Barış Erbil Yazio: Neden Metallica?
Metal müzik Nordik ülkeler dışında dönem dönem dünyanın her yerinde gündeme gelse de genel olarak perdeler arkasında kalmış bir müzik türü olarak kabul edilebilir. Popülarite bağlamında özellikle bu müzik türünün bir dinleyicisi değilseniz alt türlerine hâkim olup bu türleri icra eden gruplar hakkında bilgi sahibi olmanız oldukça zordur. Genel olarak protest tavırları, radikal dışavurumcu yaklaşımları ile Popüler Kültür’e oynamaktansa kendi “davalarının peşinden koşmuş metal müzik grupları aslına bakarsanız müzik tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Birçok yeni vokal, elektro gitar ve ritimsel tekniği müzik ekosistemine kazandıran bu türün gölgeler arkasında kalmasının en büyük nedenlerinden biri şüphesiz fazla radikal yaklaşımları olmuştur. Peki, hiç metal müzikle alakası olmayan birinin bile aklına gelebilecek yegâne grup kimdir? Bir çoğunuzun “Metallica” dediğini duyar gibiyim. Evet, yaptıkları müzik, kendi müzik hayatlarında aldıkları kritik kararlar ve yol ayrımlarındaki tarz değişimlerinin kendi piyasalarına oldukça olumlu yansıması sonucu hepimizin bir şekilde bildiği ve günümüzde halen aktif bir şekilde müzik yapan bir kült haline geldi Metallica. Bu kararlar nelerdi ve neden “Metallica” metal müziğin bütün icracılarının önüne geçebildi?
1981 yılında grubun kurucu davulcusu Lars Ulrich ve vokal-gitaristi – aynı zamanda da başarılı bir bir frontman olan James Hetfield tarafından kökleri oluşturuldu Metallica’nın. Ayrılıklar, duygusal buhranlar, seçiş ve vazgeçişlerle dolu seneler geçirdiler günümüze dek. Bu yazıyı şu anda okuyorsanız zaten Metallica’nın diskografisine ve tarihine az çok hakimsiniz demektir. Grubun ve üyelerinin tarihsel gelişimine dair birçok değerli kaynak bulunmakta olduğu için bu yazıda daha çok dönüm noktaları ve hangi sebeplerden ötürü Metallica’nın en tepeye yerleştiğine değineceğim. Zor ve çetrefilli yollardan ve yol ayrımlarından birçok kez geçen bu grup, dağılmanın eşiğine defalarca kez gelmiş ama her defasında küllerinden doğarak ayakta kalmayı becermişti. Burada değişen dünya ve müzik zevklerine Metallica’nın kendi janrası içinde nasıl ayak uydurduğunun özellikle önemi ortaya çıkıyor. Bütün dönüm noktalarını hem kendi dinleyicilerini küstürmeden hem de yeni dinleyici kitlelerine hitap edebilerek geçen Metallica’nın yüzleştiği dönüm noktalarını ve müziksel değişimini gelin inceleyelim.
Cliff Burton’ın ölümü
...and Justice for All Albümü ve “One” parçası
Master of Puppets albümüyle adını ciddi şekilde duyurmaya başlayan grup, yeni bas gitaristleri ile döneme göre deneysel ama müzik tarihine altın harflerle yazılacak bir albüm çıkartır. Malesef “üvey evlat” Jason Newsted’in basları neredeyse bu albümde hiç duyulmaz - olmadığı bile rivayet edilir- . Albümü sıra dışı yapan grubun o zamanki net çizgisi olan thrash metal ögelerini sıkça barındırmasının yanında farklı vokal partisyonları, aksak ritimleri ve yormayan gitar riffleri de içermesiydi. Thrash metal unsurunun yanında progresife kaçan parça dinamikleri belki de ilk defa Metallica’nın küresel bir fenomen olabileceğinin sinyallerini bu albümle vermişti. Grup kariyerinin ilk klibi olan “one” parçası da grammy ödülü alacak ve grubun adını biraz daha kıtasal düzlemden küresel boyuta taşıyacaktı. Savaş karşıtı amacı ve 1.Dünya Savaşı’nın yıkımını bireysel bağlamda gösteren “Johnny Got His Gun” isimli filmden kareler ile klibi çekilen parça belki de bütün dünyada insanlığın içine dokunacak bir müzikal bütünlük oluşturan ilk “metal” parçalardan biri olarak müzik tarihine geçti. Aslına bakarsanız bir bütün olarak bu albümün bir çok neredeyse “hata” denilebilecek farklılık ile kaydedilmesi (bas gitarın neredeyse hiç olmaması, sol derece önde davul ritimleri ve dengesiz gitar efekti kazanç seviyesi vs.) bu albümü özel kılan en önemli unsurların başında gelir ve akabinde evrelere ayıracağımız Metallica tarihi ilk evresini bu albümle tamamlar.
Black Albüm ve Nothing Else Matters
Load ve Reload dönemi – Yeni açılım yeni Metallica
Black Albümün başarısı grubun kaderini tamamen değiştirmişti. Bir röportajında James “Cliff Burton yaşasaydı Load ve Reload albümleri hakkında ne düşünürdü” sorusuna kesinlikle karşı çıkardı ve benim düşündüğüm gibi düşünürdü bu konuda diye cevap vermişti. Burada anlayacağımız; grubun karar verme mekanizmasının en azından bu dönemde Lars Ulrich’in elinde olduğu ve daha “old school” bir düşünce tarzına sahip James’in Lars’a bütünlüğü bozmama adına ayak uydurduğudur. Peki neden bu dönem bu kadar farklı bir algı yaratmıştır? Cevabı ise Metallica dönemin “sert çocukları” imajına biraz popüler kültür, biraz güncel müzik ve “rock” ögeleri katmasıdır. Sahnelerde deliler gibi sallanan saçları hepsinin kesilmiş, kliplerin ardı arkası kesilmemiş ve aynı dönem metal gruplarının genel olarak yaptığı “köklere ve yapılan müziğe sahip kalma” anlayışından uzaklaşılmıştı. Aslında Metallica sahip olduğu küresel dinleyici kredisini kendi yaptığı müziğin evrimsel sürecini dilediği gibi yönlendirerek kullanmıştı. Bu da demek oluyordu ki bazı noktalarda verdikleri “tavizler” onlara yeni kapılar açacak ve belki de yeni bir dinleyici kitlesiyle isimlerini çok daha ileriye taşıyacak şekilde büyütecekti. Piyasaya oynamak ve “ağır abi” imajlarından ödün vermek Metallica’nın artık herkesin bildiği bir rock/metal grubu olmalarını sağladı. Bireysel bazda bakıldığında Load da Reload da çok kaliteli ve iyi işlenmiş parçalardan oluşan kaliteli albümlerdir. Fakat ne kadar “Metallica” olduğunun cevabını Lars’ın yönlendirdiği bu yeni açılım ve akabinde gelen “ikonik figürleşme” durumu bize oldukça iyi bir şekilde anlatır.
Tamam mı devam mı – St. Anger
Son stüdyo albümünün üzerinden geçen 6 sene, grup üyelerinin artık yuva kurup aileleriyle vakit geçirme gayesinde olan “yetişkinler” olmaları, James’in alkol sorunu ve terapi süreci; Jason Newsted’in grup içi adaletsizliğini artık kaldıramıyor olup yollarını ayırması, gerilen ilişkiler ve birlikte müzik yapmaktan uzak kalınan günler... bütün bu yukarıdaki sebepler ve daha fazlası Metallica üyelerinin de bütün Metallica fanlarının da bu soruyu sormalarına neden olmuştu o yıllarda; “Tamam mı devam mı?”. Üstüne üstlük grubun aynı dönemde bütün bu süreci anlatan belgeselleri “Some Kind of Monster” ın da bu süreçte çekiliyor olması işleri biraz daha zorlaştırmıştı. Zaten bütün bu dönemin en iyi şekilde algılanması için kesinlikle bu belgeselin izlenmesini öneriyorum; içinde Dave Mustaine ile Lars Ulrich yüzleşmesinden tutun da Lars-James kavgalarına ve görüş ayrılıklarına; grubun yeniden üretim sürecinde yaşadıkları zorluklara kadar birçok dinamiği çok iyi bir şekilde yansıtmış bir belgeseldir. Bu sürecin gruba ve Metallica olgusuna yaptığı etkiyi tartışacak olursak; Load ve Reload döneminin maddi ve manevi getirileri çok büyük olsa da gelen eleştriler ile bu zor dönemde üreteceksek köklerimize biraz dönelim sert müzik yapalım algısı öne çıkar fakat yine yeni ve çok riskli bir deneme yapılır; alıştığımız Kirk Hammett soloları olmayan ve bu sololardan yoksun parçalar. Lars ile James bunu yeni müzik anlayışına ayak uydurma olarak görecektir fakat bu sefer doğru bir karar almadıklarını akabinde çıkaracakları yeni albümlerinden soloları geri getirip Metallica’yı Metallica yapan en büyük ögelerden birinin de bu sololar olduğunu görerek anlayacaklardır. Belki bu sefer Metallica’nın stratejisi tutmamıştı ve St.Anger albümü bir yeniden doğuştan öte pek de başarılı sayılmayan bir deneme olarak grubun diskografisinde yer alacaktı fakat bu süreçteki bütün zorluklara rağmen “Tamam mı devam mı” sorusuna “devam” diye karşılık verdikleri için bu fetret devri de grubun yeni bas gitaristi Robert Trujillo’nun da bitmek bilmeyen enerjisi ve kattığı farklı müzikalite ile bitecekti.
Köklere “gerçek” dönüş
Sene 2008’i gösterdiğinde artık Metallica dünyada en çok bilinen metal grubu idi. Küresel anlamda bilinirlik kazanma konusunda yaptıkları doğrular yanlışlardan şüphesiz fazlaydı ve bu nedenle piyasayı domine eden ve kült bir alt kültür oluşturmuş ikonik bir grup olmuştu. Artık tamamen istedikleri albümleri ve parçaları yapma vakti gelmişti, son derece rahat olgun ve oturmuş dinamiklerle birlikte. Bu süreçle birlikte “Death Magnetic(2008) ve “Hardwired....to Self-Destruct”(2016) albümleri geldi. Metal müzik artık yaşlanan neferleri eski Metallica enerjisini bu albümlerde geri getirmiş hem Hammett’ın soloları geri gelmiş hem eski agresifliğe kavuşulmuştu. Sosyal farkındalık yaratma amacında mesajlar içeren parçaların da geri gelmesi saygın Metallica imgesine bir hayli katkı sağlamaya devam ediyordu. Her ne olursa olsun bütün bu süreçleri atlatan ve birçok yol ayrımı yaşayan bu grubun satranç tahtasındaki hamleleri çoğunlukla doğru yapması, onların küresel bilinirlik kimliğini oluşturan en büyük öge idi. 1982 yılında iki hevesli genç tarafından temelleri atılan bu oluşum artık kendi tarihsel olgunlaşma doğrusunu oluşturmuş ve bu doğrultuda farklı dinamiklerle sürekli evirilen ve gelişmeye devam eden bir alt kültür halini almıştı. Bir yandan apolitik yaklaşımlarını hiç bozmamaları da her kesimden, her etnik kökenden insanın bir şekilde ilgisini çekmelerini sağlamış ve prote kimliklerinden ziyade müzisyen kimlikleriyle çok sağlam bir temel eşliğinden var oluyorlardı.
Hemen hemen rock müzik veya metal müzik dinleyen herkesin en az bir Metallica şarkısında anısı ve yaşanmışlıkları vardır. Bunun sebebi Metallica bize bu çeşitliliği vermiş; bir yandan hem kendi “sert” kemik kitlesini onlarla tutmayı başarırken bir yandan da yeni kitleleri farklı yaklaşımlarıyla kendi dinleyici kitlelerine tarihsel zaman düzlemlerinde katmışlardı. Yeniliklere açık olup bir şekilde kendi kimliklerini de ayakta tutmaları onları bize sevdirdi. İşte bu bütün dinamikler neden Metallica’nın dünyada en çok bilinen metal grubu olduğunu ve bu kadar küresel bir üne sahip olduğunu açıklıyor.
Yorum Yazın
Load albümünü beğenmeyip ilk 4 albüm metallica'sıydım. Daha sonra Load albümüne haksızlık edildiğini fark edenlerden oldum.Cliff ölmese Dave Mustaine grupta ... Devamını Gör
90 öncesi metalika güzel 90 sonrası metalika sevenleri için güzeldir heralde. Herkes değişir kimisi güzel olur kimisi pek güzel olmaz.