuçta bu tür doğrudan ya da dolaylı desteklerle radikallere prim vermiş olmuyor mu? Bunların finansmanı çok büyük kaynaklardan geliyor. Gayrimeşru silah trafiğinden, narkotik trafiğinden, Afrika’daki köle trafiğinden, aşırıcı uçları destekleyen işadamlarından geliyor. Bunlar bizim görebildiklerimiz. Bir de göremediğimiz karanlık güçler var. Dünya bunlarla mücadele etmede maalesef başarısız oldu. İşte Afganistan’daki durum, Irak’taki durum, Suriye’deki durum. Sizin biraz önce hatırlattığınız benim 9 sene boyunca verdiğim mücadele bunların dinle ilişkisini koparmak içindi. Çünkü bunlardan İslam sıfatını aldığınız zaman çıplak kalıyorlar. Tetikçi, terörist olarak kalıyorlar. Ama İslami cilayı kabul ettirdikleri zaman esas tehlike orada. ‘İslam Devleti kurduk’ diyorlar şimdi. Bu terör devletidir. El Cezire’ye verdiğiniz bir mülakatta söylediğiniz ‘Homofobi evrensel bir mesele değildir’ lafı arşivlerde duruyor. LGBTİ bireylerin hakları ve toplumdaki konumlarıyla ilgili görüşünüz nedir? Tabii bu çok hassas bir mesele. Bir taraftan bu insanların toplumda yer aramalarıyla ilgili insan hakları boyutu var, bir de toplumun hassasiyetleri var. Bu iki parametre arasında düşünüp ele almak lazım. O denge nasıl bulunur? Toplumdaki homofobiyi aşacak formül nedir sizce? Nedir homofobi? LGBTİ bireylerini kabullenmeyen, hatta onları dışlayan aşırı yaklaşımı özetleyen bir kavram diyebiliriz. İşte bu hassasiyetleri ele almamız lazım. Birdenbire sert bir şekilde bir tarafın üzerine gitmek doğru olmaz. Bir de şu var; bizim toplumumuz muhafazakâr bir toplum. Muhafazakâr toplumun hassasiyetlerini düşünmemiz lazım. Türkiye’de 76 milyon insanın değerlerine saygılı olmamız lazım. Bir taraftan bu şekilde davranan insanlar var ve kendi haklarını müdafaa ediyorlar. Cinsel yönelimlerini özgürce tanımlamalarını hakları olarak görüyorsunuz o halde, öyle mi? Bir taraftan buna karşı olan bir ekseriyet de var. Şimdi benim bunu böyle ayaküstü, hem de havaalanına yetişecek bir anda söylemem mümkün değil. T24
Mısır Temyiz Mahkemesi Mursi'nin Ömür Boyu Hapis Hükmünü Bozdu
Mısır temyiz mahkemesi, devrik cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi ömür boyu hapse mahkum eden hükmü bozdu. Mahkeme, Müslüman Kardeşler hareketinin başkanı olan Mursi'nin, bu cezaya çarptırıldığı ve Filistinli Hamas hareketiyle ilgili casusluk iddiasıyla açılmış olan davanın yeniden görülmesine hükmetti.
Dosya: 15 Soruda İsrail - Gazze Saldırısı
Birçok Filistinli, üzerlerine yağan bombaların dehşetiyle çocuklarını alıp sığınacak yer aradıkları günleri hafızalarından silemedikleri gibi, tarihin tekerrürden ibaret olduğu tezini kanıtlarcasına bu gün de başlarına gelen aynı trajediyi de asla unutmayacak. İsrail 'Hamas sivilleri hedef alıyor, biz ise sivillere olabilecek en az hasarı vermek için uğraşıyoruz' diyebilir. Ancak dünyanın her yerinde haberleri izleyenlerin gördüğü acı çeken Gazzeli masum sivillerin görüntüleri, İsrail'in bu iddiasının doğruluğu konusunda insanların daha net fikir sahibi olmalarına yardımcı oluyor. Ancak asıl sorun şu ki çözümün kolay bir yolu da yok gibi görünüyor.
BM: Gazze'de Su ve Gıda Sıkıntısı Yaşanıyor
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları devam ederken Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinatör Valerie Amos, Gazze'deki Filistinlilerin su ve gıda sıkıntısı yaşamaya başladığı uyarısında bulundu. BM insani yardım koordinatörü Valerie Amos da, Gazze'deki sivillerin durumundan endişe duyduğunu 'İsrail ve Hamas arasında ateşkes sağlanmasının kesinlikle hayati öneme sahip olduğunu' söyledi. Amos, 'Herkesin önceliği şiddetin ortasında kalan sivillerin nasıl korunacağı konusu' dedi ve şöyle devam etti: 'Gazze'de ölenlerin çoğu kadın, çocuk ve savaşla hiç ilgisi olmayan erkeklerden oluşuyor. Bizim en büyük endişemiz bu. Son birkaç günde yaşanan şiddet olayları sonucunda çok sayıda çocuk öldü. Bu çok korkunç bir durum.' BM yetkilisi ayrıca bölgede artan ihtiyacı karşılayacak fonların da azaldığını belirtip yardım çağrısında bulundu. İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında ölen Filistinlilerin sayısı 700'ü aştı. Bölgedeki insani yardım kuruluşları ölenlerin yüzde 80'inden fazlasının sivil olduğunu söylüyor. Sağlık yetkilileri Çarşamba günü Han Yunus'un hedef alındığı bombardımanlarda en az 21 kişinin öldüğünü bildiriyor.  Hamas: Abluka kalkmadan ateşkes olmaz AFP haber ajansının aktardığına göre, İsrail ordusu da Çarşamba günü 3 askerinin daha ölmesiyle toplam ölen İsrail ordusuna bağlı asker sayısının 32'ye çıktığını söyledi. Bölgede ateşkes sağlanması için diplomatik çabalar da sürüyor. Gazze'deki Hamas yönetiminin lideri Halid Meşal ise, kalıcı ateşkes sağlanabilmesi için İsrail'in Gazze'ye uyguladığı ablukanın kalkması şartını yineledi. Meşal, 'Abluka kalkmadan ateşkesi kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz de' diye konuştu.ABD, İsrail'e uçuş yasağını kaldırdı Ateşkes sağlanması için temaslarda bulunan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry de Kudüs'te BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun'la bir araya geldi. Kerry, 'Kesinlikle ileriye dönük adımlar attık, fakat hala yapılması gerekenler var' dedi. BM Genel Sekreteri Ban da, 'En kısa sürede ateşkes sağlanması için işbirliği yapıyoruz' diye konuştu. Kerry, Ramallah'ta Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas'la da görüştü. Diğer yandan, İsrail'e uçuşları yasaklayan ABD Federal Havacılık İdaresi (FAA), Çarşamba yerel saatle 23.45 itibarıyla yasağı kaldırdığını duyurdu. FAA bu kararı, ABD hükümeti ile İsrail'deki güvenlik durumunu değerlendirdikten sonra aldığını belirtti. BBC Türkçe
Amerika'daki Yahudi Lobisi Erdoğan'a Verilen Ödülü Geri İstedi
Amerikan Yahudi Kongresi , 2004’te Erdoğan’a terörizmle savaş, İsrail ve Filistin sorununa barışçıl bir çözüm bulma çabalarından dolayı verdikleri ödülü geri istediBaşbakan Tayyip Erdoğan ’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırı nedeniyle Tel Aviv Yönetimi’ni Filistinlilere yönelik soykırım suçu işlemekle suçlamasının ardından, 2004’te Erdoğan’a terörizmle savaş, İsrail ve Filistin sorununa barışçıl bir çözüm bulma ve Türkiye’deki Yahudileri koruma çabalarından dolayı ödül veren Amerikan Yahudi Kongresi (ACJ) ödülü geri istedi. Tolga Tanış’ın Hürriyet’te yer alan haberine göre, 1918’de kurulan ve ABD’deki İsrail lobisinin en etkin örgütlerinden biri kabul edilen AJC’nin, 23 Temmuz 2014’te başkanı Jack Rosen’ın imzasıyla Erdoğan’a yollanan mektubunda şöyle denildi: “Size bu ödülü vermemizden 10 yıl sonra, siyasi kazanç ve Türk halkını Yahudilere karşı şiddete tahrik etmek için tehlikeli bir retorik kusarak dünyada en nefret dolu biçimde İsrail karşıtı kişi oldunuz. Bu ay hedef ayrımı gözetmeyen roket saldırılarına karşı İsrail’in kendini savunmasına cevaben İsrail devletini soykırım suçu işlemek ve barbarlıkta Hitler’i geçmekle suçladınız. Bu tür zehirli açıklamalar sadece Türk-Yahudi ilişkilerine tamiri imkânsız zararlar verip masum insanları riske atmakla kalmıyor, İsrail ve Hamas arasındaki mevcut ihtilafı sona erdirmede masada meşru bir arabulucu olarak çalışma imkanı sunan koltuğunuzu da size kaybettiriyor. Ortadoğu’daki tek demokrasi İsrail’i yanlış biçimde Hitler ile karşılaştırmak yerine, ki bu sadece sizin uluslararası arenadaki itibarınızı zedeliyor, Türkiye’nin liderliği, Hamas’ı İsrailli sivillere karşı şiddeti sona erdirmeleri için etkilemede daha iyi kullanılabilirdi. Bizim ödülümüz, Yahudiler, Amerikalılar ve daha barışçıl bir dünya isteyen herkes için önemli konularda aldığı pozisyonla gerçek bir cesaret sergileyen ve bu nedenle Yahudi toplumu tarafından tanınmayı hak eden bir kişi içindi. Şimdiki poziyonunuz, medyadan anlaşıldığı biçimde, nefret yayıcı ve Yahudilere yönelik saldırılarınız sizi onurlandırdığımız her şeyi sorgulamayı gerektiriyor. Bu yüzden ödülümüzü geri vermenizi istiyoruz.” Başbakan’ın İsrail’e yönelik sert eleştirileri sonrası 2004’te aldığı bu ödül Türkiye’de de tartışma yaratmış ve muhalif çevreler Başbakan’ı İsrail eleştirisinde samimi olmamakla suçlayıp hem bu Cesaret ödülü hem de ondan bir yıl sonra başka bir Yahudi örgüt tarafından sunulan benzer bir ödülü örnek göstermişti. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü ise önceki gün bu türden bir dizi eleştiri konusunda yayınladığı bilgi notunda, Başbakan Erdoğan’ın, bu ödülleri iade etmemesinin bir “tutarsızlık göstergesi” olup olmadığı konusunda şöyle demişti: “Hayır. Başbakan Erdoğan’a tevdi edilen ödüllerden biri, 2. Dünya Savaşında Hitler Almanya’sında soykırıma uğratılan Yahudileri kurtaran kahraman Türk diplomatların anısına Haziran 2005 yılında verilmiştir. Ödülle beraber, diplomatlarımızın adının yazılı olduğu bir plaket Başbakanımıza takdim edilmiştir. Diğer ödül ise, Kasım 2003´te İstanbul’da yabancı bir banka şubesine ve Musevi vatandaşlarımızın ibadetlerini yerine getirdiği iki sinagoga yapılan terör saldırılardan kısa bir süre sonra, Ocak 2004 tarihinde ülkemizin demokratik değerlere bağlılığı ve teröre karşı cesur mücadelesi nedeniyle verilmiştir. Bu tartışmayı, esası itibariyle ülkemizin ve Başbakanımızın ilkeli duruşunun bir teyidi olarak görüyoruz. Bu ödüller, Türkiye-İsrail ilişkilerinin farklı bir mahiyette olduğu dönemde arz edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti gerek, İslamofobi gibi ırkçılık olarak gördüğü antisemitizm konusunda gerekse teröre karşı mücadele konusunda pozisyonunu aynen korumaktadır. Bu sebepten dolayı, Türkiye Cumhuriyeti İsrail’in devlet terörüne karşı çıkmaktadır. Bu iki konunun birbirine karıştırılması ve Sayın Başbakanımıza ve Hükümete karşı bir kara propaganda aracı haline getirilmek istenmesi kabul edilemez.”T24
Netanyahu: 'Kudüs Savaşını Kazanacağız'
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu Kudüs'teki dün sabah bir sinagoga düzenlenen saldırının ardından 'Kudüs savaşını' kazanma yemini edeken, saldırıda ölenlerin sayısı beşe yükseldi.Kudüs'ün batısındaki sinagoga düzenlenen saldırıda iki Filistinli saldırgan dört hahamı öldürdü.Saldırıyı düzenleyen Filistinliler güvenlik güçleri tarafından vurularak öldürülürken, olayda ağır yaralanan bir polis daha sonra hayatını kaybetti.Netanyahu 'bütün teröristlerle hesaplaşacaklarını' söylerken, 'bizi devletimizden ve başkentimizden söküp atmak isteyenler bunu başaramayacak' diye konuştu.Sinagog saldırısı , Kudüs'te son altı yıldır yaşanan en kanlı saldırı oldu.Saldırganların evlerinin yıkılması talimatını veren İsrail Başbakanı 'Kudüs için, ebedi başkentimiz için bir savaşın içindeyiz' dedi.İsrail Başbakanı olayı 'dua edilirken yapılan korkunç bir saldırı' diye tanımlarken, saldırıdan sonra Gazze Şeridi'ndeki 'sevinç çığlıklarını' kınadı.Netanyahu Kudüs sokaklarında güvenlik önlemlerini arttıracaklarını söylemekle birlikte ayrıntı vermedi.Başbakan Netanyahu İsrail halkına 'birlik olma' çağrısı yaparken, 'hiç kimse kanunu kendi eline almamalı, ruhlar kızgın kanlar kaynerken bile' dedi.Netanyahu ayrıca 'Batı dünyasındaki tüm liderlere çağrıda bulunuyorum. Bu katlima duyulan öfkeyi görmek istiyorum' diye konuştu.ABD Başkanı Barack Obama da saldırıyı kınadı ve 'Masum sivillere karşı bu tür saldırıları hiçbir şey meşru gösteremez' dedi.Filistin lideri Mahmud Abbas da 'Kutsal mekanlarında Yahudilere yapılan saldırı ve sivillerin öldürülmesi kim yaparsa yapsın kınanmalıdır' dedi.İsrail Başbakanı ise Abbas'ın bu açıklamasının yeterli olmadığını savundu.Netanyahu Abbas ve Hamas'ı önceki gün Doğu Küdüs'te intihar ettiği söylenen Filistinli otobüs şoförünü 'Yahudiler öldürdü' diyerek iftira atmakla suçladı.Ailesi aracının içinde asılmış olarak bulunan otobüs şoförünün intihar ettiği yönündeki otopsi bulgularını reddetmişti.Hamas sinagog saldısının otobüs şoförünün ölümüne misilleme olarak düzenlendiğini açıklamıştı.
'Ölen Bebeklerin Kanı İsrail'in Yüzüne Bulaşmıştır'
Başbakan Erdoğan, 'Gazze'de ölen bebeklerin tertemiz kanı İsrail'in ve dünyanın yüzüne bulaşmıştır' dedi.İSTANBUL Cumhurbaşkanı adayı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin İstanbul İl Teşkilatı'nca Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen bayramlaşma töreninde, Gazzeli çocukların bayramlarını özellikle kutladığını kaydederek, 'Şeker toplayamayan, parklara gidip oynayamayan, harçlık alamayan, bayram kendi üzerlerinde maalesef bombalarla tecelli eden ve bu bayramı idrak edemeyen Gazzeli çocuklara buradan selamlarımı gönderiyorum, gözlerinden öpüyorum. Bırakınız şeker toplamayı, el öpmeyi, ilaç olmadığı için, tıbbi yardım alamadığı için, hastane, malzeme olmadığı için ellerini, ayaklarını kaybeden Gazzeli çocuklar için sonraki bayramların bayram olmasını yürekten temenni ediyorum' ifadelerini kullandı. Türkiye'nin de çabalarıyla Gazze'de ateşkes sağlanması yönünde önemli ilerlemeler kaydedildiğini vurgulayan Erdoğan, 'İsrail, on yıllardır hukuk tanımadığı gibi bugün de hukuk tanımıyor, bugün de ateşkeslere riayet etmiyor. Yine de en azından Gazze'ye geçici bir süre insani yardım sağlanabilmesi için ateşkes girişimlerimizi sürdürüyor, ateşkesin kalıcı olması için de çok yoğun çaba sarf ediyoruz' diye konuştu. 'Türkiye olarak uyanık olmamız lazım' İsrail'in, Gazze'ye yönelik operasyonlarının başladığı günden bugüne 3 İsrailli sivilin hayatını kaybettiğini duyurduğunu hatırlatan Erdoğan, '3 İsrailli sivil karşılığında Gazze'de 1100'e varan masum insan hayatını kaybetti. İsrail bu orantısız, bu insanlık, vicdan dışı saldırılarına Hamas'ın attığı füzeleri bahane olarak gösteriyor. İsrail sözüm ona teröre karşı mücadele verdiğini iddia ederek, yaptığı katliamı, soykırımı dünyaya meşru göstermeye çalışıyor. 500 ton bomba yağdırıyorsun, sürekli olarak fosfor bombalarını kullanıyorsun, tanklarla, toplarla buraya giriyorsun ve utanmadan, sıkılmadan hala Hamas'ı 'füze atıyor, roket atıyor' diye dünyaya tanıtmaya çalışıyorsun. En azından bizler Türkiye olarak bu konuda uyanık olmamız lazım' değerlendirmesini yaptı. 'Dünyanın hiçbir yerinde, tarihin hiçbir döneminde böyle hukuksuz, insafsız, vicdansız bir saldırı meşru müdafaa olarak görülmez, savunma hakkı olarak görülemez' diyen Erdoğan, şunları kaydetti: 'İsrail'in bu insanlık dışı saldırıları, bu soykırım girişimini terörle mücadele gibi sunması, dünyadaki bazı devletlerin de maalesef buna inanmaları insanlık adına yüz kızartıcı bir durumdur. İsrail’in kutsal günlere saygısının olmadığı bir kez daha görülmüştür. İsrail’in farklı dinlere saygısının olmadığı bir kez daha görülmüştür. İsrail’in hukuk dinlemediği, bu son operasyonlarla bir kez daha ortaya çıkmıştır. En acısı da İsrail'in kendisinden başka hiç kimseye hayat hakkı tanımadığı, kendisinden başka hiç kimseyi insan olarak, can olarak görmediği ve insanlığa zerre kadar saygısının olmadığı bu katliamla bir kez daha ispatlanmıştır.' 'Uluslararası medya haber bile yapmıyor' Gazze'de sadece çocukların, bebeklerin, annelerin, masum insanların ölmediğini ifade eden Erdoğan, 'Gazze'de insanlık ölüyor. Tüm yeryüzünün vicdanı Gazze'de can çekişiyor. Dünya, özellikle de Birleşmiş Milletler bu şımarıklığa, bu hukuk tanımazlığa karşı derhal tedbir almak ve keyfice katliamların önüne güçlü şekilde geçmek zorunda' diye konuştu. İstanbul’da vandallık yapan, camı çerçeveyi kıran, esnafa, sokaktaki insana zarar veren göstericilere polisin biber gazı kullanmasının Avrupa'dan eleştiri aldığını anlatan Erdoğan, 'Avrupalı siyasetçiler, bazı devlet adamları, uluslararası kimi örgütler, özellikle de Batı medyası, sabah akşam İstanbul'dan bahsediyor, sabah akşam Türkiye'yi eleştiriyordu. Gazze'de binden fazla kişi ölüyor, bu kişilerden, bu örgütlerden hiç ses yok. Taksim'den saatlerce canlı yayın yapan uluslararası medya, Gazze'de binden fazla kişi öldüğü halde haber bile yapmıyor, yapamıyor. Gazze'deki can kayıplarını habere değer bile görmüyor. Bir Avrupa ülkesinde, güya demokrasinin, özgürlüğün ülkesinde Gazze için eylem yapılması yasaklanıyor. Buna rağmen eylem yapanlara polis her türlü şiddeti uyguluyor, dünyadan çıt çıkmıyor' görüşünü dile getirdi. Buruk bir bayram yaşandığını, mazlumların acısının yüreklerde hissedildiğini ifade eden Erdoğan, şunları söyledi: 'Buradan Mısır'da hak, demokrasi, özgürlük için mücadele veren tüm kardeşlerimin bayramlarını kutluyor, hak mücadelesinde şehit olmuş kardeşlerimizi bir kez daha rahmetle yad ediyorum. Şu anda zindanlarda yaşayan Mısır'daki kardeşlerimize Rabbimden tahammül niyaz ediyorum. Irak'ta hangi mezhepten, hangi meşrepten olursa olsun, hangi etnik kökene mensup olursa olsun, tüm kardeşlerimizin bayramını tebrik ediyorum. Özellikle zor günlerden geçen ama Türkiye'nin desteği her an yanlarında olan Türkmen kardeşlerimizin de bayramını tebrik ediyorum. Suriye bir bayramı daha buruk yaşıyor, bir bayramı daha bombaların altında, zulmün, cefanın, acının, yokluğun ve yoksulluğun altında yaşıyor. Suriyeli kardeşlerimiz için bu bayram ne kadar bayramdır bilinmez ama bayramın onların göğüslerini ferahlatmasını, sabır ve dirayet vermesini Allah'tan niyaz ediyorum.' Erdoğan, bayram namazını kıldığı Fatih Camisi'nde bugün pek çok Suriyeliyle karşılaştığını aktararak, 'Demek ki Suriye'den bize sığınmış kardeşlerimizin ciddi bir kısmı da şu anda İstanbul'da yaşıyor. Afganistan'dan Somali'ye, Myanmar'dan Libya'ya kadar yeryüzünde gadre uğramış, zulme uğramış, yıllardır bayramı hüzün içinde yaşayan tüm kardeşlerimizin de bayramlarını tebrik ediyorum' diye konuştu. Tayfun Salcı